Aralık 05, 2022 09:06 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: Doğalgaz faturasını ödeyemeyen yurttaş, sobaya yöneldi

Kılıçdaroğlu:

Yeni sistem eskiye dönüş değil

Yeniasya:

Gözler kasım ayı enflasyonu verişlerinde

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Veysel Ulusoy, 4 Aralık tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Döviz kıtlığı ve dışa açık ithal ikamesi: Kalkınma için etkin bir yol"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Döviz darlığı ekonomimiz için en büyük sorun olmaya devam ediyor. Döviz dengesinin yakından bağlı olduğu dış ticaret stratejileri ve turizm sektöründeki aktiviteler ilgili kurları sürekli bir şekilde etkilemektedir. İşte tam da bu nedenle analizlerin söz konusu alanlara yönelmesi çok önemlidir. Döviz ihtiyacına sıradan yaklaşımlarla bakmak sadece para akımını gözetmek demek olur ki bu, ekonomi politikalarının uygulanmasında yapılacak en büyük hatalardan biri olur. Aksine etkin politikalar günlük, aylık ve yıllık döviz akımı yerine, onu uzun vadede daha sağlıklı hale getirme üzerine kurulmalıdır."diyen yazar, yazısınıjn devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Sıcak paraya tümüyle bağımlı hale gelmiş ekonomimizde gelişmenin yolu doğal olarak ithalattan geçer. Bu, sürecin değerli bir parçası ama en önemlisi değildir. Daha önemlisi ise onun yerine içerideki üretimi adapte etmek, uzun dönemde de yaptığınız ithalat ürünlerini tamamen olmasa bile içeride üretmektir.

İthalatın üretimle yer değiştirmesi dediğimiz yapısal olgu bizim gibi ülkelerde kaçınılmaz bir politikadır. Ardı arkası kesilmeyen ekonomik krizlerle boğuşan ekonomimizde çoğu etkinin dış finansman ve iç uygulama eksikliklerinden kaynaklandığı düşünülürse dövizin önemini, daha doğrusu ithal ikamesinin önemini kavramamız gerektiğini söyleyebiliriz.

İthal ikamesi bir teknoloji transferi metodudur. Başkalarının ürettiği mallar içinde farklı teknolojik öğeleri barındıran özelliği ile gittiği ülkeye katkıda bulunur. Hem firmalar hem de hanehalkı bu ürünleri kullandığında refah seviyesinin arttığı çok açıktır.

İthal ikamesinin önündeki en büyük engelse ekonomik bağımlılığın bir hastalığa dönüşmesidir. Öyle bir hastalık ki ilk dönemde daha ucuz diye ithal edilen ürünlerin zamanla üretim genetiğinde yarattığı tahribatın etkisiyle orta ve uzun vadede ikameyi olanaksız kılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastalığı kronik hale getirmektedir.

Özü itibarıyla ithal ikamesi uzun yıllar alan ve sabırla uygulanması gereken bir stratejidir. Siyaset yaparak ülkeyi yönettiğini zannedenlerin, zorlukların yaşandığı her dönemde baş tacı ettiği ithal ikamesi fikri maalesef hiçbir zaman aksiyona dönüşmemiş ve aksine bir moda terim olarak kalmış, kalmaya da devam etmektedir.

Döviz piyasasında yapısal değişimle farklılık yaratan ithal ikamesinden özü itibarıyla ithalatı azaltıp üretimle beraber ihracatı artırma üzerine kurulan stratejik sektör temelli yaklaşımlar anlaşılır. Öte yandan dijital ekonominin üretime etkisi ve ekonomilerarası bağımlılığın dinamik olduğu gerçeği ile kapıları ürün bazında kapatmak doğru bir yaklaşım değildir. Aksine ikamenin ürün çeşidi ya da ara malı çeşidine bağlı olarak yapılması bu sürecin en can alıcı noktasıdır.

Özellikle son dönemde uluslararası ticaretin ürün çeşidine bağlılığının arttığı ve bunun da paralel bir düzlemde toplumsal refahı yukarılara taşıdığı görülmektedir. 

Tam da bu özelliği ile yapısal refomların çekirdeğini oluşturan ithal ikamesinin yeni bir stratejik yaklaşımla ele alınması ve hemen uygulamaya konulması gerekir. 

O stratejinin özü de tam dışa açık ithal ikamesidir.

...***

Mehmet Kara 4 Aralık tarihli Yeniasya gazetesinde, " Ekonomiyi AVM ile değerlendirme yanlışlığı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Türk-İş’in tespiti ile satın alma gücü giderek geriliyor, sosyal adaletsizlik artıyor, gelir dağılımı bozuluyor. Açlık sınırı 7.786, yoksulluk sınırı 25.364 lira. Buna karşılık en düşük emekli aylığı 3.500, asgari ücret 5.500 lira… Görünüm böyle iken hükümet hâlâ pembe tablolar çizmeye devam ediyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor: 

...***

Meclis’in çalıştığı üç gün 30 milletvekili birer dakika milletin sıkıntısını dile getiriyor ama tutanaklarda kalıyor. Mersin Milletvekili Cengiz Gökçel’in vatandaşın yaşadığı sıkıntıları aktardığı konuşmasında şöyle diyor: 

“Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi yıllık yüzde 138 arttı. Son bir yılda mazot yüzde 236, gübre yüzde 227, ilaç yüzde 111 zamlandı, yem yüzde 145 zamlandı. Süt inekleri kesime gidiyor. Biz ‘Artan maliyetler nedeniyle çiftçi üretimi bırakıyor’ diye bas bas bağırdıkça Tarım Bakanı ‘İnsanlarımız aç mı? Markete gittiğinizde ürün bulamıyor musunuz?’ diye alay ediyor. Yahu çocuklar süt içemiyor, vatandaş yumurta alamıyor, peynir alamıyor; peynir fiyatları et fiyatını geçti, vatandaş eskiden et yiyemiyordu, şimdi peynir de yiyemiyor. Vatandaşı açlığa, yoksulluğa mahkûm ettiniz. İnsanlar marketin önünden geçerken utancından kafasını kaldırıp markete bakamıyor. Ey Bakan, bundan siz utanmıyor musunuz?” 

