Ocak 10, 2021 11:27 Europe/Istanbul

Her biri yüce Allah’ın özelliklerinden birine işaret eden Esma-ül Hüsnâ’dan bugün sizlerle geniş ve aynı zamanda çok derin bir anlamı olan, bir çok insanın ona gönül bağladıklarını iddia eden, ona uydukları ve ona davrandıkları اَلْحَقُّ  el-Hakk ism-i şerifi hakkında konuşacağız.

Esma-ül Hüsnâ’dan bir diğeri olan el-Hakk aslında doğruluk ve adalet anlamında, varlığı inkar edilemeyen sabit bir varlık demektir. Ayrıca “uyum ve uygunluk” anlamındadır, bu yüzden var olan gerçeklere uyan ve uygun olanlara Hakk denir. Yüce Allah’a “Hakk” denilmesi de O’nun kutsal varlığının inkar edilemeyen en büyük gerçek olmasındandır. Zira fiilen var olan, mevcûdiyeti ve uluhiyeti gerçek olan, varlığı hiç değişmeden duran, hakikaten vâr olan yalnız O’dur.

Esma-ül Hüsnâ’dan El-Hakk ism-i şerif Kur'an-ı Kerim’de 10 kez tekrarlanmıştır; 4’ü Allah’ın bizzat Hakk olmasını beyan ediyor. Allah Teâlâ zatının özelliklerine ve varlık dünyasında var olan ayetlerine binaen, bizzat Hakk olduğunu ve O’ndan başkasının tapılmaya layık olmadığını, diğerlerinin batıl olduğunu belirtiyor. Nitekim Lokman suresinin 29 ve 30. ayetlerinde şöyle okuyoruz:

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ یُولِجُ اللَّیْلَ فِی النَّهَارِ وَیُولِجُ النَّهَارَ فِی اللَّیْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ کُلٌّ یَجْرِی إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَأَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِیرٌ / ذَلِکَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا یَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِیُّ الْکَبِیرُ 

Görmedin mi ki, Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden hakkıyla haberdardır./ Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.

 

Hakk, doğruluk ve haklılığı izleyen hakikattir ve sahip olduğu hikmeti nedeni ile her şeyi yerli yerinde yerleştiriyor. Bu yüzden Allah’ın tüm işleri haktır. Kur'an-ı Kerim’in Hicr suresi 85. ayetinde şöyle okuyoruz:

وَ ما خَلَقْنَا السَّماواتِ وَ الْأَرْضَ وَ ما بَیْنَهُما إِلاَّ بِالْحَقِّ:

Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. ….

Bu yüzden Allah’ın işi boş, beyhude ve abes değil, hepsi tamamen hikmet doludur. Semavi Kur'an-ı Kerim’in nazil edilmesi de bu yüzdendir. Nitekim Maide suresinin 48. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَ أَنْزَلْنا إِلَیْکَ الْکِتابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِما بَیْنَ یَدَیْهِ مِنَ الْکِتابِ وَ مُهَیْمِناً عَلَیْهِ فَاحْکُمْ بَیْنَهُمْ بِما أَنْزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْواءَهُمْ عَمّا جاءَکَ مِنَ الْحَقِّ

(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma…

Bu yüzden Hakk’ın karşısında duran kişilerin görüşleri, düşünceleri ve fikirlerinin tümü bile hakka karşı olması durumunda bile değersiz olduğu kesinikle söylenebilir.

Ehlibeyt semasının 7. Yıldızı İmam Musa Kazım'ın -as- bu konuda güzel bir açıklaması bulunuyor. İmam, Huşam bin Hekem adlı talebesine hitaben şöyle buyuruyor:

Ey Huşam! Eğer elinde bir ceviz olsa fakat insanlar onun değerli bir inci olduğunu düşünseler bile senin için biç bir faydası olmaz, zira sen bizzat elindekinin değersiz bir cevizden başka bir şey olmadığını biliyorsun, ayrıca eğer elinde değerli bir inci olsa fakat insanlar onun değersiz bir ceviz olduğunu söyleseler de sana bir zararı olmayacaktır; zira sen onun değerli bir gevher olduğunu biliyorsun.

