Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: AKP'li belediyeden tepki çeken anlaşma
Star:
Başörtüsü teklifi TBMM'ye sunuldu... Özlem Zengin'den CHP'ye ''helalleşme'' tepkisi: Konuyu anlamamışlar
Milli gazete:
Erdoğan çok sayıda atamaya imza attı
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Kazım Güleçyüz 9 Aralık tarihli Yeniasya gazetesinde, “Mecliste AKP’li terörü”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Meclisteki bütçe görüşmelerinde çıkan son kavgada İyi Parti Milletvekili Hüseyin Örs’ün, bir AKP’li vekilin yumruklarıyla kalp krizi geçirip ölümden dönmesi, geçmiş suikast ve cinayetleri hatırlattı. Bunların başında 1. Meclisin en demokrat milletvekillerinden Ali Şükrü Beyin akıbeti geliyor. Osmanlı Meclis-i Meb’usan’ında 6. dönem meb’usu olup, 1. Mecliste de göreve devam eden Ali Şükrü Bey, işaretlerini gördüğü diktatörlüğe ilk tavır alanlardandı.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Bu tavrının bedelini, cumhuriyet adı altında kurulacak tek parti ve tek adam rejiminin ilanından altı ay önce katledilerek ödedi.
Suikastı yapan kişi Köşkün fedaisi ve tetikçisiydi. Bu cinayette kullanıldıktan sonra “Su testisi su yolunda kırılır” fehvasınca fena halde harcandı ve sonu çok daha feci oldu.
Yakın dönemde Mecliste işlenen siyasî cinayetlerin iki örneği ise, 1989’da DYP Milletvekili Abdurrezzak Ceylan’ın, bir ANAP’lı vekilin silahından çıkan kurşunlarla; 2001’de yine DYP’li vekil Fevzi Şıhanlıoğlu’nun, MHP’lilerin yumruklarıyla kalp krizi geçirip can vermesiydi.
Bu cinayetlerden ilki 12 Eylül ürünü bir parti olarak ANAP’ın inişe geçtiği bir süreçte gerçekleşmişti. İlk seçmen darbesini 1989 yerel seçiminde ciddi oy kaybederek yiyen ANAP, 1991 genel seçiminde de iktidardan düştü.
DSP ve ANAP’la birlikte ortağı olduğu koalisyonda 28 Şubat’ın taşeronluğunu yapanlardan biri olan MHP de, Şıhanlıoğlu cinayetinin ardından, 2002 seçiminde baraj altında ve Meclis dışında kalan partilere dahil oldu.
Şimdi 28 Şubat ürünü olduğunu bilhassa tek adam rejimindeki icraatıyla çok net bir şekilde gösteren AKP döneminde benzer hallerin yaşanması kaderin ibretli bir cilvesi.
Hipnoz, korku, tehdit, şantaj ve rüşvetlerle bugünlere getirdiği halk desteğinin hızla eridiğini görmenin verdiği gerginliği şu anda AKP ve ortakları yaşıyor. Onun için son bütçe görüşmelerinde yanlışlarının eskiye göre çok daha keskin şekilde yüzlerine vurulması karşısındaki tahammülsüzlüklerini, işi kaba kuvvete ve zorbalığa dökerek açığa vuruyorlar.
(Yenilik Partisi Başkanı Öztürk Yılmaz’ın uğradığı bıçaklı saldırı işin tuzu biberi oldu.)
…***
Esfender Korkmaz 9 Aralık tarihli Yeniçağ gazetesinde, “İşçi hakları tırpanlandı”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Asgari ücrette düzeltmeye gitmek Türkiye açısından önemlidir, zira tüm ücret seviyesi de asgari ücrete göre değişiyor. 2023 asgari ücret görüşmeleri baştan sakat doğdu. Çünkü işçiyi temsil eden TÜRK-İŞ, Çalışma Bakanlığı'nın anketinden çıkan 7.845 TL'yi baz alarak müzakereye oturduğunu açıkladı. Öte yandan da aynı TÜRK-İŞ yoksulluk sınırını 24.185 lira olarak açıklıyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Pazarlıkta doğru olan TÜRK-İŞ'in, önerdiği ücretin düşürüleceğini de hesap ederek, elde etmek istediğinden yüksek teklifle masaya gelmesiydi. Oysa ki şimdi TÜRK-İŞ bu teklifi ile işçi tarafında değil, Hükümet tarafında yer almış oluyor. Masada işçi yok demektir.
Anayasanın 55. maddesi ilk fıkrası; ''Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.'' şeklindedir. Bu şekilde anayasa tarafından güvenceye alınmış olan asgari ücretin aynı zamanda Anayasaya uygun kanunlarla da yasal altyapısı da tamamlanmıştır. Asgari ücret tespit komisyonu da bu yasal altyapılardan birisidir. Gel gör ki, mevcut haliyle asgari ücret masasında işçi temsil edilmiyor.
*Asgari ücret tespit komisyonu 15 kişidir. Bunun beşi işçi temsilci, beşi Hükümet temsilcisi, beşi de işveren temsilcisidir. Devlet de işverendir. Demek ki masada işçi temsilcisi üçte birdir. Bu durumda 15 kişilik komisyon 16 kişi olmalı, 4 devlet, 4 işveren, 8 kişi de işçi temsilcisi olmalıdır.
