Türkiye'den köşe yazarları
Karar: ABD Başkanı Biden'dan petrol şirketlerine ağır vergi uyarısı
Yeniasya:
Son yılların enflasyonu kimin eseri?
Milli gazete:
Son anket sonuçları ortaya çıkardı: Vatandaş AK Parti'ye güvenmiyor!
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Remzi Özdemir 31 Ekim tarihli Yeniçağ gazetesinde, "Bankalarda güvenlik zafiyeti"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Son dönemde bankalarla ilgili güvenlik zafiyeti haberleri çok gelmeye başladı. Bankalarda ne oluyor ki, bu akıl almaz soygunlar ve benzeri olaylar oluyor? Yaklaşık 20 yıldır bankacılık dünyasını inceleyen ve yazan bir gazeteci olarak bazı tespitlerim var. Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Bu güvenlik zafiyetinin tek sorumlusu ve ona neden olan bankaların üst yönetimidir. Tabii ki tüm bankalar demek yanlış olur. Ancak çoğunluk, uyguladığı personel politikası ile bu açığı kendi yaratıyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
..***
Nasıl mı? Kârı son bir yılda yüzde 500'e yakın artan bankalar her şubede ortalama 20 kişi çalıştırıyor. Bazı şubelerde personel sayısı 30'u buluyor. O kadar personele karşılık sadece 1 güvenlik görevlisi istihdam ediyor. Koca şubelere tek bir güvenlik görevlisi yeterli değildir. Bu konuda BDDK'nın bir kota uygulaması lazım.
Güvenlik personelinin görev çizgisi ve mekânı net bir şekilde belirlenmeli. Son dönemde emekli promosyonu nedeniyle banka şubeleri anormal kalabalık olmaya başladı. Güvenlik görevlileri dışardaki insanları kuyruğa sokmaktan, şube güvenliği ile ilgilenemez oldu. Bu iş banka güvenliliğin işi değil.
Bilançolarına bakıyorsunuz bankanın kârı adeta patlamış. Hiçbir sektörün kazanamayacağı kârları yazıyor. Her şube kâr hedefinin kat kat üzerinde gelir sağlamış. Ancak banka personelin boğazından keser gibi, o kâr makinasına dönüşen şubelerdeki tek bir güvenlik personelini taşerona devrediyor. 15 bin personel çalıştıran bankalar, 700 şubesinde sadece 700 güvenlik personelinden tasarruf etmek için güvenliğini taşerona emanet ediyor.
Taşeron başka yerlerde olabilir, ama banka güvenliğinde olamaz. Yine BDDK'nın bu uygulamaya son vermesi lazım. Son yıllarda kamu bankalarının bile taşeron sistemine geçmesi, sektörde büyük bir hatadır. Yine bir başka sorun ama taşeron, ama kendi kadrosundaki güvenliklere uygulanan ücret politikası.
Bu utanç verici ve insanlık onuruna yakışmayan bir uygulama. Bankalar ve taşeron, güvenlik görevlisine asgari ücretle maaş ödemesi yapmakta. Kârı yüzde 500 artan bir bankanın eline silah verip, "güvenliği sağla" dediği personeline asgari ücret veriyor. 2-3 bin lirayı kâr sayıyor.
Bu kabul edilemez! Bugün bankacılık sektöründe görev yapan binlerce güvenlik görevlisi büyük bir ekonomik çıkmazın içindedir. Birçoğunun ekonomik kriz nedeniyle psikolojisi bozulmuş durumda. Banka ise halen bu insanların sırtından 'bin lira daha fazla nasıl kazanırım' derdinde. Bankalar güvenlik görevlilerini köle ve ikinci sınıf personel olarak görmekten vazgeçmeli. Güvenlik görevlisi bir banka şubesinin her şeyidir. Sadece bankanın parasını değil, aynı zamanda orada çalışan personelin de canının koruyucusudur.
...***
Orhan Bursalı 31 Ekim tarihli Cumhuriyet gazetesinde, " Büyük atacaksın! Büyük konuşacaksın!"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Mümkünse en yüksek perdeden! Gerçekleşebilmesi önemli değil.. Göz boyayabilmesi, gelecek için umut yaratabilmesi ve oyları toplayabilmesi önemli. Önemli olan seçmeni güdebilmek! En yüksek palavralarından biri AKP’nin 2011 seçimlerinde Kanal İstanbul’du. Bu yetmedi, o zamanki Başbakan RTE bu projenin yanına “2023’te ihracat hedefi 500 milyar dolar”ı koydu. O sırada Türkiye’nin ihracatına bakın: 110 milyarın biraz üzerinde. Türkiye ekonomisinin böyle bir performansı gerçekleştirmesi mümkün değildi."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Nitekim 12 yıl içinde iki kat arttı. O da tüm ülkenin yoksullaşması, ücretlilerin baskılanması, ihracat ürünlerinin dışarıda ucuz kalması ve alıcı bulması koşullarında. İhracat iki kat arttı ama yoksullaştık ey halkım!
Atmasyonun büyüklüğü o kadardı ki ithalat da 500 milyar dolar artacaktı ve dış ticarette açık vermeyecektik.
Yüzleri kızardı mı? Hayır. Bu tür büyük atmasyonlarla halkın karşısına çıkan politikacının yüzünün kızardığı nerede ne zaman görülmüş.. Hele bu ülke Türkiye ise.
