Ekim 10, 2022 09:27 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: Boğaziçi Üniversitesi’nde engelli öğrencilerin yurt sorunu sürüyor

Karar:

Adım adım sansürlü Türkiye’ye

Yeniasya:

Hukukun üstünlüğü hayatî önemde

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Veysel Ulusoy, 9 Ekim tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Sansür ve ekonomik büyüme?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Hani övünürüz ya dünya ekonomileri arasında en büyük ilk 20’deyiz diye... Boşa övünmedir bu çoğu zaman. Çünkü sizin büyüklüğünüz hacminizle ilgilidir bu tarz ölçümlerde. Ne kadar alanınız ve nüfus yoğunluğunuz varsa, ekonomik büyüklüğünüz de ona paralellik gösterir. Refahın bir ölçüsü değildir genel olarak. Büyük ülkeler fazla üretir ve fazla ekonomik değer yaratır fikri çoğu zaman geçerli bir yaklaşımdır bu konuda."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Bu toplam değeri nüfusa ya da çalışan sayısına bölerseniz, elde ettiğiniz değer refahınızı ortaya çıkarandır. Bu değer şu anda revizyonları çıkardığımızda ülkemizde kişi başına 6 bin ile 6 bin 500 ABD Doları civarındadır.

Bakmayın siz revizyonla şişirilen verilere... İstatistikler bu gerçeği tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Bunun en büyük göstergesi sokaktaki harcama yeteneğiniz, üretimde firma yatırımları ve kamuda da devlet harcamalarıdır. Tüm bunlara ihracat ve ithalatı kattığınızda yalın fotoğraf önümüzde tüm yönleriyle görülmektedir.

Toplumun refahını etkileyen en önemli faktörlerden birisi demokrasi seviyesi ve kurumsal altyapıdaki gelişmedir. Bunlar refah artışı için yeterli değil ama gereklidir. 1990’ların aksine, günümüzde ekonomik araştırmalar ve yayınlar demokrasi ile ekonomik büyüme arasında, teknolojik değişim ve dış ticaret yoluyla ithal ikamesinin de desteğiyle, oldukça kuvvetli ve aynı yönde bağlantıyı gösteriyor.

Yani demokrasi tabanına oturmuş bir refah seviyesinin tüm göstergeleri bu yapıyı oldukça açık bir şekilde ortaya çıkarıyor. 

Bu çalışmalara referans ve veri kaynağı oluşturacak bir projeden, bir sürekli bilgi kaynağından bahsederek sansür konusuyla birleştirmek isterim... Bu kapsamda da sansürün demokrasinin tam tersi bir gösterge olduğunu belirtmeye gerek var mı, bilmiyorum.

Dünya Bankası 2018 yılından bu yana insan sermayesi endeksi verilerini her ülke için yıllara göre oluşturmaktadır. Ölçülen ülkeler arasında sıramızın ne olduğunun artık bir önemi yok sanırım. Ölçümlerde banka okullaşma, hayatta kalma olasılığı, öğrenme temelli okullaşma süresi ve hormonize edilmiş uluslararası test sonuçları ile ülke insan sermayesinin seviyesini oluşturmaktadır. Bunu yaparken de erkek ve kız öğrencilere göre de karşılaştırmalı analiz yapmaktadır.

Ne var bu verilerde biliyor musunuz?

Neredeyse tüm öğrenme ve okullaşma göstergelerinde kız öğrencilerin erkelere olan üstünlüğü...

Bir şey daha var... Hem de çok ciddi ve üzerinde durulması gereken bir gösterge. En zenginlerin, gelir tabakasında tabanda olan yüzde 20’lik gruba göre yüzde 60 daha fazla insan sermayesi biriktirdiği gerçeği var. 

Eşitsizliği, gelir dağılımını ve geleceğin fotoğrafını etkileyenler arasında bir gerçek hem de.

...***

Mehmet Kara 9 Ekim tarihli Yeniasya gazetesinde, " Helalleşmenin neticesi"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçmişte mağdur olmuş toplumun değişik kesimleriyle uzunca bir zamandır “helalleşme” adı altında görüşmeler yapıyor. İmam Hatipliler, KHK’lılar, 28 Şubat mağdurları, Mavi Marmara mağdurları, Diyarbakır Anneleri ile görüşüp helalleşiyor. Geçmişte yapılan hatalardan dolayı özür dileyip helallik istiyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor: 

...***

Bu adım, küçük bir kesime “samimiyet” testi yaparken, kamuoyunda önemli bir kesim tarafından destek gördü. Öyle anlaşılıyor ki, helalleşme süreci devam edecek. “Siyasî tövbe anlamına gelen bu süreci hafife alan, küçümseyen ya da sorgulayanlar kafalarını kuma gömmüş insanlar” olarak görmek gerekiyor. Çünkü geçmişte yapılan hataları kabul edip özür dilemek ve helallik istemek kıymetli. YİK üyesi Cemil Çiçek’in “Ülkenin, en başta siyasetçilerin tövbeye ihtiyacı var” sözleri de bunu gösteriyor. 

