Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: Muhalefet, Sedat Peker'in ülke gündemine oturan rüşvet iddialarını yargıya taşıyor
Yeniasya:
Maaş zamları vergiye gidiyor
Yeniçağ:
Erdoğan’ın eski sırdaşı Turhan Çömez AKP’deki rüşvet ağını anlattı
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Veysel Ulusoy 28 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Enflasyonda baz etkisi cambazlığı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" ABD ve diğer gelişmiş ekonomiler son 40 yılın en yüksek ve en can yakıcı enflasyon oranlarını yaşıyor. Hemen tümünde oran artık çift hanelere geldi ve uzun bir süre de kalıcı olacak. Kalıcı olmasının nedeni çok açık... Enflasyon özü itibarıyla yapışkan bir özelliğe sahiptir. ABD merkez bankası (Fed) başkanı son konuşmasında faizlerin daha bir süre enflasyonu ehlileştirme aracı olarak kalıcı bir şekilde yukarılara çıkacağını, sonrasında ise tepe noktasında yönünü aşağı çevirmesi için uzun bir zaman geçeceğini vurguladı. Bu kapsamda kısa dönem verilerine bakarak enflasyon sorununu çözüyoruz yaklaşımının yanlış olduğunu belirtti."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Konuşmasında ayrıca, faizleri artırmanın ve dolayısıyla enflasyonu uzun dönemde aşağılara çekmenin toplumsal acıyı artıracağını ve bunun bir maliyetinin olduğuna da işaret etti.
Doğal olarak Fed’in en ufak bir hareketi ya da görüşü gelişmekte olan ülke ekonomilerini yakından ilgilendiriyor. Henüz yüzde 10’lara erişmiş bir enflasyon oranının bu kapsamda söylemlere konu olduğu düşünüldüğünde, bizim gibi üç haneli enflasyonu tecrübe eden bir ekonomide durumun ciddiyetini tartışmak gerekir.
Enflasyon yalın anlamıyla düşünüldüğünde hayat pahalılığını artırdığı gibi, uzun dönemli yani kalıcı olduğunda tüm hane halkı tasarruflarını da eriten bir özelliğe sahiptir. Hükümetin para ve maliye politikaları yanında uygulamaya çalıştığı veya test ettiği bazı yaklaşımların özelliğine göre de bu maliyet ve diğer toplumsal sorunlar değişik hal alabilir. Bunların başında kuru korumayı ve liralaşmayı teşvik ettiği sanılan ve aslında sadece zaman kazanma amacı güden hatta ekonomi planı olarak sunulan kur korumalı mevduat gelmektedir.
Ama bilinen en açık gerçek ise bunun sadece günü kurtarma politikası olduğudur.
Enflasyon sorununun çözümü ülke özelliklerine, para ve maliye politikalarına bağlı olmakla beraber bazen de garip bir şekilde verilerin özelliği ile ilgilidir. İlkini bu yazımızda bir kenara bırakarak sizlere bizim siyasetçilerin yani bizi yönetenlerin aklındaki çözümü bir örnekle anlatmak isterim.
Bu yaklaşımı bir kenara not edin lütfen zira hükümet bakın enflasyonun yönü nasıl da aşağı geldi, artık bu düşüşü sürekli yaşayacağız türünden söylemlerle önümüzdeki seçime yelken açacak.
...***
Mehmet Kara 28 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, " Geminin batmaması için"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Hükümetin ekonomideki başarısızlığını hayat pahalılığında, enflasyonun yüksekliğinde, paramızın döviz karşısındaki değersizleşmesinde, durmadan para basılmasında, iç ve dış borcun artmasında görmek mümkün. Dünyanın uyguladığı ekonomik politikaların tam aksi politikalar uygulanarak ekonomi daha da bozulurken inatla aynı politikalara devam ediliyor."diyen yazar, yazısınıjn devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesabı ısrarı devam ederken, hükümet vatandaştan hâlâ bu hesabı desteklemesini istiyor. İnsanlar hayat pahalılığı altında inim inim inlerken hükümet “sabır” diyor. Durum böyle olduğu halde ekonominin gelecek sene düzeleceğini söyleniyor. Tabîi inanırsanız…
Erdoğan son olarak, “Hepimiz aynı gemideyiz; ekonomi üzerinden açılan deliklerden su alarak batarsa hepimiz boğulacağız” diyerek gemi mesajını tekrar gündeme getiriyor. Geminin batmamasını kaptan köşkünde oturanlar mı engelleyecek, yoksa güvertede çalışanlar mı? Garip olan şey ise, “dünyanın ilk 5 ekonomisinden birisi olacağız”dan, “geminin batma” noktasına gelinmesinin söylenmesine karşı aynı kitlenin buna da alkış tutması…
Gemiyi yönetenlerin aklına israfı, şatafatı bırakıp tasarrufa geçmek neden gelmiyor, millet bunu da merak ediyor. Çünkü, artık itibardan tasarruf vakti geldi de geçti bile.
