Mayıs 21, 2016 10:40 Europe/Istanbul

Geçen bölümde sekularizmin insan yaşamının en önemli alanlarından biri olan ahlak alanı üzerindeki tesirlerinden söz ettik ve sekular veya dinden arındırılmış ahlakın en temel özelliklerini birlikte gözden geçirdik.

Yine dünyevi olmak, kişisel olmak, dini olmamak ve bireysel özgürlüklere azami derecede vurgu yapmak, sekular ahlakın en belirgin özellikleri olduğunu öğrendik.

Bundan başka geçen bölümde sekular ahlakın şekillenmesinde temel rolü ifa eden şeyin, sekularizm taraftarlarının din ve ahlaktan sundukları tanım olduğunu anlattı. Sekular kesim dini tamamen kişisel ve bireyin kendi iç dünyasına özgü bir durum olarak tanımlıyor ve bireyin ve toplumun yaşamını yönetmek için gerekli altyapılardan yoksun olduğunu ileri sürüyor sekular kesim ayrıca ahlakı da insanların birbirine karşı davranışı şeklinde tanımlıyor ve amacını da toplumda düzeni korumak ve insanlarda mutluluk duygusu yaratmak şeklinde beyan ediyor.

Ancak ne var ki sekular kesimin dinden tanımı İslam dininin özellikleri ile bağdaşmıyor, çünkü İslam dininin insanların bireysel ve sosyal yaşamlarını yönetmek üzere geniş kapsamlı programı bulunuyor.

İslam açısından insanın yaratılış gayesi, yüce Allah katına yakınlaşması ve insani şayeste erdeme nail olmasıdır. İslam’ın ahlaktan sunduğu tanım da insanoğlunun yaratılışı ile sıkı sıkıya bağlıdır.

Bugünkü sohbetimizde din ve ahlak arasındaki irtibatın üzerinde durmak ve sekular kesimin ahlakın dine ihtiyacı olmadığı iddiasının doğru olup olmadığını irdelemek istiyoruz.

Gerçekte din ve ahlak ilişkisinden farklı algılamalar gündeme gelmiş ve halen de gelmektedir. Bu algılamaların bazıları pek akılcı gözükmüyor ve bu yüzden radikal gibi geliyor. Din ve ahlak arasındaki ilişki konusunda en radikal algılama, bir fiilin iyi veya kötü olmasının ancak Allah’ın emretmesine veya men etmesine bağlı olmasıdır. Yani bir fiil Allah tarafından emredilmedikçe veya men edilmedikçe ne iyidir ve ne de kötü ve ancak Allah o fiili emreder veya men ederse, iyi veya kötü olur. İlahi emir tezi olarak ün yapan bu tez hem hristiyan aleminde ve hem bazı radikal grupların arasında az sayıda taraftarı vardır.

İlahi emir taraftarları, hiç bir fiil başlı başına iyi veya kötü olmadığını ve ancak Allah ona emrettiyse iyi denebileceğini savunur.

Ancak bu inancı paylaşmak için, eğer Allah açıkça kötü olan bir fiili, örneğin masum insanların işkence edilmesine emrederse, bu fiilin tamamen ahlakli olduğunu kabul etmek gerekir veya eğer Allah peygamberini cehenneme götürürse kötü bir iş yapmış sayılmaz, çünkü iyi, Allah’ın yaptığı veya emrettiği şeydir.

Ancak ilahi emir tezi mantıksız gerekçeleri yüzünden ister dini ister sekular, bir çok ahlak bilgini ve düşünürü tarafından reddedilmiştir.

Dini ahlak hakkında çeşitli algılamaların arasında dikkat çeken ve din ve ahlak ilişkileriyle ilgili felsefi ve akılcı sorunları çok iyi bir şekilde geride bırakan ve bunun yerine sekular ahlakın kusurlarını ortaya çıkaran bir başka tez de söz konusudur. Dini ahlaktan bu algılamaya inananlar, her amelin iyi veya kötü oluşu o amelin zatına bağlı olduğunu ve Allah’ın emretmesi veya men etmesi ile ilgisi olmadığını savunuyor. Yani gerçekte Allah bir fiile zaten iyi olduğu için emrediyor ve yine bir fiil zaten kötü olduğu için onu men ediyor.

Bu tez bir önceki tezin tam karşı noktasıdır, çünkü ilk tez bir fiil Allah emrettiği için iyi olduğunu veya men ettiği için kötü olduğunu savunuyordu.

Kur'an'ı Kerim Araf suresinin 28. Ayetinde şöyle buyuruyor:

Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

En son ele aldığımız görüşe göre, ahlaki değerler ilahi emirden önce gelir ve ondan bağımsızdır. Gerçi bu inanç dinin ahlak üzerindeki hayati etkisini inkar etmek anlamına gelmez, ancak sekularlar bu konudan mantıksız bir sonuca varıyor, ki bu da dinin ahlaktan bağımsız olduğudur. Oysa gerçek şu ki ahlaki değerlerin ilahi emirden bağımsız olma varsayımına rağmen yine de ahlak bir çok önemli ve temelli boyutlarda dine bağımlıdır.

Bu tezi savunanlar dinin ahlak alanında hayati rolü ilk etapta marifet tanımında söz konusu olduğunu belirtiyor, yani ilahi emir ve men olmadan insan hayır ve şerrin ve adalet ve zulmün tüm mısdaklarını tanıyamaz.