Sosyal medyada halkın durumundan şikâyet edildiğinde cep telefonunun markası soruluyordu, şimdi ise “Bugün bir AVM’ye gittim, kasalarda sıra bekledim, millette para çok” diyenler oluyor. 

Bunu diyenlere sormak lazım. Hiç halk pazarlarına gitmişler mi? Gitseler akşam saatlerinde vatandaşların pazar artıklarını toplamak için sıra beklediklerini ya da pazarcıların ayırdıkları çürük meyve ve sebzeleri aldıklarını görürlerdi. Kaldı ki birçok AVM de iflas etti. 

Bu ülkede zenginin çok daha zengin, fakirin daha fakir olduğunu, orta direğin ortadan kalktığını görmeyen gözlere, işitmeyen kulaklara duyurulur… 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşma üslubunu bilmeyen yok. Konuşmasını prompterden yaptığında çok sert ifadeler kullanır. Bu hafta da öyle oldu. “Bunlardan bıktık usandık, bu edepsiz, bilgisiz, cibilliyetsiz ve ciddiyetsiz ekran yüzlerinden gerçekten midemiz bulanmaktadır” diyerek kimi kast ettiği belli olmamakla birlikte üzerine alınan kaç “ekran yüzü” oldu, bilemiyoruz. 

Bahçeli bu konuşmasında da 6’lı Masaya yine baştan beri söylediği ifadeleri kullanmayı sürdürürken, Altılı Masanın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem anayasa değişikliği önerisine de “sert” sözler söyledi. “Altısını bir araya getirsen bir MHP yapmaz” diyerek hazırladıkları 100 maddelik anayasa değişiklik taslak metnini kürsüden gösterdi. 

Bahçeli bunu söylediğinde akıllara önceki konuşmaları geldi. “Altılı masanın gözü aydın. ‘Erdoğan’dan cumhurbaşkanı olmaz, olamaz’ demişti ama Erdoğan cumhurbaşkanı oldu. Olmaz dedikleri oluyor, iktidar kesin değişiyor” yorumları yapıldı. 

Bakalım bu sefer de olmaz dediği olacak mı? 

...***

Esfender korkmaz 4 Aralık tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Başkanlık rejimi ekonomiyi 50 yıl geri götürdü"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Bir ülkenin dünya ekonomisindeki yeri, o ülkenin bir yılda yarattığı katma değerin, dünyada yaratılan toplam katma değer içindeki payı ile ölçülür. Son 12 yıldır Türkiye orta gelir tuzağındadır şeklinde yorum yapıyoruz. Gerçekte ise Türkiye orta gelir tuzağında değil, yoksullaşma tuzağındadır."diyen yazar, yazısınıjn devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Bir ekonomide gelir artışını fert başına GSYH gösterir. Türkiye'de 2013 yılından sonra fert başına GSYH sürekli düşüştedir. Fert başına GSYH 2013 yılında 12582 dolar iken, 2021 yılında, 2007 yılının da altına düşerek 9592 dolara gerilemiştir.

Fert başına GSYH'nın dolar olarak hesap edilmesinde, dolar kuru da etkilidir. Ancak Türkiye'de fiyatlar dahil her şey dolara endekslidir. Söz gelimi gemi sanayisinde boyacılar malzeme hariç işçilik fiyatını dolar üstünden veriyor. Piyasada tüm vadeli işlemler dolar üstünden yapılıyor. Yani halkın geçinme ve refah seviyesini TL değil, dolar gösteriyor.

Merkez Bankası'nın 2003 baz yılına göre hazırladığı reel kur endeksini ve GSYH deflatörünü hesaplarken Türkiye'nin bu gerçeğini de dikkate almak gerekir.

Özetle; AKP iktidarında Türkiye'de gelir dağılımı bozuldu. Yoksulluk arttı. Ülke fakirleşti.

Gelir dağılımı bozuldu ve bir kısım halk yoksullaştı. Çünkü; siyasi iktidar, altyapı yatırımlarını pahalı yaptırarak halktan bir kısım müteahhide kaynak transfer etti, devlet eliyle gayrimenkul rantiyerleri yarattı, düşük faiz yüksek kur politikası yoluyla ve yine kur korumalı mevduatla, halktan aldı elinde dolar tutanlara aktardı. Elektrik fiyatlarına yüksek zam yaptı, vatandaştan aldı dağıtım şirketlerine verdi. Çalışanların, maaş ve ücretlerini, emekli aylıklarını geçinme endeksine göre değil, TÜFE'ye göre düzeltti ve büyümeden pay vermedi. Şimdi bankalara yüzde 9'dan para veriyor, bankalar da bu parayı yüzde 300 kârla satıyor. Bu nedenle üçüncü çeyrekte bankacılık kesimi yüzde 21 oranında büyüdü ve fakat sanayi sektörü sıfıra yakın, yüzde 0,3 oranında büyüdü.