Aralık 20, 2022 07:59 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: AKP'nin 'Kuruş ödemiyoruz' dediği Kamu Özel İşbirliği projeleri için bütçeden milyarlarca lira çıktı!

Yeniasya:

OHAL Komisyonu nihayet lağvediliyor: Ağır hasar, hukuk uyanınca giderilecek

Yeniçağ:

Motorin ve benzine şaka gibi indirim geldi

 Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Orhan Bursalı 19 Aralık tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "‘Daha üst mahkemesi var, yargı yanlış görürse düzeltir’ masalı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Ekrem İmamoğlu’nun siyasi haklarından mahrum edilerek cezalandırılmasına karşı toplumda oluşan büyük tepki karşısında, iktidar cenahında, cumhurbaşkanı dahil, “Dava henüz kesinleşmedi, bunun istisnafı var, Yargıtay’ı var..” biçimindeki sözleri bakıyorum da muhalif konumda bulunanların bazılarında “geri çekilme” olarak yorumlandı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

İktidar sahiplerinin kendilerini karardan soyutlamaya kalkışarak mahkemeyi “hukuk çerçevesinde karar veren bağımsız ve tarafsız merci” olarak göstermeleri, bir umut yarattı. Büyük haksızlık karşısında insanların bir ışık araması doğaldır.

Fakat burada yapılan tümüyle bir aldatmacadır: Kardeşim biz de mahkemenin bu kararını beğenmeyebiliriz ama ne yapalım ki mahkeme suçlu gördü, bir hata yaptıysa yüksek mahkemeler düzeltir. 

Bu tutumlarıyla, yargı ve karar üzerinde etkilerini reddetmekte, kendilerini “temize” çıkarmaktalar.

Neyse ki Saray’ın Mehmet Uçum’u var, “Büyük olasılıkla yüksek yargı aşamalarında bu karar onaylanır” diyen.

Şüphesiz istinaf ve Yargıtay aşamalarında kararın düzeltilebileceğini söyleyen muhalefet de var, mesela Kılıçdaroğlu! Fakat iktidarın politikasından temel farklılığı, yüksek mahkeme aşamalarında görev alan yargıçlara yönelik “Haksızlık yapmayın, düzeltin” çağrısı niteliği taşımasıdır.

Bu olur mu, olmaz, doğrusu olasılık çok düşüktür.

Saray, İmamoğlu’nu bertaraf etme stratejisi gereğince tüm aşamaları kontrol altında tutuyor. Uçum da bunu net olarak dile getirdi.

Fakat muhalefetin politik olarak bunu peşinen kabul etme lüksü yok. Şüphesiz ki yargının düzgün, hakkaniyetle çalışması için çaba gösterecek, çağrı yapacak ve adalet diye çok daha yüksek sesle bağıracaktır.

İmamoğlu mu Kılıçdaroğlu mu... Kimin cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi gerektiği konusunda, muhalefet cephesinde (6’lı masa) alçak sesle bir tartışmanın olması doğaldır.

Ama CHP’ye oy verenler arasında da ciddi, adeta düşmanca bir kamplaşmanın olmasını görmek de neyin nesi? Hatta bazılarında “Kılıçdaroğlu seçilemez, o Alevi, tüm seçimleri de kaybetti” suçlamalarıyla, adeta gösterilirse oy vermem noktasında durmaları da çok komik. Aynı şekilde Ekrem Bey için de bu kez farklı dışlayıcı tutumda olan da çok var.

...***

Mehmet Kara 19 Aralık tarihli Yeniasya gazetesinde, " Siyasetin tansiyonu yüksek"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Siyasetin tansiyonu hayli yüksek. Bütçe üzerine Plan Bütçe Komisyonu’nda başlayan tartışmalar, Genel Kurul’daki görüşmelerde hayli ağır hakaretler ve yumruklaşmalara varan sert tartışmalarla geçti. AKP Bursa Milletvekili Zafer Işık’ın yumruk atması ile İYİ Parti Trabzon Milletvekili Hüseyin Örs hastaneye kaldırıldı. Başta İçişleri, Adalet, Tarım ve Aile bakanlıklarının bütçe görüşmeleri başta olmak üzere bütün görüşmeler ağır hakaretlerin, argo kelimelerin kullanılması ile geçti."diyen yazar, yazısınınn devamında şu ifadelere yer veriyor:  

...***

Seçimler yaklaşırken siyasetin tansiyonu yükseltecek bir konu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3. kez aday olup olamaması olacak. Tartışmalar şimdiden başladı. Seçimler normal zamanında yapılırsa Haziran ortalarında milletvekilliği ve 13. Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak. Kulislerde Nisan ya da Mayıs ayında yapılacağı da konuşuluyor.

Muhalefetteki 6 partinin bir araya gelerek oluşturduğu ‘Altılı Masa’nın çalışmaları devam ediyor. Cumhur İttifakının “adayınızı açıklayın” baskısı devam ederken, 6’lı Masa önce yol haritası ve seçim beyannamesini hazırlıyor. Ortak çalışma grupları, çalışmaların sonuna gelmiş durumda. 26 Aralık’ta Ahmet Davutoğlu’nun evsahipliğinde yapılacak 6’lı Masa toplantısında bunların açıklanması bekleniyor. 

