Türkiye'den köşe yazarları
Karar: İyi partide taban kaygısı
Yeniasya:
Filistin'de en kanlı yıl
Star:
Türkiye'ye tahıl koridoru teşekkürü
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Barış Doster 3 Aralık tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "6’lı masa, CHP ve 6 ok"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Bir yanda 6’lı masanın birkaç gün önce açıkladığı anayasa çalışması, diğer yanda CHP’nin bugün açıklayacağı “vizyon belgesi”... Bir yanda CHP genel başkanının ABD’li ekonomi danışmanı, diğer yanda CHP İstanbul il başkanı ve CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı arasında yaşandığı öne sürülen tartışma... Belli ki bu açıklamaları, belgeleri, partideki gruplaşmaları, çekişmeleri, hizipleri önümüzdeki günlerde daha çok göreceğiz medyada. Peki, sağlıklı bir zeminde, ideolojik, politik, entelektüel açıdan ufuk açıcı, derinlikli tahliller içeren tartışmalar yapılıyor mu parti içinde? Asıl sorun bu."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
CHP; 100 yıllık geçmişine, kurucu liderine, kuruluş sürecine ve işlevine, erken Cumhuriyet döneminde başardıklarına, sonraki yıllarda kotardıklarına rağmen, günümüzde diğer partilerden çok da farklı davranamayan, yapısal sorunlarını aşmakta zorlanan bir parti. Bunda şüphesiz 12 Eylül 1980 darbesinin payı büyük. Ayrıca ideolojik düzlemde yön kaybı, sağa yöneliş, genel başkanın olağanüstü gücü, delege sistemi, belediye başkanlarının parti yönetimindeki etkisi gibi başka unsurlar da var.
CHP; kurucu parti olarak, özgül ağırlığı, tarihsel işlevi ve sorumluluğu, oy oranının çok üzerinde olan bir parti. Bu, onun bazı adımları atmasını kolaylaştırıyor, bazı adımları atmasını zorlaştırıyor. Solun en büyük partisi. Seçmen sadakati yüksek. Eğitim ve gelir düzeyi açısından, ülke ortalamasının üzerindeki kesimlerin en çok oy verdikleri parti. O kulvarda rakibi yok. O nedenle bu konumunu, sıklıkla hoyratça kullanıyor.
Sonuçta, siyaset demek, ideoloji demektir. İdeolojisiz siyaset, demagojiden ibarettir. CHP; kurucu felsefesine, ideolojik köklerine uzak düşüp, ikinci Cumhuriyetçilerden, liberallerden, CHP dışında siyaset yaptığı günlerde CHP’yi kapatıp, müze olmasını önerenlerden, altı okun altısına birden aynı kararlılık ve tutarlılıkla sahip çıkmayıp, üçünü atmak isteyenlerden medet umdukça, büyüyemez.
...***
Faruk Çakır 3 Aralık tarihli Yeniasya gazetesinde, " Zamları kim yaptı?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Türkiye’yi idare edenlerin en iddialı oldukları nokta, ekonomideki gelişmelerdi. İktidarlarının ilk yıllarında döviz fiyatları aşırı artmadı ve dolayısı ile fiyatlar nispeten dengede kaldı. Gele gele işler değişti ve artık ülkemiz, fiyat artışlarıyla dünya ile yarışıyor maalesef. Ne var ki, bu günlerin gelişi bir bakıma o günlerden de belliydi. Vaktinde ve zamanında doğru işler yapılmayınca ya da yanlışlar çoğalınca işlerin bu noktalara geleceği belliydi ama Türkiye’yi idare edenler o günkü ikazları dikkate almadılar."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Neticede bilhassa tarım ve hayvancılık yönünden ciddi bir krize sürüklendik. Öyle ki “bir kilo peynir, bir kilo etten daha pahalı” hale geldi. Tabii ki bazıları, “Oh, ne ala. Et ucuzladı” diye düşünebilir. Fakat bu durum hem geçici, hem de eşyanın tabiatına aykırı. İşin içinde olan uzmanlar, yakın bir gelecekte et fiyatlarının tahmin ve beklentilerden daha fazla artacağı noktasında ikaz ediyorlar. O günlerdeki ikaz ve uyarıları dikkate almayan idareciler, şimdiki uyarıları da dikkate almıyor ne yazık ki.