Gerçekte insan yüce Allah’ın onu verdiği akıl ve fıtratı ile adaletin iyi olduğunu ve zulmün kötü olduğunu idrak eder ve hatta önemli oranda adalet ve zulmün mısdaklarını tespit edebilir. Örneğin her insan çocukları taciz etmenin ahlaksızlık olduğunu bilir, ancak tüm durumlar çocukları taciz etme durum kadar insan aklı ve fıtratı için açık ve net bir şekilde ortada değildir. Örneğin hekimlerin iyileşmesinden umudu kestiği ve yaşamını sürdürmesi acılarla dolu olan bir hastanın hayatına son vermesine müsaade etme meselesi hala ahlak bilginleri arasında ciddi bir tartışma konusudur. Yine kürtaj, hem de anneyi ve cenini hiç bir ciddi tehlike tehdit etmediği bir sırada yapılması, bir başka zorlu örnektir ve her daim tartışma konusu olmuştur.

Yine insanların davranışlarında bir çok durum vardır ki bir toplum veya bir ülke onları ahlaki erdem sayarken, bir başka toplum veya ülke ahlak karşıtı saymaktadır. Cinsel ahlakla ilgili konular bu bağlamda en somut örnektir.

Aslında bu tür görüş ayrılıkları ve anlaşmazlıklar sadece sıradan insanların arasında değil, çeşitli milletlerin düşünürleri ve bilginleri arasında ve hatta aynı çağda bir arada ve benzer şartların altında yaşadıkları halde söz konusudur ve insanların bir çok fiillerinin ahlaki olup olmadığı alanında zıt görüşler beyan etmiştir. Bu durum insanların sırf akıl ve fıtratının yardımı ile hayır ve şerrin tüm mısdaklarını kesin tespit edemeyeceğini göstermektedir, nitekim bu yüzden bazen ahlak alanında nisbiyet tuzağına düşer ve bu da ahlaki sabit ilkelerin belirlenmesini imkansız hale getirir. Bazı uzmanlar ahlakta nisbiyet sonuçta ahlakın temelini çökerttiğini savunur.

Sokrates’in görüşünün aksine iyi ve kötüyü tanımak insanları ahlaki amele zorlamak için yeterli değildir. Eflatun ve Aristo haklı olarak bu konuda Sokrates’in görüşüne karşı çıkmıştır. Çünkü Sokrates insanın içindeki çeşitli eğilimleri göz ardı etmiştir, osya bu eğilimler çeşitli şartlarda ahlaki ilkeleri bilen insanı bu ilkeleri ve değerleri çiğnemeye yöneltir. Dolaysıyla ahlaki değerler uygulamada güvenceye muhtaçtır. Din insanı kıyamet günü ve ahirette hesap vermesi gerektiği konusunda bilgilendirerek en güçlü teşviki ve en etkili sakındırıcı gücü içerir.

Bundan başka bazen insanlar çok büyük ahlaki veya ahlak karşıtı amellerde bulunur, öyle ki bu amellere bu dünyada uygun mükafat veya ceza düşünülemez. Dünyada her şeyinden vaz geçen ve hatta canını başkalarının canını kurtarmak için feda eden veya bilakis, bir çok cinayet işleyerek bir çok insanın ve hatta gelecek kuşakların canını yakacak zemini oluşturan insanlara bu dünyada gerektiği gibi mükafat veya ceza verilemez. Dolaysıyla sekular bir ahlakta fedakarlık gibi büyük bir ahlaki değer için yeterli saik yaratılmazken, dini ahlak kıyamet gününe inanmak ve uhrevi ceza ve mükafatla bu tür ahlaki amelleri yerine getirmek için yeterli saikleri yaratabiliyor.

Bazılar ahlaki bir amel konusunda mükafat veya cezanın gözetilmesi, fedakarlık ve ihlaslı amel olan ahlak ruhunu heba edeceğini ve ahlak meselesini bir ticaret ve maslahat ve çıkar malzemesi yapacağını savunuyor. Bu kesime verilecek cevap, bir amelin mükafat veya cezasının gözetilmesi, ahlakın ilk merhalelerinde ve ahlaki erdemin ortalarında söz konusu olduğudur. Gerçekte insan sürekli ahlaki amelleri yerine getirmekle artık mükafatını veya cezasını düşünmeksizin o ameli yapacak noktaya gelir. Her insan ahlaki yaşam için en başta nefsini terbiye etmesi gerekir. Nefsin terbiyesi için yolun başında teşvik veya uyarı gereklidir. Ancak nefsin terbiyesinde daha ileri aşamalarda bunlara gerek kalmaz ve insan için insani erdeme ulaşmak her şeyden önemlidir.

Bu süreçte bir başka önemli nokta, dinin ahlak alanına yüce ahlaki değerleri ve kavramları kazandırmasıdır, ki bu da insani ahlakın yücelmesine vesile olur. Fedakarlık, takva, Allah’a tevekkül etmek, dini olmayan ahlakta anlam ifade etmeyen bu kavramlara birer örnektir. Bu kavramların sayesinde dindar ve gerçek müslüman insan ahlaki amel arenasında sekular ahlaka inananlar için acayip gelen örnekleri sergiler.

Sonuçta mülhidler ve sekular insanlar asgari düzeyde ahlakı olan bir topluma sahip olabilir ve bazen toplumları kısmen ayakta tutarak insanlara nisbi huzur kazandırabilir. Ancak onlar insani kemale uzanan yoldan yani yüce ahlaktan mahrum kalır, çünkü ahlakın hedefini belirlemek ve mısdaklarını kesin belirlemek gibi önemli konularda ahlak, dine yönelik inkar edilemez bağımlılığı söz konusudur. Bu yüzden bugün Batılı düşünürler Batılı toplumlarda ahlak temellerinin çöküşünden duydukları kaygıyı dile getirir. 015