Muhalefet ayladır meydanlarda milletin derdini dinleyip, sıkıntıları gündeme getirip ülkeyi yönetenlerin görmesini sağlıyor. İktidar meydanlara çıkamıyor, çıksa da protesto ediliyor. Ya da sokağa çıkarken kendi kamerası ile çektiği görüntüleri basına servis ediyor.
Demokrat Parti Sözcüsü Neslihan Çevik, sokakta karşılaştığı ilginç bir anektodu sosyal medya hesabından paylaştı.
Ankara Etimesgut’ta yaptığı ziyarette bir muhtardan duyduğu çarpıcı bir tarifin bütün gün zihnimi meşgul ettiğini söyleyen Çevik, mahalle muhtarına, “mahalle sakinlerinin ortalama sosyo-ekonomik durumu nedir?” diye sormuş. Kendisinden, “Zengin, fakir veya orta sınıf demesini” beklemiş.
Muhtarın cevabı, “Mahalle sakinlerimiz zengin-fakirlere dönüştü Neslihan Hanım… Konut fiyatlarındaki fahiş artışla hepsi milyoner oldu ama 4 kişilik aile asgari ücret ile geçinmeye çalışıyor” olmuş.
Çevik ise, “Yani 3 milyonluk eve sadece yarım kilo meyve giriyor. Ev 3 milyon, 5 milyon, hatta bir kısmı 6 milyon. Ama meyveler yarım kilo…” diye durumu özetliyor.
Ekonominin geldiği noktayı anlatması açısından çarpıcı bir örnek. Tabiî bundan ders çıkarabilene…
...***
Esfender Korkmaz 28 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Reel sektörün morali bozuk"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Merkez Bankası Ağustos ayı ''iktisadi yönelim istatistikleri ve reel kesim güven endeksi'ni ''açıkladı. Bu endeks reel kesim yöneticileri ile yapılan anket sonuçlarını gösteren bir ankettir. Ankete katılanlar geçen yılın aynı dönemine göre, son üç ayda; Üretim hacminin düştüğünü, Toplam sipariş miktarının azaldığını, İhracat sipariş miktarında düşme olduğunu, Ortalama birim maliyetin arttığını; söylüyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Ankete katılanlar aynı şekilde önümüzdeki üç ay içinde de, benzer şekilde üretim ve siparişlerin azalacağını ve birim maliyetlerin artacağını bekliyor. Öte yandan 2021 Ağustos ayında yüzde 77,1 olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı bu sene aynı ayda 76,7'ye geriledi. Hazine Bakanı; ''Finans ve sermaye piyasasını destekleyeceğiz." diyor. Fiilen de hükümet finans sektörünü destekliyor.
Merkez Bankası'ndan bankalara yüzde 13'ten fon sağlanıyor. Bu parayı ticari kredi olarak en fazla yüzde 30 faizle satabilirsin diyor. Tüketiciye de istediğin faizle ver diyor.
Merkez Bankası verilerine göre; Ortalama ihtiyaç kredisi faizi yüzde 34,25'tir. Yani bankalar MB'dan aldıkları fonları satarak, bu kredilerden yüzde 263 kâr sağlıyor; Ortalama tüketici kredisi faizi yüzde 31,6'dır. Yani bankalar bu kredilerden de yüzde 243 kâr sağlıyor. Ortalama ticari kredi faizi yüzde 25,87 dir. Bankalar bu kredilerden de yüzde 199 kâr sağlıyorlar.
Bu durumda finans sektörü, reel sektör için haksız rekabet oluşturuyor. Türkiye'deki krizin bir nedeni de sektör arasındaki dengenin bozulmasıdır. Kalkınma politikalarında, ekonomide sektörler arası denge kurulması gerekir. Söz gelimi borsa aşırı şişerse, reel sektörü temsil etmekten uzaklaşır. Dünyada yaşanan krizlerin -2009 krizi dahil- çoğu bu nedenle ortaya çıkmıştır. Türkiye'de Sermaye Piyasası ve Borsa spekülasyon alanıdır. Reel sektörü temsil etmekten uzaktır. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde, finansal kurumlar ve sermaye piyasaları, küçük tasarrufları, elinde fon fazlası olanların fonlarını toplayıp, işletmelerin yatırım ve işletme finansmanlarına yardımcı olur. Ancak borsa spekülasyon alanı olursa, yatırımcı da spekülatör olur. Dahası da; Planlamanın kaldırılması ile imalat sanayisine yapılan destekler azaldı. Bazı destekler ilan edildi ve fakat özellikle doğu ve güney doğuda yatırım yapılmadı. İhmalden dolayı ve haksız rekabetle baş edemeyen sanayi sektörü, sanayisizleşme dönemine girdi. Türkiye'de, sanayi sektörü için ayrı bir planlama yapıp, teşvikleri artırmak gerekir. Çünkü bir ülkenin gelişme sürecinde sanayileşme, sabit sermaye birikimini (reel sermaye stoku), sürdürülebilir büyümeyi ve ihracatı artırır.