Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: Altılı masanın son toplantısında 'milletvekili listeleri' de gündemi geldi: Seçime 3 partiyle girilebilir
Karar:
Vesayet yok ortak akıl var
Yeniasya:
Kuraklık korkutuyor
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Mehmet Kara 8 Ocak tarihli Yeniasya gazetesinde, "Seçim manevraları"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Seçim tarihi yaklaştıkça hükümet bütün “kozları”nı oynamaya başladı. Asgari ücrete gelen yüzde 55’e varan zammın ardından emekli ve memura yapılacak zam konusunda iktidara yakın kesimler dâhil en az yüzde 35-40’lık bir zam konusunda millette beklenti oluşmuştu. Son yıllarda TÜİK’in açıkladığı rakamlara neredeyse güvenen kalmadı. Zamlar bu kurumun açıkladığı enflasyon oranına göre yapıldığı için, çalışan ve emekli kesim yapılan zamlardan memnun olmuyor, hayal kırıklığı yaşıyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Hayat pahalılığı artık insanları zorlarken, alım gücü iyice düşmüşken, çarşı pazarda vatandaş enflasyonu yüzde 150-200 hissederken TÜİK yine yaptı yapacağını ve iktidarı hayli sevindirdi! Aylık yüzde 1.8, yıllık yüzde 15.4 açıklayınca, bu oranda zam yapılacağı ortaya çıktı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşık 9 puanlık artışla zam oranını yüzde 25'e açıkladı ama bu zam beklentilerin çok altında kaldı. Zamma açıklandığı andan itibaren çok yoğun tepkiler gelmesi üzerine Erdoğan ertesi gün kararını değiştirip 5 puanda daha zam verip, emekli ve memur maaşlarını yüzde 30’a çıkardığını açıkladı. Bu oranda beklentileri karşılamadı. Bir gün önce yüzde 9 ek zam yapılırken neden yüzde 14 yapılmadı?” sorusunun cevabı da yok.
Tek adam sistemi deyince birileri kızıyor ama yüzde 50 dese bütçenin bu zammı kaldırmayacağını hiçbir bakan söyleyebilir ya da itiraz edebilir mi?
YT, 3600, sözleşmelilere kadro gibi sorunlu konularda da böyle olmamış mıydı? Muhalefetin ısrarla gündemde tutması, bazı sivil toplum kuruluşlarının kamuoyu oluşturmasıyla eksik de olsa bu konularda hal yoluna gidiliyor. Gerçi seçim yaklaşmasa ne tepki dinlenir, ne vatandaşın hali görülürdü, orası da başka bir konu…
Zam yapıldı ama asgari ücretin altında maaş alan emekli ile asgari ücretli arasındaki makas iyice arttı. Tam manası ile emekli artık açlığa mahkûm edilmiş oldu. Oysa İTO enflasyon oranını yüzde 93, ENAG 137.55 olarak açıkladı.
Bir yıl içinde bazı temel maddelere yapılan zamlar hatırlatmakta fayda var. Şeker %340, doğalgaz %300, elektrik %260, benzin %238, ayçiçek yağı %210, et süt %195, mutfak tüpü %190, ekmek-un %180, otogaz % 162 zamlanırken TÜİK’e göre enflasyon %64,27…
Ondan sonra millet resmî rakamlara inanmayınca kızıyorlar.
...***
Ahmet Taşgetiren 8 Ocak tarihli Karar gazetesinde, " Hukuksuzluk seçimi ne kadar etkiler?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Her şey seçime endeksleniyor. Yaşananların başına ya da sonuna “Ne kazandırır, ne kaybettirir?” sorusu konuyor. İktidar ya da Tayyip Erdoğan da adeta bir kader seçimine girmiş olmanın çabası ile “Bu bize kazandırır” diye sunulan her şeyi peşi peşine, bazen kazandırsa bile yarınları kaybettireceği kesin olan şeyleri, heyecanı, belki telaşı fark edilecek tonda devreye sokuyor. Bir konu var, seçim hesabında herkes “varsa yoksa ekonomi, ekonomi her şeyi gölgeler”derken sandıklara nasıl yansıyacağı ihmal edilen bir konu: Hukuksuzluk. Adaletsizlik."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Şu Sinan Ateş cinayetinin bir yerinde de o mesele gelip gündeme oturuyor: Bakın içinizdeki düşüncelere, bu işin örtbas edilebileceği gibi bir kaygı depreşmiyor mu? Bahçeli, derin derin susuyorsa bir bildiği var denmedi mi? Bahçeli’nin duruşunun iktidarı bir biçimde etkilediğini dünya alem bilmiyor mu? O milletvekili, evine sığınan tetikçiyi polise vermemek için “Siz gidin sahibiniz gelsin” derken nerden cesaret alıyor? “Polis bu defa farklı çalışıyor” derken, siyasetçilerin mafyacılarla birlikte sergilenen çarpık fotoğrafları arasında bir umut arayışında değil miyiz? Maktulün eşi “Devletimiz büyüktür” derken, aslında ve zımnen, kamuoyundaki kaygıları dindirme çabasında gözükmüyor mu?
Hukuksuzluk, adaletsizlik, dedim, Çok boyutu var o meselenin.
