Türkiye'den köşe yazarları
Yeniasya: Vize krizi büyüyor ......................................
Milli gazete:
Suçu önleyecek sistem gerekli
Star:
Türkiye'den yeni doğal gaz hamlesi!
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Mehmet Ocaktan 26 Ağustos tarihli Karar gazetesinde, “AK Parti gençlerin oyunu istemiyor…”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Hiç lafı dolandırmaya gerek yok, bütün siyasi partiler toplumun farklı kesimlerinin oyuna taliptirler. Çünkü hepsi ülkeyi yönetme iddiasındadır ve doğal olarak herkesi kucaklamak durumundadırlar. Bunun bir tek istisnası vardır, marjinal partiler… Özü itibariyle bu partilerin doğrudan hitap ettikleri belli kesimler vardır, dolayısıyla politikalarını da daha sınırlı bir toplumsal yapı üzerine bina ederler. Mesela Avrupa’daki faşist ve ırkçı partilerin söylemleri ağırlıklı olarak göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı üzerinedir.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Avrupa’daki benzerleri gibi keskin çizgilerle ifade etmeseler de Türkiye’deki bazı partilerin politikalarının da aşırı milliyetçi ve yabancı karşıtlığı üzerine bina edildiğini söylemek mümkün. Ancak AK Parti gibi ’70 milyonu kucaklama’ hedefiyle yola çıkan ve ilk on yılında bu iddiasını sürdüren merkez konumundaki partilerin ideolojik ya da kimliksel aidiyetler üzerinden siyaset yapmaları kendi gerçekliklerini inkar anlamına gelir.
Evet bugün AK Parti iktidarı ekonomik anlamda Türkiye’ye tarihinin en sıkıntılı günlerini yaşatıyor, hukuk, dış politika, eğitim ve tarımda artık hiçbir konuya hakim değil. Kurumsal hafızanın dinamosu niteliğinde olan liyakat ilkesini tümden kaybettiği için de açıkçası ne yapacağını bilemiyor.
En dramatik olanı da 2011’e kadar ülkede iyi işlerin altına imza atan bu partinin, kendisini bugünlere getiren geniş toplum kesimlerini yok sayan jakoben bir zihniyete teslim olmasıdır.
Maalesef bugün AK Parti eleştirel düşünceye tahammülsüz, beğenmediği her şeyi yasaklayan bir parti haline gelmiş bulunuyor. Öyle ki yıllardır genç kuşakların coşkuyla dinlediği müzikleri, izlediği konserleri bile yasaklayarak gençlerle arasındaki duvarları giderek yükseltiyor. Neredeyse gençlerin yan yana durmasından bile endişe eder durumda.
Özellikle son bir yıl içinde yasaklanıp iptal edilen konserler ve müzik festivallerinin listesi öylesine kabarık ki herhalde böyle bir yasaklar manzumesi bugüne kadar hiçbir iktidara nasip olmamıştır.
…***
Cevher İlhan 26 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, “Saptırmalı siyasî skandallar…”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Son dönemde iktidar partisindeki erimenin kısmen durduğu iddialarının aksine anketlerde oy kaybının hızlandığının ortaya çıkmasına karşı partili Cumhurbaşkanı bazı bakanlarla partisinin kurmaylarını apar topar genel merkezde toplayıp mitinglerdeki yetersizlik ve ilgisizlikten yakınarak “meydanları hareketlendirin!” tâlimatı vermiş. Bu arada “Erdoğan’ın aday olamayacağı” Anayasal hükmüyle “YSK’nin kararı”na sığınarak yerine bir başkasını aday göstereceği,“AKP’nin dağılacağı, baraj altında kalan küçük ortağının siyasetten tasfiye sürecinin tetikleneceği” konuşuluyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Görünen o ki millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i esas alan “demokratikleşme projesi”, “iktidar cephesi”nin siyasi oyun ve tezgâhlarını altüst etmiş. Bu yüzden, seçim sürecinde, şimdiye kadar “kesinlikle olmaz” diye reddettiklerini çârnâçâr tek tek yapıyor.
Ana muhalefet liderinin dar gelirlilere “bankaların yüzde 400 kâr artışı olurken, ödemeyin!” çağrısıyla icra ve haciz altındaki elektrik, su, doğalgaz, telefon gibi temel ihtiyaçlara ait altı milyon vatandaşın borçlarının kamuca üstlenilmesi bunun son örneği.
Bu arada yirmi yıllık AKP iktidarında “tek kişilik yönetim”in icraatı olan ağır ekonomik kriz için “yine iktidardakiler çözer” havası pompalanıyor.
Geçen Ağustos’ta 7 lira olan motorinin litresi 26 lirayı aşarken, önce yaz ayları, ardından sonbahar, en son gelecek senenin ilk aylarında “enflasyonun düşme eğilimine gireceği, ekonominin düze çıkacağı” ileri sürülüyor.
