Ocak 18, 2023 12:00 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Yeniasya: Altılı masanın ortak adayı şubat ayında belli olacak

Cumhuriyet:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ince ayar: AKP 14 Mayıs'ta seçime gitmek istiyor

Milli gazete:

Seçim tarihinde güncelleme

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

İbrahim Kiras 17 Ocak tarihli Karar gazetesinde, "Seçime bu kurumlarla gidiyoruz!"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Her seçimden önce siyasilerin dilinde bir miktar sertlik olur. Bunu da rekabetin doğasına bağlamak mümkün. Ama bugünkü ortam, kaynağı siyasetçilerin dilinden ibaret olmayan bir sertliğin gölgesi altında. Dolayısıyla birtakım tehditler havada uçuşurken iki husus dikkat çekiyor: Sokaktaki başıboşluk ve bürokrasinin angaje görüntüsü."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

 “Sokaktaki başıboşluk” derken bir süredir yeniden mafya haberleriyle yatıp kalkmaya başlamış olmamızı kastediyorum öncelikle. Bunlar yetmezmiş gibi, Ankara’nın göbeğinde bir “siyasi cinayet” işleniyor, iktidar mensupları hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Dahası, birtakım siyasetçilerin de adı geçiyor soruşturma dosyasında ve bu yalanlanmıyor. Yalanlanmıyor ama başka bir şey de yapılmıyor. Üstüne üstlük, Türkiye’yi sarsan cinayetin tetikçisi nedense bir türlü yakalanamıyor.

Kuşku ve kaygı uyandıran bir durum bu. Özellikle de seçime gittiğimiz bir dönemde.

Bu arada, daha önce ana muhalefet liderinin yönelttiği “paramiliter yapı” suçlamasına karşı Türkiye’de faaliyet göstermediğini, yalnızca bazı Afrika ülkelerine “savunma hizmeti” verdiğini açıklamış olan tartışmalı bir şirket -genel müdürünün ifadesiyle- “gol atmak” amacıyla Kılıçdaroğlu’nun çıktığı TV kanalına “reklam” verebiliyor.

Seçim sathı mailinde daha da kaygılandırıcı olabilen hareketler bunlar…

 “Bürokrasinin angaje görüntüsü” derken kastettiğim ise devlet kurumlarının parti organı gibi çalışıyor görünmesi. Valiler iktidar partisinin il başkanı gibi görev yapıyor, “atanmış” görevliler muhalif siyasetçilerle polemik yapmaktan çekinmiyorlar. “Bağımsız yargı”nın hali zaten ortada.

Geçenlerde hatırlatmıştım: Eski zamanlarda seçime üç ay kala Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanları -anayasa gereği- istifa ederek yerlerini tarafsız bakanlara terk ederlerdi. Bugünkü sistemde bu yok. Daha doğrusu bu bile yok. Elbette “tarafsız” denilen bakanların gerçek anlamda tarafsız olabilmesi veya tarafsız kalabilmesi zor. Ancak bu uygulama her şeyden önce sembolik bir anlam taşıyordu. Devlet kurumlarının bu işin içinde olmadığı ve olmayacağı mesajı verilmiş oluyordu. Hem kamuoyuna hem de bürokrasiye.

Bu yolla, sandığın güvenliğini sağlaması gereken polis ile jandarmanın ve oyların sayımından sorumlu yargı mensuplarının “seçimde tarafsız şekilde görev yapacakları” bir anlamda garanti ediliyordu. Bugün ise devlet kurumlarının partizanlaşması, hatta yargı kurumunun bile bağımsız ve tarafsız olma vasfından uzaklaşmış görüntüsü fazlasıyla kaygı uyandırıcı.

İster seçim sathı mailinde, isterse normal zamanlarda devlet kurumları siyasetin işlerine bulaştırılmamalı. Bilhassa silahlı bürokrasinin, yani askerin ve polisin muhakkak siyaset ikliminin dışında durması gerekiyor. Ancak gördüğümüz kadarıyla, asker de polis de özellikle ana muhalefet partisinin lideriyle aleni bir kavga içinde görünmekten imtina etmiyorlar. Muhalefet blokunun müstakbel cumhurbaşkanı adayı olarak onu gördükleri için belki.

Sözgelimi, Kılıçdaroğlu’nun doğrudan siyasi iktidarı hedef alarak yaptığı eleştiriye İçişleri Bakanlığı'na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı resmi hesaplarından “tweet atarak” cevap verebiliyorlar. Cumhurbaşkanı’nın askeri bir törendeki konuşmasında ana muhalefet partisi lideri aleyhine sarf ettiği sözleri orada bulunan komutanlar hararetle alkışlayabiliyorlar.

...***

Mustafa Balbay 17 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesinde, " Soylu’nun görünen yüzü!"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in 12 Ocak günü yaptığı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu merkezli açıklamalar, Ankara’da uzunca bir süredir konuşulanları bilgiye-belgeye dönüştürdü. Geleneksel bir anlatım vardır; Türkler bir yasaya, “Acaba neresinden delebilirim” diye bakarlar. Yasaya uymak için gerekeni yapmak yerine, yasayı delmek için yol-yöntem aramak!"diyen yazar, yazısının ndevamında şu ifadelere yer veriyor: 

...***

Bunun başka bir örneğini iletişim teknolojisinde yaşıyoruz. İktidar, iletişimin gücünü nasıl üretime katarım, nasıl yaygınlaştırırım diye değil de “Bu güçle nasıl gücüme güç katarım, nasıl muhalefeti sustururum, nasıl herkesi sindiririm” hesabı yapıyor.