*Asgari ücret tespit komisyonuna en fazla üyesi olan TÜRK-İŞ katılıyor. TÜRK-İŞ'in üye sayısı da 1.213.439'dur. Türkiye’de toplam işçi sayısının yüzde 7,9'u demektir. Yani masada işçilerin yalnızca yüzde 7,9'u temsil ediliyor. Yüzde 92,1'i temsil edilmiyor.
*Yasal değişiklik yapılarak asgari ücret masasında tek başına TÜRK-İş değil, tüm işçiler temsil edilmelidir.
TÜFE, asgari ücret tespitinde bir tuzaktır.
Asgari ücretin beklenen TÜFE artı büyüme kadar artırılması gerekiyor. Ancak, TÜFE oranları; İstanbul Ticaret Odası'nın hazırladığı geçinme endeksi ve ENAG gibi bağımsız araştırma gruplarının açıkladıkları enflasyonun çok altında kalıyor. Dahası işçiyi daha çok etkileyen gıda fiyatlarındaki artış, TÜFE'nin üstünde seyrediyor. Söz gelimi Kasım ayında TÜFE oranı yüzde 84,39 oldu ve fakat gıda fiyatlarındaki artış yüzde 102,55 oldu.
Asgari ücret tespitinde, TÜİK'in TÜFE'sini baz almak, işçiler için bir tuzaktır.
AKP iktidarı Türkiye'yi sendikasızlaştırdı.
AKP iktidarı çeşitli yollarla, sendikasızlaşma yarattı. 2002 yılında işçilerin yüzde 58,6'i sendikaya kayıtlı idi. Bu oran 2022 de yüzde 14,32'ye geriledi. Halen Türkiye'de 15 milyon 294 bin 362 işçiden yalnızca 2 milyon 189 bin 645'i "sendikalı"dır.
İdeolojik mahviller, ideolojik sendikalar kurdurdu. Hükümetler sarı sendikalar kurdurdu. İşçi hakları ikinci planda kaldı. İşçiler de buna alet oldu. Gerçekte sendikalar işçi haklarını korumalıdır. Bunun için de, halen mevcut üç konfederasyon tek bir konfederasyon haline getirilmelidir.
İşçiler, dayanışma içinde kalmadılar. Örgütlenemediler. Aksi halde şimdi olduğu gibi hükümet, asgari ücret masasında işçilerle istediği gibi oynamaya devam edecektir.
Hangi ülkede ve hangi koşulda olursa olsun, organize olamayan, baskı grubu oluşturmayan işçi kesiminin hakları kolayca gasp edilmiştir. Bu nedenle hak verilmez alınır.
…***
Emre Kongar 9 Aralık tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “6’lı Masa ve CHP açıklamaları”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“6’lı Masa’nın Güçlendirilmiş Parlamenter Demokrasi için açıkladığı “Geçiş Dönemi Anayasa Metni Taslak Önerisi” “Şahsım Devletinin” tek kişilik yönetimine karşı hazırlanmış bir metin. Hiç kuşkusuz altı ayrı partinin kendi politikalarını ve siyasal farklılıklarını koruyarak tek bir taslak metin üzerinde anlaşmaları son derece ince ve zor bir süreç sonunda gerçekleşmiştir.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Bu açıdan bu partilerin Demokratik Rejimi yeniden kurmak için hazırladıkları “Geçiş Dönemi Anayasa Metni Taslak Önerisi” hiç kuşkusuz bir uzlaşma metnidir.
Bu uzlaşma metni, kendi ifadeleriyle, eski parlamenter rejimi “güçlendirerek” yeniden kurmak için hazırlanmış...
Fakat “Parlamenter Rejimi” “Güçlendiren” maddelerden çok:
1) Hem sağ politikacıların tarihsel olarak yaptıkları hataları içeriyor...
2) Hem de parlamentonun yetkilerini güçlendirmekten çok, parlamenter rejimlerdeki cumhurbaşkanının yetkilerini artıran, yani parlamentoyu güçsüzleştiren maddeleri var.
Sanıyorum, bu hataların nedeni “Millet İttifakı’nın” CHP ile birlikte, ikisi Erdoğan/AKP iktidarının eski mensupları tarafından kurulmuş olan beş sağ parti tarafından oluşturulmuş bulunmasıdır.
CHP bu beş sağ partiyle Demokrasi için ittifak kurmak için önemli fedakârlıklar yapmış görünüyor:
Çünkü 6’lı Masa’nın “Geçiş Dönemi Anayasa Metni Taslağı” bu beş sağ partinin tarihsel olarak yaptıkları yanlışları günümüze de taşımaktan kurtulamamış izlenimi veriyor.
Sağ partiler, sadece sandıktan çıkmış olmayı, yani seçim kazanmayı, Demokratik Rejimin hem gerekli hem de YETERLİ koşulu olarak görmüş, bu nedenle kendileri dışındakilerin Temel Hak ve Özgürlüklerine riayet etmenin gereksiz olduğunu düşünmüşlerdir. Oysa seçim kazanmak Demokratik Rejim’in sadece “gerekli” şartıdır ama “yeterli” değildir.
Niçin bu “Geçiş Dönemi Anayasa Taslağı Metnini” eleştiriyoruz?
Çünkü “Millet İttifakı” ülkemizi pençesine alan bugünkü siyasal karabasandan kurtulmamız için önemli bir seçenek sunmaktadır.
Bu seçeneği irdelemek ve eleştirmek, Demokratik Rejime olan inancımız gereğidir!