Mayıs 15, 2016 07:03 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde Batı dünyasında sekularizmin ortaya çıkış nedenini ve bu düşüncenin fikri temellerini irdeledik.

Geçen bölümlerde ayrıca sekularizmin insan hakları meselesi üzerindeki tesirini ve çeşitli boyutlarını masaya yatırdık ve süremiz el verdiği sürece sekular insan hakları ile İslamî insan hakları arasındaki farklılıkları beyan ettik.

Şimdi sekularizim beşeri toplumun bir başka önemli meselesi olan ahlak üzerindeki tesirini irdelemek istiyoruz.

Eğer gayet sade bir yöntemle ahlakla ilgili konuları tanıyacak olursak, iyilik ve kötülük, doğru ve yanlış, olur ve olmaz, görev ve sorumluluk, fazilet ve rezillik gibi özellikleri kapsayan her durum bir ahlaki konu olduğunu söyleyebiliriz.

İnsan ahlakı rönesans döneminden önce genellikle dini ahlaktan ibarettir, şöyle ki din, faziletlerin veya rezilliklerin belirlenmesi ve mısdaklarının teşhisinde temel rol ifa ediyordu. Gerçi o dönemde de dini ahlak kullarına uymayan insanlar vardı.

Rönesanstan sonra ve kilisenin güç kaybına uğramasına paralel olarak kültür ve siyaset alanında yaşanan geniş değişimlerle beraber, ahlak da sekularize olma yönünde hareket etmeye başladı. Bu süreç özellikle 20. Yüzyılın başlarında daha da şiddetlendi.

Din ve ahlak arasındaki ilişki ve bu iki nesnenin birbiriyle bağlantıları hakkında farklı görüşler gündeme getiriliyor. Bu görüşleri genel olarak iki kategoride sıralamak mümkün. Bir grup ahlak çeşitli açılardan dine bağlı olduğunu ve bir başka grup ahlakın dine ihtiyacı olmadığını ve dinsiz de kabul edilebilir bir ahlak yaratmanın mümkün olduğunu savunuyor. Her iki grupta ise bazı radikal tezler bulunmakla beraber, öteki grupla bir çok ortak yönü bulunanlarda bulunuyor.

Ahlakın din ve ilahi tealime ihtiyacı olmadığını savunanları ise sekalur ahlakın savunucuları oluşturuyor. Dünyevi olmak, kişisel olmak, dini olmamak ve bireysel özgürlüğe azami derecede vurgu yapmak, sekular ahlakın belli başlı özellikleridir.

Geçen bölümlerde sekularizm düşüncesinin fikri temellerini irdelemiştik. Şimdi sekular ahlakın da aslında aynı temellere dayandığını belirtmek istiyoruz. Bu temeller akılcılık, bilim tutkunluğu, tecrübecilik, hümanizm ve liberalizm gibi temellerdir. Geçen bölümlerde ayrıca İslam açısından bu temelleri irdeledik ve reddedilişlerinin gerekçelerini açıklandık. Şimdi sekular ahlakı açmadan önce özelliklerini tanımak gerekir ve ardından din ile ahlak arasındaki çeşitli irtibatları irdeleyerek sekularların ahlakla ilgili iddiaları doğru olup olmadığını ortaya koyacağız.

Aslında sekularların dinden tanımları bu kesimin din ile ahlak arasındaki ilişkiden telakkilerinde önemli rol ifa etmektedir. Sekularlar dini sadece Allah’a inanmak, bireysel duygular ve ibadetler ve bazı toplu ayinlerle sınırlı tutuyor ve dinin sonuçta sadece insanın maneviyata olan ruhi ihtiyacını giderdiğini ve yaşamının başka boyutları ile ilgisi olmadığını ileri sürüyor. Sekularların gözetlediği ahlak da en iyi şartlarda insanların davranışlarını toplum ayakta kalacak şekilde kontrol etmesi için bir araçtır. Yine ahlak insanda hoşnutluk ve mutluluk duygusu yaratmalıdır. Sekular ahlakı savunanlar açısından ahlak için bu hedef yeter ve insanın huzur eğilim ve daha iyi bir toplumda yaşama arzusu ahlak ilkelerinin uygulanması için en iyi güvencedir.

Dini ahlakla sekular ahlak arasındaki en önemli farklılık, her iki anlayışın din ve ahlaktan sundukları tanımdan kaynaklanır. Nitekim sekularların din hakkında düşündükleri bir çok özellik, İslam dini ile bağdaşmamaktadır. Sekularların istidlallerinde işaret ettikleri din özellikleri aslında rönesans döneminde etkinliğini kaybeden ve insanın bireysel ve sosyal yaşamı üzerindeki etkileri sorgulanmaya başlanan tahrif edilmiş hristiyanlıktır.

Sekularların düşüncesinin aksine din hakiki anlamında, Allah’a ve maad ilkesine ve Allah tealanın insan yaşamında hidayet edici olarak peygamberler göndermek ve şeriat getirmek sureti ile insanları hidayete erdirdiğine inanmaktır. Dinden bu telakki, vahiye dayalı din olarak bilinir. Burada mevzu bahis olan din, vahiye dayalı dindir ve belli emirleri ve hükümleri vahiy yoluyla bildirmek ve insanları belli bir yaşam tarzına teşvik etmek sureti ile bir nevi ahlak alanına girdiği gibi, hatta kendine özgü has bir ahlak anlayışı inşa etmektedir. Dolaysıyla tahrif edilmemiş son vahiye dayalı din olarak İslam dini, sekularların işaret ettiği dinlerle köklü farklılıkları söz konusudur.