6’lı Masada olan genel başkanlar Erdoğan’ın üçüncü defa aday olup olmayacağı konusunda açıklama yapmazken, “yeni bir mağduriyet alanı oluşturmamaya” gayret ediyor.  

2014’te parlamenter sistem ve 2018 yılında ise “Türk tipi partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nde “halk oyuyla” cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın üçüncü kez aday olamayacağı ifade ediliyor. 

Anayasanın 101. maddesine göre bir kişi en fazla iki sefer “halk oyuyla” Cumhurbaşkanı olarak seçilebiliyor. Eğer Cumhurbaşkanı ikinci döneminde ise Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabiliyor. Fakat Cumhurbaşkanı’nın ikinci döneminde kendisi tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi durumunda ikinci dönemini tamamlamış sayılacağı için tekrar aday olamıyor. 

Geçen sene bu konu zaman zaman gündeme gelince AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, “Erdoğan bal gibi aday olur. Ben size bunu hukukî açıdan ispat edebilirim” demişti ancak bu zamana kadar “ispat” edebilmiş değil. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı’nın en az üç dönem seçilebilmesi amacıyla gerekli yasal düzenlemenin yapılmasına var gücümüzle çalışır, bunu da başarırız” diyerek tartışmayı başka bir yöne kaydırmaya çalışıyor. Bu anayasa değişikliği yapılmasını gerektirdiği için önümüzdeki seçimlere yetişmesi zor görülüyor. Anayasa’ya geçici bir madde ekleyip 3. kez adaylığı da garanti altına almak zor. Çünkü nitelikli çoğunluk için 360 oy lâzım. AKP ve MHP’nin oyları buna yetmiyor.  

…***

İbrahim Kahveci 19 Aralık tarihli Karar gazetesinde, " Liderlik açlığın önüne geçer mi?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Gelecek... Yani insan gününü gün ederek mi yaşar, ya da geleceğini de düşünerek mi yaşar?
Evladını-çocukları kurban eden eski toplumlar ile geleceğini, yani evladının-torununun geleceğini feda edenler bugünün çağdaş kurban zihniyetini temsil ederler mi? Son 4 yılda (kasım2018-kasım2022) Türkiye’de genel fiyat artışları %182,0 olmuş. Yani 100 liraya satılan ürünler artık 280 lira. Gıdada ise 100 liralık ürünler artık 340,6 lira."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Ekmek ve tahıl grubunda 354,0 lira iken et fiyatları 313,9 liraya çıkmış. En yüksek artış ise süt, peynir ve yumurta grubunda gerçekleşmiş: 4 yıl önce 100 liraya satın aldığımız bu ürünler şimdi 399,0 lira.

Asgari ücretin 4 yılda %243 arttığına bakarsak aslında gıda fiyatları da %240,6 artışla eşit olduğu anlaşılıyor. O zaman şimdi neden daha fazla açlık-yoksulluk çekiyoruz?

TÜİK tüketici için genel gıda fiyatlarının 4 yılda %240 arttığını açıklarken gıda firmaları ürünlerine bu 4 yılda tam olarak %363,3 zam yapmışlar.

Mesela raflarda tüketiciye yüzde 213,9 zamla satılan et ürünlerine üretici firmalar aslında %314,9 zam yapmışlar.

Ya da raflarda yüzde 299,0 zamla satılan süt ve süt ürünlerine yine üretici firmalar tam olarak %386,8 zam yapmışlar.

Tablo çok net: Üreticide acayip şekilde artan gıda fiyatları her nasılsa tüketiciye yansıtılmamış.
İnanıyor musunuz?

Hatta şu notu da ekleyelim: Son 4 yılda tarla fiyatı %374,7 artış göstermiş ama raf fiyatı %240,6 artışta kalmış.

İnandırıcı mı?

Veya son 4 yılda tahıllar, baklagiller ve yağlı tohumlar fiyatı tarlada %493,8 artıyor ama tahıllar ve yağlar raflarda %200-300 arası bir artışta kalıyor.

Bugün ülkemiz müthiş bir bilimden kopuş yaşıyor. İktisat-para politikası bunun somut göstergesi. Üniversitelerimiz de bunun en somut bir başka göstergesidir.

Yüksek katma değerli ihracat oranımız AK Parti öncesi yüzde 6,0 seviyelerindeyken şimdi bu oran bir türlü yüzde 3,0’ün üzerine çıkamıyor. Yozlaşma her yerde ve nerede ise her kurumsal yapıda kendini gösteriyor. Aslında geleceği kurmuyor, geleceğimizi yıkıyoruz. Bu yıkımı da süslü sözlerle ve büyük vaatlerle yapıyoruz. Ülkede yıkılan sadece gelecek değil kurumlar değil, aynı zamanda inançsal düzenimizi de yıkıyoruz.

Deizmin yayılışı neden acaba? Yakın tarihimizde (80 sonrası) hiç bu kadar ağır ekonomik sorun yaşamamıştık. Buna rağmen geçmişte çok daha küçük sorunlara çok daha büyük tepki veren muhafazakar seçmene ne oldu? Kendi geleceklerini, evlatlarının ve/veya torunlarının geleceklerini liderlik tutkusuna esir edebiliyorlar. Açlık, yoksulluk en sert eserken aynı esinti iktidar yıkmaya değil iktidar kurmaya yarayabiliyor.