İktidara geldikleri 2003’te ekonominin temel sorunlarından biri sanayinin çarklarının dönmesi için yüzde 60’ın üzerinde dışa bağımlılığıydı. Yani sattığınızdan daha çok ithalat yapma zorundaydınız. Bu sürekli dış açık yaratıyordu. Bu literatürde, ihracatın ithalatı karşılama oranı olarak geçiyor. Dışarıya olan bu bağımlılığı azaltmak için yerli üretim seferberliği şarttı. Devlet tüm olanaklarını buna seferber etmeliydi. Özellikle yüksek ve orta teknolojiye ilişkin ithalata bağımlıydınız.
Bu bağımlılığı hiç azaltmadılar, tam tersine bir tüketimi ülkesi yarattılar. Dışarıdan akan trilyon dolarlar dış açığı sorun olmaktan çıkarıyordu.
Bugün ekonominin dışa bağımlılığı yine yüzde 60-70’lerin üzerinde. Yani Türkiye’nin bir numaralı sorunu olduğu gibi duruyordu, dahası, büyüyerek! Dışarıdan para akmayınca kriz bastırıyor. Hani yerli ve milli bir parti iktidardaydı?! Yüzleri kızarmadı dedim ya, bakın bu ihracat rekoru palavraları nasıl sürdü:
Yıl 2019, nisan ayı. AKP’li cumhurbaşkanı, sekiz yıl önceki iddiasını tekrarlıyor: 2023’te ihracatımız 500 milyar dolar olacak!
Oysa 2018 ihracatı ise 168 milyar dolardı, yani dört yıl içinde üç katı artacak! Ülkemizin baş ekonomistinin hesabı kitabı böyleydi.
Fakat Erdoğan’ın büyük prenslerinden Altyapı Bakanı Karaismailoğlu, 2022 Nisanı’nda, Erdoğan’ı yalanlayacak, 500 milyar dolarlık ihracatın 2050 yılında gerçekleşeceğini söyleyecekti.
Ya başkanının hedefini unutacak ya da “Ya ben bu kadar büyük atamam yahu, ben şunu 2050 için hedefe koyayım” diye düşünecekti.
Erdoğan seçim projesini açıkladığı “Yeni Yüzyıl” hikâyesinde de hedef olarak yine aynı hikâyeyi, 2011’de kendisine seçim kazandıran, kendisine “En büyük sensin be abi” dedirten hikayeyi tekrarladı: Yeni yüzyılda hedef 1 trilyon dolarlık dış ticaret hacmi!
Yani 500 milyar ihracat ve 500 milyar ithalat!... Karaismailoğlu’na göre ise bu 2050’de gerçekleşecek.
Bunun gerçekleşeceğini varsayarsak 2050 eksi 2011 eşittir 39 yıl!!!. Hadi daha doğrusunu yapalım: 2050 eksi 2023 eşittir 27 yıllık bir atmasyon...
Yeni Yüzyıl programında hiç bitmeyen hikâye de durmadan yeni anayasalar yapmak... Bu tam bir AKP peri masalı.
...***
Yusuf Ziya Cömert 31 Ekim tarihli Karar gazetesinde, " Vizyon güzel, ama uygulama?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi’ni açıkladığı programın davetli listesi ne kadar da çok tartışıldı! Ev sahibi istediğini davet eder, istemediğini etmez. İsteyen gider, istemeyen gitmez. Uzun zamandır programlara davet edilmeyen bazı gazeteciler bu defa davet edilmiş. Ne oldu davet edilince? Bir çağ kapanıp yeni bir çağ mı açıldı?"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Devletin medyaya bakışında esaslı bir değişiklik mi oldu?
Yook, olmadı. Her şey ‘Yeni Türkiye’ şartlarına uygun bir şekilde devam ediyor.
Ayrıca, varsa bile değişiklik, değişikliği davetli listesinden mi anlayacağız?
Yoksa işlerin bugünden itibaren nasıl icra edildiğine, devletin üslubunda olumlu, toplumsal barışı daha çok gözeten bir farklılığın uygulamaya yansıyıp yansımadığına mı bakmamız gerekiyor?Ama önemlidir, her türlü yetkiyle mücehhez Cumhurbaşkanı’nın önümüzdeki yüz yıla dair bir ‘vizyon belgesi’ açıklaması.
En azından Ak Parti’nin 2012 yılı sonunda ilan ettiği 2023 hedefleri kadar önemlidir. Güzeldi 2023 hedefleri.
Gayrisafi hasılayı 2 trilyon dolara çıkarmak, kişi başına milli geliri 25 bin dolara çıkarmak, Türkiye ekonomisini dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokmak…
Çok daha özgür, demokratik, şeffaf bir anayasa yapmak.
İmkânsız değildi bu hedefler, gerçekleştirilebilirdi. Ancak olmadı, milli gelirimiz 851 milyar dolarda kaldı, kişi başına milli gelir 12 bin dolardan 9 bin 500 dolara düştü. IMF’nin büyük ekonomiler sıralamasında 23. sıraya indik. 2012’de 17. sıradaymışız.
Mamafih, gerçekleşmeyecek olsa bile bir hedef konulması gereklidir.
Hedefin biraz yüksek tutulması da mantıklıdır. Yüksek tutarsan daha iyi odaklanırsın, daha çok gayret edersin.