Amacının milleti barıştırmak, kırılan kalpleri tamir etmek, açık olan yaraları sarmak olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu ise “Ülkenin şifaya ihtiyacı var” ifadesiyle helalleşme iradesini özetliyor. “Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte açtığı derin yaralar var. Uzun süredir, önce yaralar oluşturan, o sistemi değiştirmek için uğraşıyorum” diyerek büyük hatalar yapıldığını söylemekten de imtina etmiyor, bunu kabulleniyor.  

28 Şubat 1997 sürecinde inançlarından dolayı memuriyetten atılan başörtüsü mağdurlarıyla yaptığı görüşmelerde bu yaraların tekrar yaşanmaması için neler yapılabileceğini sorduğunda, 28 Şubat mağdurları bir yandan 1997’de yaşanan postmodern darbe sırasında yaşadıklarını anlatırken, 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin, 2013 yılına kadar bir adım atmadığını, o tarihte ise başörtülü öğrencilerin mağduriyetinin YÖK’ün üniversitelere gönderdiği genelge ile başörtülü memurlarının mağduriyetinin ise, yayınlanan yönetmelikte giderildiğini söyleyip, bu mağduriyetlerin bir daha yaşanmaması ve bundan önce yapıldığı gibi istismar edilmemesi için kanunî bir düzenleme yapılması gerektiğini söylemişti. 

Kılıçdaroğlu’da Meclis yeni yasama dönemine başlar başlamaz kanun tekliflerini vereceklerini ifade etmişti. 

Meclis 1 Ekim’de yeni yasama dönemine başladı, ilk çalışma günü olan Salı günü de Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği kanun teklifi Meclis’e sunuldu. Teklif gündeme alınır alınmaz 6’lı Masayı oluşturan partilerin genel başkanlarının desteklerini açıklaması da önemli ve kıymetliydi.  

Kılıçdaroğlu’nun videolu mesajından bir gün sonra iktidar ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında kanun teklifini desteklemeyecekleri mesajını verirken yeni bir karara ihtiyaç olmadığını söylemesini not etmek gerekir. 

...***

Ahmet Taşgetiren 9 Ekim tarihli Karar gazetesinde, " “Bunlar gelirse…”yi kullanamamak…"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" İktidarın, daha doğrusu AK Parti’nin bir “ana kitle”si var. Bu kitle ekonomiden falan etkileniyor – belki en çok bu kitle olumsuz etkileniyor- ama “Değerler” adına ekonominin kötülüğüne falan aldırış etmiyor. Ak Parti de – Tabii Cumhurbaşkanı Erdoğan demek lazım- bu kitlenin “Sadakat”ine güveniyor, onu diri tutmaya çalışıyor. O kitle yerinde dursun, kaybedilmesin, üstüne artık ne konursa gibi bir hesap işliyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Türkiye, belki 20 yıldan bu yana ilk defa iktidarın değişebileceği iklimini yaşıyor. 7 Haziran 2015’deki sarsıntı “bir şekilde” atlatıldı.

Şimdi kitleler, adaletsizliklerin, yolsuzluklardın üzerine binan geçim derdi ile arayış içine girmiş durumda.

Üstelik şu anda iktidarın karşısında oyları yüzde 25 civarında dolaşan CHP yok, CHP’nin de paydaşı olduğu, üstelik “değerler” noktasında Ak Parti’yi bile sorgulayan partilerin katkıda bulunduğu 6’lı bir blok var. 6’lı blok, iktidarın hem ekonomi politikasını sorguluyor hem de “Değerler” noktasındaki samimiyetini.

Buna rağmen iktidar, özellikle “ana kitle”deki çözülmeyi önlemek amacıyla, 6’lı masayı CHP’ye indirgemeye, onun da geçmişinden gelen dosyalardan hareketle, “bu dönemdeki kazanımların kaybedileceği” temasını işlemeye devam ediyor.

Evet, iktidarın, diyelim ekonomideki sarsıntıyı gidermek için kullandığı yöntem, herkesin ağzına bir parmak bal sürmekse, değerler alanındaki yöntemi, “Gidersek öcü gelir” korkusu oluşturmak tarzında görülüyor.

“Gidersek CHP gelir. “Gidersek başörtüsü yasağı geri gelir. “Gidersek İmam Hatipler gider. Gidersek Kur’an eğitimi gider.” Alanda kitlenin konsolidasyonu bu tür “tehlike uyarısı” ile devam ediyor.

Bu uyarılara Davutoğlu’nun, Babacan’ın, Karamollaoğlu’nun, Akşener’in, Uysal’ın “Hayır, asla böyle bir şey olmaz” tarzında cevap vermeleri, kitlelerin endişelerini kesmeyebilir.

CHP nerede bu konuda?

Kitlelerin bu soruyu sormaları yanlış değil.

Orada Kılıçdaroğlu’nun “Başörtüsü için yasa çıkaralım” hamlesi farklı bir anlam taşıyor.

İktidar, işin içinde “siyasi hesap” olmasa bu hamleye “CHP’nin bu noktaya gelmesi sevindiricidir. Bir ortak zemin oluşmasından ancak memnuniyet duyarız. Ama yasa yetmez, anayasayı değiştirmek gerekir” gibi daha uzlaşmacı bir cevap vermesi beklenmez mi? Bence gerekir.