Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: Madenci yakınlarından Erdoğan'a tepki: 'Soma'ya adalet gelmedi'
Karar:
Yama dikiş tutmuyor
Yeniasya:
Ekonomik kriz derinleşiyor
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Mustafa Karaalioğlu 22 Ekim tarihli Karar gazetesinde, "AK Parti 20 yılın hangi bölümünü oylatacak?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Seçim atmosferi yoğunlaşmaya başladıkça, geriye doğru 20 yılı ve AK Parti icraatları bahsini daha fazla duyacağız. İktidar açısından bu bahsi “ustalıkla anlatmak” hayati öneme sahip çünkü özellikle son beş yılın; yani başkanlık döneminin hatıraları pek iyi olmadığı için 20 yılı harmanlamak gerekecek. Muhalefete göre, zaten toplamda başarı yok, olanların ise daha iyisi mümkündü."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Seçim denilen şey de nihayet iktidar ve muhalefetten hangisinin sözünün galebe çalacağını tayin etmek demektir.
Elbette, 20 yıl içinde başarılı icraatlar zamanları vardır. Bazıları dünyanın ve Türkiye’nin doğal gelişiminin doğal sonucu, bazıları ise standardın üzerinde işler olarak kabul edilebilir. Bir dönem tempolu ve hızlıydı, bir dönem tökezlemeler oldu. Başarı ve başarısızlık bu yüzden belirsizleşti ve hangi ölçüye göre değerlendirildiğine bağlı hale geldi. 20 yılın başında dünyanın en büyük 18. ekonomisiydik bugün ilk 20’nin dışındayız. Ya da 2003’te küresel listede kişi başına düşen gelir sıralamasının beş basamak daha altına, 72. sıraya inmiş bulunuyoruz. 20 yılın içinde ekonomimiz 17 sıraya yükseldi ama bugün orada değiliz. Veya kişi başına gelirimiz 2013’te 12 bir 500 Dolar’ı bulmuştu ama bugün 9 bine geriledi. Aynı dönemde dünya ticaretinden yüzde 1,2 pay alıyorduk şimdi yüzde 1’in çok altındayız.
Faizin, kurun ve enflasyonun gündemden kalktığı bir 10 yıl vardı ve refah artıyordu ama bugün o 10 yılın içinde değiliz. Başladığımız yerin gerisindeyiz; 20 yılın en yüksek faiz, en yüksek kur ve en yüksek enflasyonunu bir arada yaşıyoruz. Ayrıca, 2023 hedeflerinin hiçbirisi tutmadı.
Tek ölçü ekonomi değildir tabii ki. AK Parti iktidarlarının ortasına doğru Türkiye daha iyi bir demokrasi haline gelmişti, vesayet yıkılmış ve eskiye oranla güçlü özgürlük rüzgarları esiyordu. Bugün, 20 yılın sonunda esen rüzgarlara yasakların uğultusu eşlik ediyor. Hukuk, temel hak ve özgürlüklerden gelen sesler de kulak tırmalıyor. İfade özgülüğü bir aralar yakaladığı coşkuyu çoktan unuttu, karamsarlığa mahkumiyetini yaşıyor. Türkiye, darbeyi kahramanca savuşturdu ama yerine kaliteli bir demokrasi koyamadı.
Dış politikada da iyi ilişkilerle cazibe merkezi olduğumuz ve bu sayede yabancı sermaye hareketi başlattığımız zamanlar vardı bugün o cazibenin ve sermayenin çok uzağındayız. AK Parti ve Erdoğan bu seçimde “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” derse -ki diyecektir- bunun için eldeki en iyi örnekler uzak geçmişte kalmıştır. Yaptıklarının bazıları bozulmuş, bazıları gerilemiş, bazıları ise tamamen gündemden kalkmış bulunuyor.
...***
Kazım Güleçyüz 22 Ekim tarihli Yeniasya gazetesinde, " 6’lı masa için aksiyon zamanı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
"6’lı masanın 2 Ekim buluşmasıyla başlayan ikinci turunda genel beklenti, önceki döneme göre çok daha hareketli, dinamik ve aksiyoner adımların atılması. Liderler toplantısından hemen sonra Kılıçdaroğlu’nun yaptığı başörtüsü hamlesi, bu beklentiye ilk cevabı veren bir açılım oldu. Ama sonrasında yeni bir adım gelmedi."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bunda CHP liderinin ABD gezisi de etkili olmuş olabilir. Ancak hele bundan sonraki süreçte herhangi bir kesinti ve duraksamaya meydan verilmeden atakların devam etmesi son derece büyük bir önem arz ediyor.
Kaybetme telâşındaki iktidar, gidişatı kendisi açısından tersine çevirmek için elindeki bütün imkânları sonuna kadar kullanıyor.
Ve kullanmaya devam edecek. Bu, beklenen bir durum. Çünkü 20 sene boyunca iyice alıştığı iktidarı bırakmak, onun için, aklının ucundan bile geçirmek istemediği dehşetengiz bir kâbus senaryosu.