Avrupa’daki yıllık 7-9 enflasyon Türkiye’deki yüzde 80 enflasyonla kıyaslanıyor. Cumhurbaşkanı “Onlardaki yüzde 9 enflasyonun ekonomik ve sosyal sonuçlarıyla bizdeki yüzde 80 enflasyonun sonuçları aynı değil ki” diye insanların sırf kargaşa olmasın diye sokağa dökülmemelerini bir “başarı” olarak sunarken; “sizde enflasyon çok yüksek” diyen yabancı bir bakana Maliye Bakanı “Ben bu enflasyonla sokağa çıkıyorum, siz yüzde on enflasyonla sokağa çıkamıyorsunuz!” diye milletin ağırbaşlı sabrını bir “mârifet” sayıyor…
Kısacası, daha senenin ortasında bütçede, büyümede, enflasyonda, dövizde, dolar garantili ihalalerde hiçbir hedef tutturulamayıp yüzde doksan sapmalar karambola getirilirken, 3.3 milyarlık köprüye 9 milyar dolar garanti verilmesi hoyratlığında göz göre göre çöküşün üstü örtülmek isteniyor.
Ama ekonomistler, kışta elektrikten gıdaya üst üste yığılan daha da fahiş zamların ertelenmesiyle Türkiye’nin enflasyonun üçlü rakamlarla tırmandığı Venezuela’nın durumuna düşeceğini söylüyor.
Hâsılı, din ve milliyetçilik üzerinden tahkir ve tahriklerle muallel nefret dilli “kimlik siyaseti”nin bir netice vermemesi, halka anlatacağı hiçbir “hikâyesi”nin artık kalmaması ve bütün vaadlerinin boşa çıkmasıyla siyasi iktidar tam bir çıkmazda; koltuğu kaybetmenin telâşı ve paniğiyle “belki tutar” diye bile bile peşpeşe canhıraş saptırmalı skandallara tevessül ediyor.
Ama akıbet ortada; fecaat her haliyle “gidiş”i gösteriyor…
…***
Esfender Korkmaz 26 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, “İktidarın ekonomik anlayışında tuz koktu”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor. “Son günlerde hükümet ekonomi alanında;
''Borsaya 13,6 milyar dolar girdi. MB rezervleri 15,4 milyar dolar arttı. Finans ve sermaye piyasasını destekleyeceğiz.'' ''Türkiye'nin ihtiyacı, faizi yükseltmek değil, yatırımı, üretimi, istihdamı ve ihracatı artırmaktır.'' şeklinde iki görüş açıkladı... Ama keşke iş bu kadar kolay olsaydı. Kolay değil çünkü ekonominin içinde insan var. Hükümetin ve hükümet üyelerinin her kararı doğrudan insan refahını etkiliyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Eğer içinde bulunduğumuz krizi görmezden gelir ve yanlış teşhis koyarsak bu kriz daha da derinleşir.
14 Temmuz 2022 tarihinde borsa endeksi 2.457 idi. 25 Ağustos'ta 3.120 oldu. 40 günde yüzde 27 arttı. Bu bir spekülasyondur. Gelen yabancı fonlar spekülatif fonlardır. Ayni fonlar bir zaman sonra çıkacak ve borsa endeksi tekrar düşecektir. Bunun içindir ki ekonomi kırılgandır. Bu nedenledir ki dünyanın en büyük üç raiting kuruluşu, Türkiye'nin kredi notunu ''çok spekülatif, yatırım yapılamaz'' seviyesine düşürdü.
Dahası sermaye girişi olsa, aynen 2003 yılından 2012 yılına kadar olduğu gibi, yabancı sermaye girişi cari açıktan fazla olursa, döviz arzı artar ve TL değer kazanır. Oysa ki bugün MB, TÜFE bazlı reel kur endeksine göre TL yüzde 46 oranında daha düşük değerdedir.
Öte yandan bugünkü ekonomik krizin altında yatan nedenler arasında, ekonomide sektörel dengenin bozulması da var. Finans sektörü balon yaptı ve reel sektörü temsil etmekten uzaklaştı. Hükümetin sürekli finans sektörünü destekleyen politikaları reel sektör aleyhine haksız rekabet yarattı. Reel sektör içinde de, kamu ihaleleri belirli firmalara verildiği için ikinci bir haksız rekabet ortaya çıktı.
Hükümet istikrar istiyorsa, algı yaratmak yerine bu sorunları nasıl çözeceğini açıklamalıdır.
Enflasyon en ağır ekonomik istikrar sorunudur. Eğer hiperenflasyona gidiş varsa, belirsizlik yüksek demektir. Yarınını göremeyenler fizibilite yapamaz, yatırım kararı almaz. Toplam talebin nereye evrileceğini kestiremeyen üreticiler, üretimi artırmaz. Demek ki yatırımı, üretimi ve istihdamı artırmak için önce faizleri değil, enflasyonu düşürmek gerekir. Enflasyonu düşürmek için de bütün dünyanın yaptığı gibi faizleri artırmak gerekir.
Bugünkü hukuki sorunlar ve mülkiyet endişeleri varken, bedava para da versen kimse yatırım yapmaz. Faizleri düşürmeden önce güven sorununu çözmek gerekir.
Türkiye'de üretim dışa bağımlı yapı kazandı. Üretimde; ara malı ve ham madde olarak kullanılan ithal girdi oranı yüksektir. Kur artışı ve CDS oranının artması, girdi ithalatın finansman maliyetini artırdı. Türkiye ithalat yapamazsa, üretim de yapamaz.
İhracat malı üretiminde ithal girdi oranı daha yüksek, yüzde 70 ile yüzde 80 arasındadır. İhracat artışı kendinden daha büyük ithalat artışı yaratıyor ve bunun içindir ki dış ticaret açığımız artıyor.