Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: Altılı masada çoklu aday tartışması: 'Siyasi yasağa' karşı hamle
Karar:
Hükümet kesenin ağzını açtı: Seçime kadar her gün yeni bir müjde
Yeniçağ:
Karamollaoğlu pasaport olayını anlattı: İçişleri Bakanı'na yakışmayan ucuz bir politika
...***
Emre Kongar 30 Aralık tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Türkiye son aylarda, medyanın yüzde 99’unu kontrol eden iktidarın yönlendirmesiyle, saçma sapan, anlamsız, gerçeklerden kopuk bir tartışmanın içine çekildi: “‘Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı” sorusu çok önemli bir konuymuş gibi aylardır tartışılıyor ve bu konu özellikle muhalefet çevreleri ve partileri arasında bir anlaşmazlık nedeniymiş gibi kamuoyuna sunuluyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Oysa esas olarak “Millet İttifakı”nın Cumhurbaşkanı adayının kim olduğu veya olacağı çok da önemli değildir.
Çünkü 2023 seçimlerinde adaylar değil, rejim oylanacaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayın kimliğini önemsizleştiren olay, seçmenlerin 2023 seçimlerinde, “bir adayı seçmek için değil, siyasal rejimi belirlemek için” sandık başına gitmekte oluşudur.
Çünkü 2023 seçimleri, kişiler arası bir tercihi değil, Demokratik Rejim ile Otoriter Rejim arasındaki bir tercihi yansıtacaktır.
Aradan geçen zaman zarfında, “Şahsım Devleti Rejimi” ülkeyi her alanda geriye götürmüş, Hukuk Devleti çökmüş, adalet yok olmuş, ekonomi krize girmiş, enflasyon insanları perişan etmiş, işsizlik artmış, geçim derdi başlamıştı.
Bu durumda, 2023 seçimleri “Şahsım Devleti Rejiminin” devam edip etmemesi konusunda bir halkoylaması niteliği kazanmıştır.
Bu nedenle de konu, “Şahsım Devleti Rejiminin” temsilcisi olan adaya mı yoksa karşısındakine mi oy verileceğidir.
Bir diğer deyişle, insanlar adayların kişisel özelliklerine göre değil, Demokratik Rejimden mi Otoriter Rejimden mi yana olduklarına göre oy kullanacaklardır.
Böylece seçmenler açısından rejim tercihi öne çıkmakta, adayların kimlikleri ve kişisel özellikleri önemini yitirmektedir.
Ayrıca işin bir başka yönü daha var:
Adaylar olarak konuşulan dört kişiden üçünün, daha işin en başında, bu yarışta olmadıkları kamuoyuna aktarılmıştır.
Cumhurbaşkanı seçimi tartışılmaya başlandığında şu isimler ortaya atılmıştı:
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş.
Bu isimlerden Meral Akşener, derhal Cumhurbaşkanlığı’na değil, Başbakanlığa aday olduğunu açıklamış ve yarıştan çekilmişti.
İstanbul ve Ankara’da belediye meclislerinde iktidar çoğunlukta olduğu için CHP, bu kentlerin belediye başkanlarının aday olmayacaklarını ilan etmişti.
Çünkü başkanlar aday olmak için görevlerinden istifa ederlerse bu kentlerin yönetimleri ve kaynakları iktidara geçecekti.
Geriye kalan tek isim olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ise zaten partisinin pek çok yetkilisi tarafından açıkça ilan edilmişti.
Mantıken ve siyasal olarak da adaylık Kılıçdaroğlu’nun hakkı olarak görünüyor:
Altılı masayı o kurmuştur. Altılı masanın en büyük partisinin genel başkanıdır. Partisinin ileri gelenleri tarafından da aday olması istendiği açıkça belirtilmiştir.
…***
Akif Beki 30 Aralık tarihli Karar gazetesinde, “2022'nin kazandıranı Altılı Masa”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Altılı Masa partileri söylüyor, AK Parti istemeye istemeye yapıyor. Daha doğrusu, seçim baskısıyla yapmaya mecbur kalıyor. İktidarla muhalefetin rekabeti, böyle bir şeydir. Millete kazandırır, sorunu çözülenlere yarar. Taşeronlara kadro, memurlara 3600 ek gösterge, emekliye ikramiye, asgari ücrete ara zammı, öğrencilerin KYK borcu, zorunlu TRT payı ve şimdi de emeklilikte yaşa takılanlar... Beklentiler karşılandı.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Kılıçdaroğlu, sıraya otomobilde ÖTV'yi koydu. Erdoğan'a hitaben 'nasılsa yapacaksın, beni yorma' notuyla.
Akşener'in yeni hedefi ise en düşük emekli maaşının asgari ücretle eşitlenmesi.
'Yaptırdık, yine yaptırırız' özgüveniyle konuşuyor muhalefet.
Son örnek, EYT... Erdoğan; 'seçim kaybetsem bile yapmam, hiç uğraşmayın' diye önce ayak dirediği şeyleri, seçim baskısıyla yaptı. Buna rağmen AK Parti; 'zafer'e tek başına el koyuyor, 'halka ikramım' diyerek kendine mal ediyor, kimseyle paylaşmıyor da.
İktidarla muhalefetin rekabeti, halka kazandırdı. Millet, demokratik yarışın tadını unutmuştu, yeniden hatırladı. Çok partili hayatın nimetlerini terk eder mi bir daha? Kime, neye teşekkür edeceğini bilmez mi?