İşte bunun bir yansıması olarak Ankara’da Çukurambar’dan Ulus’a değişik semtlerde binlerce kişilik trol ordusu kurulduğu, merkezi olarak yapılan yönlendirmelerle trollerin harekete geçtiği konuşuluyordu. Bunu doğrulayan pek çok operasyon yaşadık. 

Özgür Özel, bu oluşumun bir ayağını belgeleriyle birlikte açıkladı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın resmi hesaplarının Emin Şen isimli bir İçişleri Bakanlığı görevlisi tarafından yönetildiğini ortaya koydu.

Böyle bir yapı kurduktan sonra trol ordusuna bile gerek yok. Devletin 1839’da kurulmuş jandarma, 1845’te kurulmuş Emniyet gibi iki asırlık güvenlik kurumu adına her türlü mesajı sosyal medyadan yayınlama yetkisini elinde bulundurmak başlı başına bir güç. Bu gücün Kılıçdaroğlu’na karşı değişik zamanlarda kullanıldığını gördük. Örneğin, Soylu’ya yönelik bir eleştiriye yanıtı, Emniyet’in ve jandarmanın resmi hesapları veriyordu.

Özel, Soylu’nun “Ebabiller” isimli 8 bin kişilik bir trol ordusu kurduğunu da açıkladı. 

AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan buna şu yanıtı verdi:

“Dağ, fare doğurdu!”

Bu açıklamadan şu olasılıklar çıkıyor:

1- Hukuk dışı bir şekilde 8 bin kişilik trol ordusunun kurulması gayet normal. Bunda şaşılacak bir şey yok.

2- Bu da bir şey mi, daha neler var. Biz de daha büyük şeylerin açıklanacağını sanmıştık.

3- Soylu’nun kullandığı yetki, yaptığı açıklamalar dikkate alındığında, Soylu’nun yasalara değil, yasaların Soylu’ya ayak uydurması gerektiğini herkes görecektir. Bu da onlardan biridir. Soylu böyle bir şey yaptıysa buna uygun bir yasa çıkarılır olur biter.

...***

Cevher İlhan 17 Ocak tarihli Yeniasya gazetesinde, " Demokratik muhalefete HDP desteği"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Mâlum daha 2015’te AKP temsilcilerinin ve hükûmetin HDP ile oturduğu “masa”nın bizzat Erdoğan tarafından devrilmesinin ardından Demirtaş’ın “seni başkan seçtirmeyeceğiz!” çıkışı üzerine bu partiyi sürekli terör örgütü üzerinden kriminalize eden iktidar cephesi, altı buçuk milyon oy almış Türkiye’nin üçüncü partisini “düşmanlaştırmak”la kalmadı; sırf “ortak cumhurbaşkanı adayı”na destek verdiği “millet ittifakı”nı ve “altılı işbirliği”ni “zillet”, “terörist”, “gayr-ı milli”, “terör destekçisi”; “terörle işbirliği”, “hâin” isnadlarıyla suçladı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

 “HDP de masanın üstünde, altında” diye karalama kampanyası yürüttü.

Bu partinin “demokrasi tutum belgesi” sonrası iktidar mihrakları yeniden bin bir iftiralı, kara propagandalı saldırılarını yoğunlaştırdılar.

Ne var ki bütün bu karalamaların işe yaramayıp toplumda tam tersine bir etki meydana getirmesiyle “yolun sonu”nu gören iktidardakiler birden yüz seksen derece “söylem” değiştirdiler.

“Başörtüsü bahanesi”yle parlamentoda HDP ile işbirliği arayışına girip ziyarette bulundular. “Meclis’teki partilerin birbiriyle görüşmesi son derece doğaldır” dönüşüyle “HDP meşru bir partidir, görüşülebilir” diye çark ettiler.

Ancak bu partinin “altılı masa”nın “ortak adayı”na destek irâdesi kararlılığı “iktidar cephesi”ni yeniden “PKK neyse HDP de odur” vartalı tahkir politikalarına döndürdü. İşte tam bu vetirede “kapatma davası”nı bu partinin üzerinde Demoklesin kılıcı gibi sallandırıp şantaj aracı yaparak, daha dava sürerken yasalara göre hak kazandığı Hazine yardımını bloke ettirme ve kıskaca alma samimiyetsizliğini sergilediler.

En son HDP eşbaşkanlarının “parti olarak kendi Cumhurbaşkanı adaylarını açıklayacakları”nı duyurmaları bu husustaki tartışmaları bir defa daha alevlendirdi. Ardından “Biz kapıları kapatmıyoruz, altılı masa doğrudan kamunun önünde görüşme ve herkesin bilgisi dahilinde bir mutâbakat arayışına girerse hayır demeyiz, bunun sonucunda formüller bulmak mümkündür” diye açık kapı bırakmaları tartışmaları bir başka boyuta taşıdı.

Demirtaş’ın “HDP sonuna kadar mutâbakata açık” çağrısı ve Sancar’ın “Biz ortak adaya karşı değiliz, ortak adayı müzâkereye her zaman açığız” diye konuşması çeşitli yorumlara yol açıyor.

Keza daha seçim takvimi açıklanmadan ortaya konulan bu aceleci tavırla “ortak aday” belirlemede “Kılıçdaroğlu’nun elinin kuvvetlendirilmesi”nden, “altılı masa”ya rahat hareket alanı sağlanmasından ve iktidardakilerden gelen baskıları yumuşatma ve daha şimdiden seçim sonrasına bırakılacağı söylenen “kapatma kararı”nı öteleme taktiği güdüldüğünden bahsediliyor.