Allah’a kulluğun en güçlü ve sağlam temeli, Hakk’a karşı teslim ve mütevazi olmaktır; buna karşı her türlü inat ve bağnazlık ise haktan uzaklaşmak ve saadetten mahrum kalmaktır. Hava ve hevese kapılan insan, hak ve hakikati kendi çıkarları ile çeliştiğini görür. Bu yüzden ona karşı savaş açar ve her zaman hakikatten kaçar. Fakat Kur'an-ı Kerim Mü’minun suresinin 71. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْواءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّماواتُ وَاْلأَرْضُ وَمَنْ فیهِنَّ

Eğer hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. ….

Bu yüzden her şey ya haktır veya batıl, bunun ortası yoktur.

Buna binaen Kur'an-ı Kerim’in Yunus suresi 32. Aeyti Hakk ve batıl arasında hiçbir aracının olmadığına işaretle şöyle buyuruyor:

 فَذلِکُمُ اللهُ رَبُّکُمُ الْحَقُّ فَما ذا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ

İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Hak'tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak'tan) döndürülüyorsunuz?

Bu yüzden hiçbir şeyi hem hak ve hem batıl olarak bilemeyiz, üstelik batılın bazen kendini hak olarak gösterdiği zamanlarda. Bu bağlamda Ra’d suresinin 17. ayeti, güzel bir örnekle konuyu açıklayarak şöyle buyuruyor:

 أَنزَلَ مِنْ السَّمَاءِ مَاءً فَسَالَتْ أَوْدِیَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّیْلُ زَبَداً رَابِیاً وَمِمَّا یُوقِدُونَ عَلَیْهِ فِی النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْیَة أَوْ مَتَاع زَبَدٌ مِثْلُهُ کَذَلِکَ یَضْرِبُ اللهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَیَذْهَبُ جُفَاءً وَأَمَّا مَا یَنفَعُ النَّاسَ فَیَمْکُثُ فِی الْأَرْضِ کَذَلِکَ یَضْرِبُ اللهُ الْأَمْثَالَ

O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir.

Hakk’ın özelliklerinden bir diğeri ise başkalarının onu tanıtmasına ihtiyaç duymaksızın kendini açıklayarak tanıtmasıdır. Aslında Hakk bizzat bir ölçü ve ayardır ve diğerleri de onunla kıyaslanarak tanınır. Nitekim Cemel savaşında adamın biri Emir el-Mu'minin hz. Ali’nın -as- huzuruna çıkarak şöyle dedi:

Ey Emir el-Mu'minin! Ben bu savaşta şüpheye düştüm. Bir yanda Talha, Zubeyr ve Rasûlüllah’ın -saa- eşi Ayşe bulunuyor ve diğer yanda ise siz ve Rasûlüllah’ın -saa- diğer sahabesi. Burada kim haklıdır?

Hz. Ali -as- şöyle buyuruyor: Sen aşağıya bakmış yukarıyı görmüyorsun. Bu yüzden şaşkınlıktasın. Sen Hakk’ı tanımamışsın ki insanlarını tanıyasın ve batılı tanımamışsın ki insanlarını tanıyasın.

Bu yüzden hiçbir zaman Hakk’ı insanlar, konumları, meslekleri, bilimsel veya sosyal konumları ile ölçmemek gerekir; Hakk’ın belirtileri ile Hakk’ı tanımak gerekir. Ardından Hakk’ı batıldan ayırt etmek kolaylaşır, her ne kadar batıl haktan bir maske taksa ve şüpheleri ardından kendini Hakk olarak tanıtsa bile.

