Mayıs 01, 2016 07:35 Europe/Istanbul

Geçen bölümde ebedi cennet mekanına değindik ve dedik ki cennetin Kur'an'ı Kerim'de çeşitli cilveleri söz konusudur ve cennet nimetleri tüm cennet ehli olanlar için benzer ve eşit değildir, çünkü tüm cennet ehli olanlar aynı makamda değildir.

Cennet ehli olanların bazıları yüksek derecelere sahipken, bazıları alçak derecelere ve bazıları da orta derecelere sahiptir. Kur'an'ı Kerim'de cennette ebedi yaşamla ilgili ayetler, yüce Allah'ın insanı yaratmakta hedefini beyan ederken, aynı zamanda vadedilen cennette daha yüksek derecelere ulaşmak için seçilmesi gereken yola ışık tutmaktadır.

Bugünkü sohbetimizde cennetin derecelerini ve yüksek derecelere nail olmayı hak edeleri ele almak istiyoruz.

Cennetin çeşitli dereceleri ve mertebeleri vardır. Bazı ayetlerde belirtildiği üzere cennette her derecenin bir sonraki derece ile aralarındaki mesafe, yüz yıl kadar bir yoldur ve bazı ayetlerde yerle gök arasındaki mesafeden söz edilmiştir. Ancak ilginç olan konu, cennette alçak derecede yer alanların daha yüksek derecede yer alanların yaşamına hasretle bakmamalarıdır. Hasret, cennette yeri olmayan ruhi azaplardan biridir. Bu insanlar dünyada aşkı tecrübe etmemiş insanlar gibidir. Dolaysıyla bu tür insanlar ne maşuka ulaşma lezzetinden bir idraki söz konusudur, ne de aşıkların durumuna hasretle bakar. Ancak aşkın tadına varan insan, hiç bir şey maşuka kavuşma lezzeti kadar lezzetli bir his olmadığını bilir. Aşık, başkalarının ulaşamadığı daha yüksek bir ruhi kapasiteye sahiptir. Bu yüzden bu dünyada ibadet ve kulluk lezzetini idrak edemeyenlerin ahirette de ancak ibadetleri kadar mükafat aldıkları ve Allah'a ibadet etmenin hakiki lezzetlerinden hiç bir idraki olmadığı söylenebilir.

İmam Ali –s– cenneti şöyle vasfediyor: Cennetin çeşitli ve farklı dereceleri vardır, öyle ki bazıları diğer bazılarına nazaran faziletlidir.

Derecelerde bu farklılık ilahi adalete göredir. Çünkü her insan kendi çabasına göre erdemin belli bir mertebesine ulaşır. Her iyi ve seçkin amel insanın derecesini yükseltir, şöyle ki kim daha az emek verdiyse, daha alçak derecelere yerleşir. Örneğin işin başında cehennemlik olan ve daha sonra nefsini tezkiye ederek cennete girmeye hak kazanan kulların dereceleri doğal olarak ömrü boyunca günah işlemeyen veya çok az günah işleyen insanlardan farklıdır. Bu konuda Allah Resulü –s– şöyle buyurur:

Ey müminler, Allah'tan korkun. Cenneti kaybetmezsiniz, gerçi bazı günahlarınız cennete girmenizin geciktirebilir. Şimdi cennette daha iyi dereceler elde etmek için birbirinizi geçmeye çalışın.

Cennetin ilk mertebelerinden biri, Allah Teâlâ'nın cennet ehline tahsis ettiği güzel ve gür bahçelerdir. Bu mertebede cennet tüm nimetleri ve bereketleri ile ilahi misafirleri ağırlamak üzere ilk mekandır. Nitekim Secde suresinin 19. Ayetinde iman eden ve salih amellerde bulunan insanların cennetin bahçelerine kavuşacakları ve Allah Teâlâ onları, amellerinin mükafatı olarak burada ağırlayacağı buyurulmuştur. Bu cennet Allah ile pazarlık eden ve bu pazarlıkta canını ve malını yüce Allah'a sunan kulların mükafatıdır.

Aden cenneti ya da ebedi cennet, cennetin en yüksek mertebelerinden biridir. Aden cenneti, cennetin tam ortasındadır. İmam Ali –s– şöyle buyurur: Aden cenneti tüm cennetlerin ortasındadır ve hepsinden daha çok ilahi Arş'a yakındır.

Bu mekanda melekler her kapıdan kutlamak üzere içeri girer. Melekler cennet ehli olanlara sergiledikleri sabır ve direniş yüzünden iyi ve güzel bir son müjdeler. Rad suresinin 23 ve 24. Ayetlerine göre bu mekana girenler yalnız değildir ve şayeste olan yakınları da onlarla beraber cennete girer. Dolaysıyla Aden cennetinin sakinleri enbiya ve evliyalardır. Bu insanların şefaat edilmeye ihtiyacı yoktur ve kendileri kıyamet gününde şefaat edenlerdendir.

Firdevs, cennetin en yüksek mertebelerinden biridir. Bu sözcük iki kez Kur'an'ı Kerim'de tekrarlanmıştır. Bir rivayette Allah Resulü –s– şöyle buyurduğu nakledilir: Cennetin yüz derecesi vardır. Her derecenin bir sonraki derece ile aralarındaki mesafe yerden göğe kadardır. En yüksek mertebe Firdevs'tir, ki cennetin dörtlü nehirleri buradan kaynaklanır. O zaman ne vakit Allah'tan bir şeyi soracak olursanız, Firdevs'i talep edin.

