Türkiye'den köşe yazarları
Karar: Babacan'dan Merkez bankası çıkışı: Döviz yakma fırını olarak kullanılıyor
Yeniasya:
Seçime ayarlı ÖSYM hatası
Yeniçağ:
Mustafa Destici, erken seçim için tarih verdi
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Esfender Korkmaz 25 Kasım tarihli Yeniçağ gazetesinde, “Dış güven dip yaptı (I)”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Global piyasalara dahil olan ülkeler, hükümet tasarruflarını, iktisadi gidişatı anında öğreniyor ve değerlendiriyor. Kredi derecelendirme kurumları da ülke ve şirketler için derecelendirme notu veriyor ve bunu müşterilerine bildiriyorlar. Bu notlar aynı zamanda ülke ve şirket kredi itibarının da belirlenmesi demektir.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Üç büyük raiting şirketinin, 2013 yılında Türkiye'ye verdikleri not '' yatırım yapılabilir-alt orta sınıf '' seviyesinde iken 2022 ikinci yarısından sonra, ''Yatırım yapılamaz-son derece spekülatif '' seviyesine geriledi. B'den sonra C kategorisi iflas riski var demektir.
Kredi risk primi veya kredi temerrüt takası-swap'ı (Credit Default Swap-CDS) alınan bir kredinin geri ödenmeme riskini tespit etmek ve bu riske karşı kredinin sigortalanması için kullanılan değerdir. Ülke kredi riskinin ölçülmesinde ve özellikle uluslararası yatırımcıların ülkeye yönelik risk algısının değerlendirilmesinde CDS primleri dikkate alınır. CDS oranları; Türkiye'nin dış borçlanma maliyetlerini doğrudan belirliyor.
Türkiye'nin CDS oranları;
*2013 yılında; 131 baz puan;
*2022 Temmuz ayında 861 baz puan;
*2022 kasım ayında 600 baz puandır.
Türkiye eğer dışarıda yüzde 4 faizle beş yıllık tahvil satacaksa, bu tahvilin maliyeti yüzde 4 faiz artı yüzde 6 CDS oranı, eşittir yüzde 10 demektir.
Özetle Türkiye'nin dış güveni dip yaptı.
Dikkat edersek Türkiye'ye olan dış güven 2013 yılından sonra hızla düşmeye başlamış. Bunun nedenleri;
*17-25 Aralık yolsuzluk iddiası olaylarının, dışarda devleti paylaşma kavgası olarak algılanması.
*2015 darbe teşebbüsü güven sorununu artırdı ve arkasından Ohal uygulaması da anti demokratik uygulamalara sahne oldu.
*Başkanlık sistemi ile otokrasi tırmandı.
*Teokrasi baskısı oluştu.
*AB, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi raporlarında, Türkiye'nin hukukun üstünlüğünde geri düştüğünü açıkladı.
*Nihayet, ekonomik kriz var ve fakat hükümet istikrar programı yapmıyor.
Dış güven kaybolduğu için;
Türkiye'ye artık doğrudan yabancı yatırım sermayesi gelmiyor, tersine daha önce gelmiş bir kısım yabancı yatırım sermayesi satıp çıkıyor.
Merkez Bankası'nın yayınladığı ödemeler bilançosuna göre Ocak-Eylül 9 ayda 14,6 milyar dolar portföy yatırımı çıktı.
Bugün yaşamakta olduğumuz kronik krizin nedenleri içinde, dış güven kaybı başta geliyor.
…***
Özlem Yüzak 25 Kasım tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Deprem... Ekonomi... Neden başaramıyoruz?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Deprem Türkiye için büyük tehdit. Uzun yıllardan beri biliniyor. Üstelik en acı şekilde, büyük can ve mal kayıpları ile... Depreme hazırlıklı olmak, hasarı ve kayıpları en aza indirmek için yapılması gerekenler de biliniyor. Eee, o zaman? Meksika da tıpkı Türkiye gibi deprem tehdidi ile yaşayan bir ülke. Geçmişte çok şiddetli depremler yaşadı ve çok büyük kayıplar verdi. Kalabalık nüfusu ve gelişmişlik düzeyi ile hayli benzeşiyoruz. Ama Meksika deprem kaybını en aza indirecek çözümlerini hayata geçirdi.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Erken uyarı sistemi ile depremi dakikalar öncesinden haber veriyor ve insanları bulundukları yeri boşaltacak zaman kalıyor. Tabii orada binalar bizdeki gibi gökdelenler değil, en fazla beş katlı yapılar, çünkü yasak. Bizde erken uyarı sistemi olsa bile 20 kattan aşağıya inmek imkânsız... Bırakın Japonya’yı Meksika bile bunu başarıyorsa?... Neden biz başaramıyoruz?