İslam’ın bakış açısında ahlak tanımı Batılıların tanımından farklıdır. Müslüman alimlere göre ahlak sadece insanların birbiriyle ilişkileri ile sınırlı kalmıyor, aynı zamanda değerlendirilebilecek her türlü insani davranışı, sıfatı ve erdemleri de kapsıyor. İslam dini ile aşina olanlar bu ilahi dinde tealimlerin önemli bir bölümü insanların davranışları ve amelleri ve insani faziletlere göre nefsi yetiştirmeleri ile ilgili olduğunu bilir. Buna göre ahlak, dinin bir alt katgorisi olarak yer alır. Yine İslam dininde ahlakın hedefi, sosyal düzeni korumaktan çok ötede bir hedeftir. İslam dininde ahlak insanı kemale erdirmek gibi yüce bir görevi söz konusudur.

Ahlakın hedefi, her zaman ahlak ilminde en önemli tartışma konularından biri olmuştur. Ahlaklı yaşamak insanı bazı mali çıkarlardan mahrum bıraktığı gibi, bazı durumlarda güç ve mevkiye ulaşmasına da mani olur. Ahlaksız insan çıkarlarını temin etmek için her yola baş vurur, fakat ahlak lı insan kendine bir takım kısıtlamalar getirir ve her işi yapmaz. Burada akla gelen soru şu ki bu kısıtlamalara ve dünyevi menfaatleri kaybetmeye neden katlanılır?

Çeşitli düşünceler ahlakın hedefi hakkında farklı görüşleri gündeme getirir: çıkar ve menfaat elde etmek, nefsani lezzetlere kavuşmak veya daha iyi bir toplum yaratmak, ahlak için beyan edilen bazı hedeflerdir.

Sekular ahlak bir nevi tüm bu hedefleri ahlak için kabul eder ve ahlak için bu dünyadaki yaşam için daha iyi ve daha müreffeh bir topluma kavuşmaktan daha ötede bir hedef gerekli olmadığını savunur. Fakat dini ahlak, ahlak için daha yüce bir hedef tanımlar. İslam öğretilerine göre insan erdemi, ahlaklı yaşamanın tek şayeste hedefidir. Gerçekte insanı dünyevi çıkarlar uğruna ahlak ilkelerini ve ahlaki değerleri çiğnemekten alıkoyuna şey, hakiki menfaate ulaşmak, yani insana yakışan şayeste erdeme kavuşmaktır.

Dünya görüşü çeşitli düşüncelerin ahlakla ilgili görüşlerinin belirlenmesinde önemli rol ifa eder. Sekular dünya görüşü insanı doğum ve ölüm arasında sınırlı olan bir mahluk şeklinde tanımlar. Sekular düşüncenin teorisyenleri için insanın nereden geldiği ve nereye gideceği önem arz etmez. Ancak dini dünya görüşünde insan mebda ve maaddan ayrı tanımlanmaz. Müslüman düşünürler bu dünyada tüm amellerimizin insan erdemi üzerinde gerçek tesiri oludğunu ve insanın ölümden sonraki dünyada ebedi saadeti bu dünyada kemale ermeden mümkün olmadığını savunur.

İslamî düşüncede bu dünyada her amelin değeri, insan erdemi üzerindeki tesirine göre belirlenir. Eğer bir amel çirkin sayılıyorsa, bunun sebebi insan erdemi üzerindeki olumsuz etkisi yüzündendir ve gerçekte insanın ebedi saadetten uzaklaşmasına sebebiyet vermektedir.

Burada eksen nokta şu ki insan bir şeyi tanıyabilmesi için o şeye aklı açıdan musallat olması gerekir. O zaman amellerin ve iyi veya kötülüğünün ahlaki değerlerini tanımak için her şeyden önce insanın ebedi saadeti üzerindeki etkisini bilmek gerekir ve bunun için de ölümden sonraki dünyayı ve bu dünyaya hakim olan ilişkileri doğru biçimde tanımak gerekir. Fakat insan aklının bazı kısıtlamaları söz konusudur ve bu kısıtlamaların en önemlisi, ölümden sonraki dünyaya musallat olamadığı için bu dünyadan doğru bir tanım elde edememesidir. Gerçi insan aklını kullanarak bir başka dünyanın varlığını ve insanın ahiret aleminde yaşamının ebedi olduğunu idrak edebilir, fakat bu dünyaya hakim olan ilişkileri ve kuralları ve iki dünya arasındaki ilişkileri anlamak insan aklının gücünün dışındadır.

Gerçekte ahlakın dine olan önemli bağımlılıklarından biri de buradan kaynaklanır. İlahi vahiy ve din alemleri yaratan Allah tarafından geldiğinden en iyi biçimde amellerin insanın bir sonraki dünyada saadeti veya şakaveti üzerindeki etkisini belirler. Çünkü Allah teala mutlak ilim sahibidir ve her iki dünya O’nun mahlukudur ve her iki dünyaya musallattır.

Böylece akıl gücü ve beşeri fıtratı aracılığı ile ahlakın temel ilkelerini tanıyan ve bazı mısdaklarını da teşhis edebilen insan ilahi vahiy ve din öğretileri sayesinde yaşamının tüm aşamalarında ve her türlü şartlarda amellerinin gerçek tesirini öğrenebilir ve böylece de iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edebilir. Böyle bir insan görece çıkarlara veya geçici lezzetlere kanmaz ve çelişkileri halletmek için de ahlakın nisbiliği tuzağına düşmez. Böyle bir insan kesin yakin ve güçlü iradesi ile amellerine hakikat ve fazilet ilkelerine göre çeki düzen verir.