Cezaevindeki hastalar, yaşlılar mesela. Vural Avar’ın 85 yaşında cezaevinde ölümü ile bir kere daha gündeme geldi konu. Daha önce ağır kanser hastalarını bile çıkarmadılar cezaevinden. Hastanın durumu Adli Tıp Kurumu (ATK)’na iletiliyor ve oradan “Bu adam, bu kadın cezaevinde kalabilir” hükmü geliyor. Kalsınlar. Ne zamana kadar? Vücutları çürüyünceye ve tabutları çıkıncaya kadar. Vural Avar işi belli ki sarstı bir yerleri. 28 Şubat’tan mahkum edilen bir general o, rütbeleri sökülmüş, er statüsüne indirgenmiş, o sebeple tabutunun üzerine bayrak konulmamış, Genelkurmay bir çelenk bile göndermemiş…. Kocatepe Camii’nde toplanan silah arkadaşlarının öfkesi hissediliyor.
Bunu mu gördü iktidar da, Adalet Bakanlığı, cezaevlerine “hastaların başvurusuna bakmaksızın durumlarını tespit” genelgesi yayınladı. Eminim konuya duyarlı her yazarın ya da Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi her duyarlı milletvekilinin çekmecesinde onlarca cezaevi mektubu vardır. Bu insanların ahı, yakınlarının ahı hiç etki etmez mi seçime?
Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı yansıdı medyaya. Şu başlıkla: “Sohbetlere katılma ve sendika üyeliği örgüt üyeliği olmaz.” Bu, bir FETÖ dosyası. Uşak 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi, önce açığa alınan B.C.Ş isimli öğretmeni, 2017’de, FETÖ ile iltisaklılık suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırmış, sanığın temyiz talebi de reddedilmiş.
Kararın 2019’da kesinleşmesinin ardından B.C.Ş., Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş. Dosya üzerindeki incelemesini tamamlayan AYM, ilk derece mahkemesinin verdiği kararla, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, özel hayata saygı ve sendika hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar veriyor.
AYM kararı, detaylıca incelendiğinde görülüyor ki, bugüne kadar FETÖ ile bağlantılı belki binlerce karar havada kalıyor.
...***
Aziz Karaca 8 Ocak tarihli Yenimesaj gazetesinde, " İktidarın sınırsız sermayesi: Pişkinlik"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Her şey tükenir o tükenmez. Kaynağın her çeşidi, harcandıkça, kullandıkça en azından azalır, tükenmeye yüz tutar ama pişkinliğin bir sonu, bir sınırı asla yoktur. Pişkinlik, hem sınırsız hem de masrafsız bir sermayedir! 'Harca harca bitmez' dedikleri cinsten. 'Yeniden değerleme oranları' dedikleri, pasaport harcı, trafik cezaları gibi, yani devletin alacağı kalemlerde zam oranları yüzde yüz yirmi olarak açıklanırken, emekliye ve memura yapılan önce yüzde yirmi beş, sonra da beş puanlık artışla yüzde otuzluk zammı, büyük lütuf ve ihsan olarak pazarlamak…"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Son bir sene içinde yüzde yüzün altında zam gören sadece ve sadece marketlerdeki poşet fiyatlarıdır, ikinci bir örnek gösterilemez.
Hal ve gidişat böyle iken…
Yukarılarda bir yerlerde, üst düzey bürokrat dedikleri mevkilerdeki birine, eşiyle birlikte aldıkları maaş sayısının dördü-beşi geçtiği hatırlatılıyor ve gayet pişkin pişkin; 'maaşlarından bir kısmını hayır ve hasenata harcadıklarını' beyan ediyor.
Bürokratların, bazı bakan yardımcılarının muhtelif kurumlardan aldıkları maaşlar, aldıkları huzur hakları, yönetim kurulu üyeliklerinden aldıkları ek ücretler belgelerle, bilgilerle açıklanıyor, toplamda aldıkları maaşların yüz binlerden başladığı ilan ediliyor ve fakat muhataplardan tek kelimelik dahi açıklama yok.
Pişkinliğin bu kadarı, böylesine derin pişkinlik, dar gelirli milyonlarca aileyi, geçinme ve barınma sıkıntıları içinde tahsilini sürdürmeye çalışan öğrenci kesimini adetâ pişirip bir kenara bırakıyor.
Bilindiği gibi dünya çapında en fazla ihale alan on büyük şirketten beştanesi bizim ülkemizde yer alıyor ve bu kocaman şirketlerin vergi borçları şimdiye kadar yüzlerce defa silindi ve silinmeye de devam ediyor ama bunu gerekçesi bir türlü açıklanmıyor.
Sebep ne ki, kamu ihalelerinden, dolayısıyla milletin vergilerinden oluşmuş hazineden, trilyonları kazanan, gelecek nice on yıllar boyunca da kazançlarını garanti etmiş olan bu devasa şirketlerin devlete olan borçları siliniyor?
Silen taraftan da borçları silinen taraftan da bir türlü bir açıklama gelmiyor.
Bu kadar pişkinlik fazla değil mi? Bir tarafta, geçim sıkıntısından kıvranan, tenceresinde aşı kaynamayan, aşı pişmeyen geniş halk kitleleri, diğer tarafta da, haksız olarak elde ettiği hesapsız servetini, sınırsız pişkinlik ve israf içinde harcamaya çalışan bir avuç mutlu azınlık… Pişkinliğin de bir sonu, bir sınırı olmalı değil mi?