Ekim 25, 2022 09:11 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: Sandık yaklaştıkça iktidar müjde üstüne müjde veriyor!

Karar:

Grip, patlama şeklinde geri döndü! Uzmanlar vaka sayısı için uyarıyor

Yeniçağ:

İstanbul’un dört ilçesinde çarpıcı anket. Büyük düşüş dikkat çekti

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Mehmet Kara 24 Ekim tarihli Yeniasya gazetesinde, "‘3Y’nin üçüncüsü"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

"2002 yılında “Biz yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla yani ‘3Y” ile mücadele etmek için iktidara geliyoruz” diyenlerin bu üç meselede mücadeleyi kaybettiklerini 20 sene sonra “Yolsuzlukların, rüşvetin olmadığı, yoksulluğun olmayacağı bir Türkiye’yi biz hallederiz. Şu an itibariyle onun hazırlığı içerisindeyiz” itiraflarından anlaşılıyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Yoksulluğu yaşayarak, yolsuzlukları haberlerden görüyoruz. Yasaklar konusunda geçtiğimiz günlerde yaşanan bir olay iktidarın bu konuda geldiği noktanın da göstergesi oldu. 

Medyanın yüzde 85’i iktidarın adeta borazanı gibi… Bazen tek elden çıkmışçasına aynı manşetler oluyor bazen yazarlar aynı başlıkla yazı yazıyor. Böyle olunca da milletin sesini duyurmuyorlar. Millet, sesini sosyal medyadan duyurabiliyordu. Son çıkan sansür yasası ile de millet sesini daha az duyurabilecek. Çünkü ucunda 3 yıla kadar hapis var! 

Yasanın Meclis’te görüldüğü günlerde, Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan Coşkun, “Hayatımda hiçbir zaman yasakçı bir tutumum olmadı” diyerek başladığı cümlesine, “Tek istisnası var bunun: Sokak röportajları” diyerek devam etti. Bu röportajlar ona göre, “Komşuyu komşuya, anayı oğula, amcayı yeğene, dayıyı bütün mahalleye, mahalleyi şehre, şehri ülkeye düşman eden bir fitne odağı”ymış! 

Bunu daha bir iki yıl önce “Yemin ederim kendimden bezdim, sıkıldım” diyen bir insanın söylemesi de enteresan değil mi? “Yasakçı değilim” diyor ama milletin sesinden rahatsız oluyor. Bu yasakçılığın en alâsı değil mi? 

Milletin sesini duyurabildiği bir mecranın kapatılmasını savurmak bal gibi de yasakçı bir zihniyettir. Kendisinin de ifade ettiği gibi, millet siz ve sizin gibilerden çok sıkıldı ve bezdi…  

...***

Remzi Özdemir 24 Ekim tarihli Yeniçağ gazetesinde, "Faizci bankaların belini kırmak!"başlıklı yazısını okuyucular"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Cumhurbaşkanı Erdoğan; "Şu anda faiz lobileri çökmeye başladı ve artık faizde tek haneli rakama doğru iniyoruz" dedi...Evet! Büyük bir ihtimal ile Kasım ayında faizler tek haneli rakamlara inecek. Merkez Bankası gösterge faizini yüzde 10,5'e çekti. Kasım ayında 1 puan dahi düşürse tek rakamlı hanelere düşmüş olacak. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak bir şeyi AKP başardı. Ülkede enflasyon yüzde 85, ama faiz oranları yüzde 10,5. Bu faiz indirimi kimin işine yaradı. Vatandaşa ne gibi faydası oldu? Mesela faizler düştüğü için sanayici daha ucuza mal üretip, vatandaşa düşük fiyatla mı sattı?"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Konut, araç ve beyaz eşya gibi ihtiyaçlarını karşılamak için bankaya gidenler daha ucuz kredi mi aldı? Bu düşük faizden vatandaşın bir çıkarı oldu mu?

Tüm soruların yanıtı aynı, yani hayır! O halde bu faiz indirimi kime yaradı? AKP'lilerin çökmeye başladığını iddia ettiği faiz lobisine yaradı. Yani bankalara.

Bankalar son 20 yılda elde edemediği oranda kârı AKP'nin enflasyonun altında faiz politikası sayesinde kazandı.

Son 8 ayda bankaların kârı yüzde 429 yani 5 kat arttı. Borsada son 1 yıl içerisinde Akbank hisse senedi yüzde 203, Yapı Kredi Bankası yüzde 294, İş Bankası yüzde 323 ve Garanti Bankası yüzde 179 arttı. Sadece banka hisseleri Merkez Bankası faiz indirecek diye yüzde 30 yükseldi. Demek ki neymiş, faiz lobisi faizlerin inmesiyle para kazanıyormuş. Bunu bankaların bilançosundan net bir şekilde görüyoruz.

Enflasyona endeksli tahvilleri Hazine kime sattı? Tabii ki faiz lobisine. Yani bankalara. Bankaların kârını patlattı.

Hazine bu enflasyona endeksli tahvilleri vatandaşa niye satmadı?