Tabi ki bazen tüm şeytanlar hak ve batılı birbirinden ayırt edilemeyecek kadar birbirine karıştırıyorlar.

Nitekim günümüzde batının sultacı güçleri de aynı yöntemi kullanıyor ve onlara bağı medya ve haber çevreleri de hak görüntüsü ve haklı gösterilen yöntem ve delillerle, batıl düzenleri, çıkarcı rejimleri ve saldırgan kapitalist sistemi destekliyorlar.

Bu yüzden Emir el-Mu'minin hz. Ali -as- nehculbelaga’nın 50. Hutbesinde bu konuda şöyle buyuruyor:

Eğer batıl haktan karışmaksızın arınmış olsaydı, sekte olanlar (hakikat peşinde koşanlar) için gizli kalmazdı. Eğer hak da batıl örtüsünden arınmış olsaydı, inatçı düşmanların dili ondan kesilmiş olurdu.. Ama biraz bundan (hak­tan) biraz da ondan (batıldan) alınmış, sonra birbirine ka­rıştırılmıştır. İşte o zaman şeytan dostlarına musallat olur. Sadece Allah'ın lütfuna mazhar olanlar kurtulur.

Değerli dinleyiciler bugün de bizlere ayrılan surenin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu hafta sizlerle Rasûlüllah’ın -saa- mübarek namazlarında okuduğu bir dua ile ayrılmak istiyoruz.

للَّهُمَّ أَنْتَ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَ الْأَرْضِ وَ مَنْ فِیهِنَ‏ فَلَکَ الْحَمْدُ (وَ لِلَّهِ الْمُلْکُ وَ الْحَمْدُ) وَ أَنْتَ قَیَّامُ السَّمَاوَاتِ وَ الْأَرْضِ وَ مَنْ فِیهِنَّ فَلَکَ الْحَمْدُ وَ أَنْتَ الْحَقُّ وَ وَعْدُکَ الْحَقُّ (حَقٌّ) وَ قَوْلُکَ حَقٌّ وَ إِنْجَازُک حَقٌّ وَ الْجَنَّهُ حَقٌّ وَ النَّارُ حَقٌّ وَ أَنْتَ الْحَقُّ اللَّهُمَّ  لَکَ أَسْلَمْتُ وَ بِکَ آمَنْتُ وَ عَلَیْکَ تَوَکَّلْتُ وَ بِکَ خَاصَمْتُ وَ إِلَیْکَ حَاکَمْتُ یَا رَبِّ یَا رَبِّ یَا رَبِّ اغْفِرْ لِی مَا قَدَّمْتُ وَ أَخَّرْتُ وَ أَسْرَرْتُ وَ أَعْلَنْتُ‏ أَنْتَ إِلَهِی لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ اغْفِرْ لِی وَ ارْحَمْنِی وَ تُبْ عَلَیَّ إِنَّکَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِیمُ

Allah’ım! Sensin göklerde ve yerdeki nur ve aralarında olan her şeye aydınlık veren, öyle ise övülmeye layıksın; ve sensin göklerde ve yerde ve aralarında olan her şeyi yaratan, öyle ise övülmeye layıksın; ve sen Hakk’sın ve verdiğin vaatlerin haktır ve senin kelamın haktır ve iraden hatır ve cennetin hak ve cehennemin haktır. Allah’ım ben senin hükmüne teslimim ve sana iman etmiş ve sana tevekkül ediyorum ve senin aracılığınla düşmanla mücadele ediyor ve hüküm vermeyi sana getiriyorum; ey Allah’ım, ey Allah’ım, ey Allah’ım günahlarımı eskiden ve gelecekten, açık ve gizliden ne yaptıysam kereminle bağışla. Allah’ım senden başka bir ilah yoktur, Muhammed ve Al-i Muhammed’e selam gönder , ve günahlarımdan geç ve halime acı ve tevbemi kabul et zira sen tevbeleri kabul eden, esirgeyensin.