Bu yüzden Firdevs cennetin en iyi ve en yüksek mertebesidir.

Kehf suresinin 107 ve 108. Ayetlerinde ise şöyle okumaktayız:

İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.

8

Firdevs cenneti şayeste ve iyi amellerin sahibi olan mümin kulların mekanıdır, gerçi daha yüce dereceleri ve daha üstün takvaları olması şarttır.

İmam Ali'den –s– bir rivayette belirtildiği üzere, her şeyin bir üstü vardır ve cennetin üstü Firdevs'tir ve bu, Muhammed ve Al-i Muhammed'e özgüdür.

Gerçekten de böyle de olması gerekir, zira Allah Resulü –s– ve pak hanedanı en üstün insanlardır ve bu yüzden cennetin en üst derecesinde yer almaları gerekir. Ancak Firdevs cenneti rivayetlere göre sadece Allah Resulü –s– ve pak ehli beyti –s– değil, aynı zamanda Allah Teâlâ'nın has evliyaları, sadık kulları ve şehitlerin mekanıdır. Bu yüzden Firdevs'in de kendi içinde bazı mertebeleri olduğu anlaşılır. Bu mertebelerin arasında Allah Resulü –s– ve pak ehli beytinin –s– derecesi en üsttedir ve daha alt mertebelerde şehitler ve evliyalar sakindir.

Bir başka rivayete göre emri maruf ve nehyi münkir edenlerin mekanı da Firdevs'tir. Yine emri maruf ve nehyi münker edenlerin en bariz örneği Allah Resulü –s– ve pak ehli beytidir –s–.

Yüce Allah Müminun suresinin başında mümin kulların sıfatlarını beyan buyurduktan sonra Firdevs cennetinden söz ederek müminlerin kurtuluşa erdiklerini buyurmaktadır. Yani mümin kulları tüm boyutlarda nihai hedeflerine ulaşmıştır.

Sure daha sonra mümin kulların sıfatlarını beyan ederek her şeyden önce namaz ibadetine işaret etmekte ve mümin kulların namazlarında huşu içinde olduklarını buyurmaktadır. Namazda huşu etmek, namaz ibadetinin yalnızca bir takım ruhsuz sözcük ve hareketten ibaret olmadığına inanmaktır. Mümin insan namaz sırasında öylesine tüm kalbiyle Allah Teâlâ huzuruna çıkar ki adeta bu dünyadan kopar ve O'nun huzuruna çıkar.

Rivayetler göre bir gün Allah Resulü –s– namaz sırasında sakalları ile oynayan bir adamı görür ve şöyle buyurur: Eğer bu adam kalbinde huşu olsaydı bedenindeki organlar da huşu içinde olurdu.

Dolaysıyla huşu, içten gelen bir durumdur ve insanın dışı görünüşünü de etkiler.

Namaz sırasında huşu özelliğini müminlerin sıfatı olarak beyan eden ayetlerin işaret ettiği ikinci özellik, mümin kulların beyhude ve boş amellere yüz çevirmeleridir. Gerçekte mümin kulların tüm hareketleri ve amelleri de yaşamlarında belli bir hedefi izler. Bu hedef olumlu ve yapıcıdır, çünkü olumsuz ve yapıcı olmayan hedeflerin hiç bir yararı yoktur.

Sure mümin kulların sosyal ve mali boyutu söz konusu olan üçüncü sıfatına işaret ederek gerçek müminlerin zekat ödediğini beyan ediyor.

Mümin kulların dördüncü sıfatı paklık ve iffetli olmaları ve her türlü cinsel fesattan ve iffetlerini lekeleyecek amellerden kaçınmalarıdır.

Surenin ilerleyen ayetlerinde mümin kulların beşinci ve altıncı sıfatları ve emaneti korumaları ve ayrıca Allah'a ve kullarına karşı yükümlülüklerine bağlı olmalarına işaret ediliyor. Emanetten genel anlatımdan maksat Allah'ın ve ilahi peygamberlerin ve ayrıca halkın emanetleridir. İlahi nimetlerin her biri başlı başına insana verilen birer emanettir. Semavi kitaplar hak yolu önderlerinin tealimi , mal ve evlatlar, mevki ve makamlar, hepsi birer emanettir ve mümin insan bu emanetleri korumak için çaba harcayan insandır.

Müminun suresi tüm bu seçkin sıfatları beyan ettikten sonra şöyle bir değerlendirmede bulunuyor:

Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır; (Evet) Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.

Burada varis tabiri belki de mümin insanların hiç bir zahmete katlanmadan elde ettikleri mükafatla ilgilidir, yani aynı insan hiç bir emek sarf etmeden miras aldığı gibi.

Kuşkusuz cennetin yüksek derecelerine nail olmak için büyük çaba harcamak gerekir, fakat bu naçizane amele verilen mükafat o kadar büyüktür ki adeta insan hiç bir emek sarf etmeden elde etmiş gibi olur, yani örneğin insan hiç çalışmadan babasından sırf onun oğlu olduğu için sahip olduğu miras gibi.

Her halükarda cennetin yüksek dereceleri tüm cennet ehli olanlar için değildir. Bu derecelere ancak bu dünyada müminlerin yüce sıfatlarına sahip olan ve uygulayan kullar kavuşabilir.015