Çünkü vatandaşın parası o zaman enflasyon karşısında korunmuş olacaktı. AKP her ne kadar faiz lobisi ile mücadele ediyorum diyorsa da ana fikri halkın alım gücünün azalması. Bunu da en iyi enflasyonla yapıyor. Erdoğan'a göre faiz lobisi çöktü! O halde bankalara koşun bakalım yüzde 10,5 düşen faizle konut, araç ve ihtiyaç kredisi alabiliyor musunuz?

Elbette alamayacaksınız. Yüzde 25-30 faizi verseniz bile banka size o krediyi vermeyecektir.

Dedim ya bu politikanın ana amacı, sizin fakir yaşamanız.

Fakiriz ama faizimiz düşük! Dünyada 50'den fazla ülkede enflasyon var. Yüzde 10 seviyesindeki enflasyondan kurtulmak için Nobel ekonomi ödüllü iktisatçılardan da destek alan ülkeler faiz arttırıyor.

Türkiye ise tam tersini yapıyor. Tüm bunlar ne için yapılıyor? 80 milyon halk niçin fakirleştiriliyor? Yanıt ne? Seçimi kazanmak için! Seçimi kazandıktan sonra bu fakirlik bitecek mi? Elbette bitmeyecek! Fakirlik dibi olmayan bir kuyudur. Sürekli düşersiniz...

...***

Mustafa Karaalioğlu 24 Ekim tarihli Karar gazetesinde, " Söylemekle olur mu?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Birçok büyük ekonomik problemin içinde şüphesiz ağırı faiz yükünün büyük payıdır. Kötü yönetilen ekonomiler enflasyon, dış açık ve belirsizliğin yanında faiz maliyeti üretir. Türkiye yıllarca -ki o yılların büyük çoğunluğu AK Parti iktidarındadır- faiz yükünü makul seviyelerde tutmayı başarmış bir ülke olmasına rağmen şimdi bunun çok uzağındadır."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Bütçede giderek artan ve geçmiş yılların dört beş katına ulaşan faiz yükü oluşuyor, bankalar tarihi kârlarla bilanço kapatıyor ve en önemlisi de tarihte görülmemiş faiz/CDS oranlarıyla borçlanabiliyoruz. En büyük mesele ekonomi, ekonominin en büyük meselesi de enflasyona eşlik eden faizdir. Merkez Bankası’nın artık önemi kalmayan gösterge faizinin serbest düşürülmesi bu yüzden bir anlam ifade etmiyor. Çünkü ağır enflasyon ortamında gerçek faizi piyasa belirliyor. Öyle olduğu için de kağıt üzerinde faiz ne kadar düşürülürse düşürülsün, gerçekte o kadar artmaya devam ediyor. Bir yılda sadece iç borçların faiz yükü 1.5 trilyon liradan fazla arttı. Mevcut borç stokunun vadesine karar olan faiz yükü ise 3.1 trilyon liraya ulaştı.

Tablo böyleyken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faiz lobisi çökmeye başladı” sözü gerçeğe işaret etmiyor. Devletin bizzat milli parayı dövize endeksleyip Kur Korumalı Mevduat modeliyle faize davet yaptığı ortamda, hiç etmiyor. Faiz lobisi ya da faizden para kazananlar için Türkiye bugün hiç olmadığı kadar fırsatlar sunuyor ve bu ekonomi politikası -esasen politikasızlığı- devam ettiği müddetçe de sunmaya devam edecektir. Zira, sloganların, propagandanın aksine Türk ekonomisi faiz ödemeye mecbur ve hatta isteklidir. Yeter ki döviz kuru kontrol edilebilsin ve yeter ki seçime giderken piyasada hareket olsun, gerisi önemsiz hale gelmiştir. Yabancı sermaye alamayan, yüksek kârla ihracat yapamayan ve içeride sıkıştıkça popülizme; yani, kaynaksız harcamalara mahkum olan bir ekonomide faiz maliyeti durdurulamaz, ‘faiz lobisi’ asla çökertilemez. Bilmem, çok övünülen dış ticaret modelinin giderek açık ürettiğini ve o açığı kapatmak için yapılan borçlanmanın da faiz lobileri için bir başka iştah kalemi olduğunu söylemeye gerek var mı?

Yani, söylemesine söylersiniz ama söylemekle olmaz…

Tıpkı Türk ekonomisinin yakında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğini söylemek gibi. Türkiye iyi yönetilebilmiş olsaydı; hukukun üstünlüğü, temel hakların genişletilmesi, ifade özgürlüğünün zenginleştirilmesi ve eğitim kalitesinin artışı ile birlikte elbette rasyonel ekonomi tatbik edilebilseydi Türkiye dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisi pekala olabilirdi. 

Bari şimdi, neden en büyük ekonomilerden birisi, en iyi teknoloji ülkelerinden veya en kaliteli eğitim veren ülkelerden birisi olamadığımızı; faiz lobisinden neden kurtulamadığımızı kendimize dürüstçe soralım da hiç olmazsa neleri kaybettiğimizi anlayalım.

Böylelikle belki gün gelir, söylemek yerine yapmanın gereğini de anlarız.