Herkesin bildiği bir ‘sır’ ne hikmetse saklanmak istiyor. Türkiye’deki pahalılığın asıl sorumlusu Türkiye’yi idare edenlerdir. Bunu tartışmanın, “Acaba sorumlu kim?” diye etrafa bakmanın bir anlamı yok. Akaryakıt ve enerjiye zammı kim yapıyorsa asıl sorumlu onlardır. Çünkü eskiden beri bilindiği üzere ‘benzin’e yapılan her zam; diğer bütün zamları tetikler ve iğneden ipliğe her şeyin fiyatı artar. Dün olduğu gibi bugün de durum değişmedi. Akaryakıta yapılan zam ortadayken, ‘peynir’e yapılan zammın sorumlusunu aramaya ne gerek var? Türkiye’yi idare edenler bunun böyle olduğunu bilmiyor mu? Elbette biliyor, ama kabahatleri başkalarına ‘başarı’ları kendilerine almaya alışmışlar. Şimdi de ete, süte, peynire gelen zamlar sebebiyle ‘üç harfli market’leri suçlamaya çalışıyorlar. Elbette ‘üç harfli market’leri savunmak işimiz değil. Kim yanlış yapıyorsa ona hesap sormak, kim keyfi zam yapıyorsa onu engellemek de idarecileri, siyasetçilerin ve dolayısı ile iktidarın işi değil mi? Bunu yapmayıp, medyayı bu marketlerin aleyhinde istimal etmek adil mi? Varsa bariz hatalar zaten kanun buna engel olmalı. Ancak şekeri üreten ‘siyasi irade’ bu ürüne mesela, yüzde 300 zam yapınca, markete “pirince zam yaptın” diye kızma hakkı olur mu?
Hem herkes görüyor ki, devlet desteğiyle ve bir bakıma ‘alternatif market’ olarak açılan yerlerde de fiyatlar ucuz değil. Herkes bakım görebilir, devlet desteğiyle açılan ‘market’te hem de kendi markasıyla satılan bir litre meyve suyunun fiyatı, ‘üç harfli market’lerden daha pahalı.
Şunu da akılda tutmak lazım ki, bir market ‘sahibi’nin ifade ettiği üzere; tarladan bedavaya alınan bir ürünün İstanbul’daki market rafına gelmesi -nakliye vs sebebiyle- 5 ya da 7 TL oluyorsa orada ucuzluktan bahsetmek mümkün olur mu? Böyle bir ‘piyasa’da zamların sorumlusu marketler mi olur?
Lafı uzatmaya ihtiyaç yok: Türkiye’yi idare edenler yapılan zamlardan da sorumludur, yapılırsa ucuzluktan da... Suçu ve kabahati başkasına atmaktan vazgeçsinler...
...***
Remzi Özdemir 3 Aralık tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Bırakın şu ödül saçmalığını"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Yine bankalar için ödül mevsimi başladı. Yurt dışındaki ekonomi dergileri Türk bankalarına ödül vermeye devam ediyor.Bu ödüllerin hepsi "En iyi" kelimesiyle başlıyor. En iyi banka, En iyi bireysel banka, En iyi KOBİ bankası, En iyi özel bankacılık, En iyi operasyon hizmeti veren banka, En iyi çağrı merkezi, En iyi dijital banka, En iyi insan kaynakları yönetimi...Bu ödüllerin hepsini Türk bankaları alıyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Tabii işin garip yanı bu ödülleri alan bankaların ödül aldıkları alanda dökülmeleri. Mesela her yıl tartışmasız "En iyi dijital banka" ödülü alan banka, 1 hafta sonra büyük bir dijital kıyamet yaşıyor. Sistemi çöküyor, 2 gün tabiri caiz ise kepenk kapatıyor. Bu sistem arızası yılda en az 2 kez tekrar ediyor ama "En iyi dijital banka ödülü" almaya devam ediyor.
Mesela o yıl yüzlerce personeli acımasızca kapının önüne koyan, mobbing yani psikolojik tacizin kralını yapan banka "En mükemmel insan kaynakları ödülü" alıyor.
Daha da komik ödüller var. En iyi çağrı merkezi ödülü alan bankanın çağrı merkezine ulaşıp derdinizi anlatmanız imkânsız. Sizi robot karşılıyor: Size yardımcı olabilmem için talebinizi birkaç kelime ile söyleyiniz diyor. Siz 50 kere de söyleseniz sizi anlayamadım diyor. Ya da müşteri temsilcisine ulaşmak için kırk dereden atlamak zorunda kalıyorsunuz.
İşte bu banka en iyi çağrı merkezi ödülü alıyor.
Daha bitmedi…
En iyi KOBİ ödülü alan bankamız var.
KOBİ'nin ocağına aldığı masraf ve komisyonlarla incir ağacı diken, çektiği üç kuruşluk kredinin yanında 6 tane saçma sapan sigortayı zorla kesen banka var. Bu banka en iyi KOBİ bankası ödülü alıyor.
Bu bankalar bu ödülü nasıl alıyor? Bunun yanıtını o bankaya ödül veren dergideki reklamlarda bulacaksınız. Haa bir de reklam tarifesinde… Şimdi anladınız mı?