Bir konuşmada ifade edildiği gibi, iktidardan düşerse kaybedeceği çok fazla şey var.
Bu sebeple bir taraftan baskıyı arttırıp muhalefet edenleri, daha ötesinde biat etmeyenleri susturmaya çalışırken, diğer taraftan seçim rüşvetleri dağıtmaya devam ediyor.
Bunların kısmen de olsa etkili olduğu gibi bir görüntünün ortaya çıktığı bir noktada Fakıbaba’nın istifası iktidar için herhalde beklemediği bir şok oldu. Bakalım, arkası gelecek mi?
Böyle bir tabloda 6’lı masanın, toplumun önemli bir kesimine güvenli bir adres haline gelmeyi başarmakla birlikte, bu durumu pekiştirmek ve daha ileri noktalara taşımak için çok daha fazla gayret göstermesi gerekiyor.
Bunun için, birbiri ardı sıra ses getiren ve gündem belirleyen seri ve dinamik hamlelerle toplumun önüne çıkması gerekiyor.
Ve bunların münferit değil, ortak hamleler olması çok önemli. 6’lı masaya dahil partiler, ortak miting düzenlemek başta olmak üzere, ortak organizasyonlarda buluşmalı ve ortak mesajlarını topluma hep birlikte duyurmalı.
Kesinlikle çatlak görüntüsü verilmemeli.
Defaatle ifade ettiğimiz gibi, bu işin şakası yok. Son derece ciddi ve kararlı hareket edilmesi lâzım. Önümüzdeki en kritik seçimde sandıktan gerçek anlamda bir “demokrasi zaferi” çıkarabilmek için tam bir teyakkuz, dayanışma ve seferberlik içinde olunması şart.
...***
Ahmet Gürsoy 22 Ekim tarihli Yeniçağ gazetesinde, "Sosyal çöküşe doğru gidiyoruz"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Yüksek sesle haykırıyorum: Türk toplumunda SOSYAL ÇÜRÜME, kültürel çöküşe doğru gidiyor. Yüksek bir kulenin en tepesinden Türkiye'ye bakar gibi yapınız. Toplumsal katmanlara, bütün toplumsal kesimlere tek tek bakın lütfen. Ne görüyorsunuz? Siyasete bakın, halka bakın, basına bakın. Örneğin, Fakıbaba, hem eski partisi AKP'den ve hem de herkesin seçilmek için araya adam koyduğu milletvekilliği gibi yüksek kıymet atfedilen statüden istifa etmiş."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Sebep? Sebep, iktidarın yarattığı siyasal çürüme. Yozlaşma. Her çürüme ve yozlaşma beraberinde yıkımı getirir. Önce değerler yıkılır, sonra o kaynaktan beslenen ahlak çöker.
Fakıbaba'nın derdi, siyasal çürümenin durdurulmaması. Yok sayılması. Buradan anlayacağımız şey şu: İktidar toplumsal değerlerden kopmuş, yerel siyasetçi ise değerlere bağlı.
Elbette bu anlatılanlar, yüzlerce örnekten biri. Siyasal çürüme, beraberinde siyasal değerlerin ve o da siyasal ahlakın çürümesini getiriyor. Bakın dünyaya. Gelişmiş gelişmemiş bütün ülkelerde bir kural-düzen ilişkisi var.
Siyaseti ve iktidarı bağlayan, eylemlerin yönünü belirleyen, anayasa ve kanunlar var. Herkes bu yasalara uyuyor. Herkes yasal düzene sadık. Orasını burasını dolanmıyor.
İşte bu sosyal çürümenin net bir fotoğrafı. Dikkatinizi çekerim. Sosyal çözülme, toplumun orta tabakasında değil, üst tabaka ve sosyete katmanlarında da değil, muhafazakârlığı ve kültürü yoğun yaşadığı varsayılan en temel katmanda, orta alt katmanda yaşanıyor. Yani toplumsal temel çöküyor.
Hiç şüphesiz bu tür olaylar birkaç kişi ile sınırlı değil. Gittikçe artıyor. Pek çok TV programında daha kötüleri ve daha çirkinleri var. Ve bir şey daha: Ekonomik refahın yoğun yaşandığı, millî kültürün en zayıf temsil edildiği kesimlerde veya zenginler kulübünde dışa yansımıyor bu rezalet.
Halkın kendi toplumsal köklerinde yaşanıyor ve TV'ler aracılığı ile dışa vuruyor. Atalar boşuna söylememiş, "balık baştan kokar" diye. Baş (siyasal iktidar), ahlaki yozlaşmayı siyasetin merkezine koyunca, topluma yön veren diyanet de, eğitim de, basın da, sinema ve TV dizileri de içerik olarak çürüme eğilimine giriyor. Biri gelip toplumsal dirlik ve düzeni sağlamalı.