Makroekonomik verilerin giderek bozulduğu bir ülkeyiz. Evet enerji, hammadde, gıda fiyatları gibi küresel ve yerel sorunlar var ama bu ülkenin en önemli sorunlarından biri katma değeri yüksek ürün imal edememesi ve tabii onu dış pazarlara satamaması. Oysa cari açığın ilacı katma değerli teknoloji üretmek. Bu biliniyor. Bunu yapmanın yolu Ar-Ge’den geçiyor. Onun da şifreleri üniversite-sanayi işbirliğinde yatıyor. Artık yıllardır bu da iyi biliniyor. Hatta ciddi ve önemli Ar-Ge teşvikleri de var. Buna karşı çıktılar yani bunun yüksek teknoloji ürüne dönüşmesinde ve bunun dış pazarlara satılmasında çok büyük sıkıntı var. Yüksek teknoloji sınıfındaki ürün ihracatımız toplam ihracatın (imalat sanayisindeki) sadece yüzde 3’ü. Neden başaramıyoruz?
Bunun için hayli iyi bir sanayi kültürümüz var, 208 üniversite, 100’ü aşkın teknoloji transfer merkezi (TTO), 50’ye yakın teknoloji geliştirme bölgesi (TGB), onlarca teknopark, şirketlerin Ar-Ge merkezleri... Peki neden? Neden araştırmaların sonuçlarını toplumsal faydaya, ticari ürüne dönüştüremiyoruz?
Ankara ODTÜ’de iki gün süren ÜSİMP Kongresi’nde bu sorunun yanıtını aramaya çalıştım. Kısa adıyla ÜSİMP, Üniversite-Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu 2007 yılından beri üniversite ve sanayi arasında önemli bir arayüz, önemli bir sivil platform.. Başkanı Prof. Dr. Hamit Serbest ve başkan yardımcısı Prof. Dr. Fazilet Sükan Vardar bu işbirliğinin gelişmesine neredeyse ömürlerini adamış iki isim...
Konferansın bu yıl ana teması üniversite sanayi işbirliği ile krizleri fırsata çevirmek idi. Konu önemli çünkü tehditler ve krizler artarak devam edecek. Yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm öne çıkan çözümler arasında ve bunların da yolu Ar-Ge’den geçiyor.
Atabay İlaç Türkiye’de yüzde 100 yerli iki üç firmadan biri. Önemli Ar-Ge yatırımları var. Şirketin sahiplerinden ve yönetim kurulu üyesi Doğan Taşkent konferansta yaptığı konuşmada, “Pandemi başlarında iki hafta ilaç hammaddesi gelmedi, eğer bu iki ay sürseydi büyük sıkıntı çıkardı. Türkiye’de sadece 15 ilaç hammaddesi üretiliyor ve bunun için yalnız dört üretici var” diyerek ilaç özellikle de biyoteknolojik ilaç üretiminin son derece stratejik olduğuna dikkat çekti. Neden sayıyı artıramıyoruz?
Depremdeki başarısızlığımız ya da ekonomideki başarısızlığımız... Sorunlar belli, çözüm yolları belli. Neden başaramıyoruz? Üzerinde biraz kafa yormaya değmez mi?
...***
Akif Beki 25 Kasım tarihli Karar gazetesinde, “Koptu geliyor çılgın vergi zamları”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Geçen bir yılda sadece zam rakamları değişti, astronomik oranda güncellendi. Ekonomik model aynı duruyor. Merkez Bankası, faizi tek haneye, yüzde 9'a da düşürdü nitekim. Gözümüz aydın. Çift hanedeki faiz indirimleri, bizi bir yılda yüzde 36 zamdan yüzde 123'e kadar getirdiğine göre, tek haneli faizin süper sonuçlarını tahmin edersiniz.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bayramda düşüşe geçecekti; haziranda, yok yaz sonu derken enflasyon, söz verildiği gibi yıl sonunda yatışacaksa gelecek yılın vergi zamlarına bu iyimserlik niye yansıtılmadı? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, MTV'de yapacağı büyük indirime hazır olun. Geçen sene sıkı jest yapmış, araç sahiplerinin yüzünü güldürmüştü.
Madem model, aynı model... Ben de öyle bir jest gelirse diye aynı yazıyı şimdiden buraya bırakıyorum. Rakamları, fezaya doğru güncellemeniz yetecek.
Buyursunlar... İktidara yardımcı bir gazetenin sürmanşeti, "MTV'de büyük indirim"i müjdeliyordu.
Hem enflasyon yüzde 25'in altındaysa nereden çıktı bu yüzde 36, bu yüzde 25?
Elcevap: Düşük olan tüketici enflasyonuydu. Devlet, zammını üretici enflasyonuna göre yapıyor. Peki, üretici enflasyonuna göre zam yapan üreticiyi, süper marketi niye fırsatçılıkla suçluyor iktidar?
Onun da cevabı var. Aynı gün, iktidara yardımcı gazetenin muavinlerinden bir başkası giriyor lafa. Ve hikayenin öbür yarısını şöyle tamamlıyor:
"Gün, kur operasyonları ve döviz darbesiyle mutfakta çıkarılan yangının kundakçılarının kim olduğunu halkımıza anlatma günü. Gün, Bizans entrikalarını ve Tapınak Şövalyeleri'nin ayak oyunlarını birlikte bozma günü!"
Madem faizi indirmek suretiyle dolara değer kazandırmak siyasi bir tercih, bu para politikası daha doğru... Ne demeye MB, dün üçüncü kez yine dolara müdahale etti? 128 milyar dolarlık rezervler de bu uğurda yakılmamış mıydı?