Muhalefet, 2022'de umut kapısı haline geldi.
'İyi, hoş da bu seçim rüşvetleri, bu popülizm yarışı; günün sonunda ülkeyi batırır' deniyor.
Görüşümü yazmıştım, aynen tekrarlıyorum:
Popülist seçim rüşvetlerinin sonu yok, ülke daha önce bol keseden dağıtma yarışında batırıldı, biri ne veriyorsa diğeri 5 katını vermeye kalktı, şimdi yine muhalefet matah bir başarıymış gibi iktidarla vaat yarıştırıyor, buna can dayanmaz...
Yabana atılacak bir endişe ve eleştiri mi, değil.
Ancak... Metin Külünk'ün tabiriyle kaynaklar betona gömülüp holdinglere aktarılırken, büyük şirketlerin milyarlık vergi borçları defalarca silinip kolaylaştırılırken, kamu bankalarının yüzlerce milyon dolarıyla iş adamları kayrılıp medya aldırılırken, zenginler servetine servet katarken, kur korumalı hesaplara faiz üstü milyarlar ödenirken batmadık da...
Fakir daha da fakirleşirken işçiye, memura, emekliye, öğrenciye yapılacak iyileştirmeler mi batıyor gözümüze!
Batacaksak, varsın bundan batalım. "Yatırım düşmanlığı değilmiş meğer" başlığıyla nedenini yazmıştım. Sene ortasıydı.
Sene sonunda aynı yerdeyim. AK Parti'ye, içeriden görüp görebileceği en sert eleştirilerden birini, Berat Albayrak yöneltmişti. Bakanlığa veda notundaydı. At izi ile it izinin karıştığını, Hak ile batılı ayırmanın zorlaştığını, bir bilinmeze sürüklendiğimizi belirtiyordu. İktidarı eleştirmek, şikayet etmek işte o zaman hainlik olmaktan çıkmıştı. O vakte dek hak değil, hainlikti. Yalnız, 2020'nin en itiraf gibi itirafıydı bu.
2022'ye gelince...
Metin Külünk; kaynakların betona gömüldüğü, elitlere aktarıldığı gerekçesiyle iktidarı, sertçe eleştirdi. İçeriden görüp görebileceği en sert eleştirilerden biriydi.
Böylece köprü, havaalanı, hastane gibi yatırımların verimliliğini, gerekliliğini ve yöntemini sorgulamayı "yatırım düşmanlığı" olmaktan çıkardı.
Kaynakların doğru kullanılıp kullanılmadığının hesabını sormak, o vakte dek hak değil yatırım düşmanlığıydı.
Külünk, halka değil servetine servet katan zenginlere çalıştığı için, bu düzeni değiştirmeye de çağırdı.
Böylece düzenin değiştirilmesini istemenin darbecilik, ajanlık ve dış güç uşaklığı olmadığını da gösterdi.
…***
Kazım Güleçyüz 30 Aralık tarihli Yeniasya gazetesinde, “AKP-MHP o kadar oy alabilir mi?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“28 Şubat’ın çok daha beter bir devamı olduğu icraatıyla ortaya çıkan 15-20 Temmuz sürecinin ürünü AKP-MHP koalisyonunun toplam oy oranı anketlerde bir ara yüzde 30’un altına kadar inmişti. Kendisine “cumhur” adını veren, ama cumhurla, yani millet ekseriyetiyle hiçbir alâkası olmayıp, var olan bağını da süreç içinde tamamen koparan bu dayatma ittifakının normalde bu kadar dahi oy alamaması gerekir.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Ama son anketlerde gösterilen oy oranı yüzde 40 civarında, hattâ biraz da üstünde. Bunca hukuksuzluğa, yolsuzluğa ve fiyaskoya imza atmış; ekonomiyi bu hale getirmiş; on milyonlarca insanı hayat pahalılığının gittikçe ağırlaşan yükü altında inim inim inleten bir iktidar bu kadar oy alabilir mi?
Anketlerde tercihini cumhur partilerinden yana kullananlar gerçek kanaatlerini mi ifade ediyorlar, yoksa “resmî görüş”lerini mi?
Gerçek şu ki, şeklen kalkalı dört yılı geçmiş olmasına rağmen tahripkâr ve yıkıcı sonuçları hâlâ devam eden OHAL’in dağa taşa sindirdiği korku ortamı, pek çok kişiyi gerçek kanaatlerini dile getirmekten alıkoyuyor. Bakalım, anketlerde veya açık sohbet ortamlarında iktidar partilerinden yana konuşanlardan kaçı sandık başına gidip oy kabinine girdiğinde o partiler için oy kullanacak?
Bu, işin bir ciheti. Diğer cihetinde cumhur için verilecek “devlet oyları,” hak etmedikleri halde hiçbir emek harcamadan geldikleri konumları ve elde ettikleri imkânları iktidar yandaşlığına borçlu olanlar, sosyal yardımlarla geçinip iktidar değiştiği takdirde bunlardan mahrum kalmaktan korkanlar, yirmi yılı aşkındır devam eden beyin yıkama ve algı operasyonlarının etkisiyle tam bir hipnoz hali içinde gerçeklerden koparılanlar... var.
Ama bunların yüzde 30-40 gibi oranlara varması, bilhassa ülkenin getirildiği noktaya bakıldığında, hayatın gerçeklerine aykırı.