Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: 6’lı masada aday belirleme süreci: Görüşmeler hızlanacak
Karar:
İbrahim Kalın'dan ABD'den F-16 alımıyla ilgili 'ön şart' iddialarına yanıt: Asla kabul edilemez
Yeniasya:
Yolsuzlukta dibe doğru
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
İbrahim Kiras 31 Ocak tarihli Karar gazetesinde, "Erdoğan üçüncü kez aday olabilir"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Erdoğan’ın adaylığıyla ilgili “anayasal engel” meselesi sokaktaki vatandaşın yakından bildiği bir konu değil. Dolayısıyla muhalefet cephesi de bu konuyu gündeme getirip iktidar sözcülerine “Liderimizi sandıkta yenemeyeceklerini bildikleri için böyle asılsız bir iddiaya sarıldılar” deme fırsatı vermek istemiyordu. Ancak “muhalefete muhalefet” partisi Altılı Masa’yı suçlamak için son olarak bu gerekçeyi keşfedince konu gündeme gelmiş oldu. “Böyle bir hukuksuzluğa nasıl ses çıkarmazsınız” salvoları karşısında son günlerde bir iki açıklama yapıldı, medyada bazı tartışmalar oldu."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bunun üzerine iktidar cebinde sakladığı silahı şimdiden patlattı. “Erdoğan’la sandıkta karşılaşmaya korkuyorlar. Onun için yeniden Sabih Kanadoğlu taktiklerini masaya sürdüler” propagandası başladı. Belli ki mevcut cumhurbaşkanının üçüncü kez adaylığına anayasadaki açık hüküm itibarıyla itiraz edilmesi “siyasi mağduriyet” olarak tescil edilmek isteniyor.
İşte tam da burada altının çizilmesinde fayda olan nokta şu: Erdoğan üçüncü kez aday olabilir aslında. Anayasa bu imkânı tanıyor. “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” diyor 116. madde. Gerçi bunun için gerekli olan 360 sandalyesi yok iktidarın ama yine de çözüm var: Muhalefet partileri “erken seçimin 6 Nisan’dan önce yapılması durumunda” Meclis’te buna destek vereceklerini açıkladılar. Yani Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığının da hukuken tartışmasız meşru yolu açılmış olacak bu şekilde. Ama iktidar bu yolu kullanmak istemiyor.
Galiba şundan: Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış. İktidar partisi de son zamanlarda hep eski “gol paslarını” hatırlayıp duruyor. “Yine onlardan bir tane daha olsa, fileleri yine havalandırsam” diye ümitle bekliyor.
Hatırdan hiç çıkmayan o eski “gollük paslar” ise 367 kararı, Gezi eylemleri, 15 Temmuz darbe girişimi… Bunlar birbiriyle ilgisiz hadiseler ama ortak özellikleri yakın geçmişteki üç kritik seçimde AK Parti tabanının konsolidasyonuna istemeden hizmet etmiş olmaları.
Trol takımının her vesileyle “Ah keşke yeni bir Gezi olayı patlasa veya yeni bir 15 Temmuz olsa” şeklinde mesajlar verip durmasındaki garipliğin altında üstü örtüsüz bazı tehditlerin yanısıra bir özlemin de olduğu anlaşılıyor. En azından yönetim katının eski güzel günlere duyduğu özlem. Ama eski güzel günlerin bugüne nispetle iyi yönetimine veya rasyonel politikalarına değil, “seçim kazandıran fırsatlarına” özlem.
Çünkü iktidar partisi bozulan ekonomiden dolayı, savrulan dış politikadan dolayı, yolsuzluklardan dolayı, kötü yönetimden dolayı kaybettiği seçmenini kendisine çeki düzen vererek, iyi yönetime veya rasyonel politikalara yönelerek geri kazanmayı hiç düşünmüyor. Böyle bir düşünme tarzı yok nedense.
...***
Kazım Güleçyüz 31 Ocak tarihli Yeniasya gazetesinde, " Millet İttifakı: Hodri meydan"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Dört partiyle kurulan Millet İttifakının, altı ortak halinde genişleyerek devam edeceğinin ve seçime de birlikte gireceğinin ilan edildiği son 6’lı zirveden sonra verilen mesajların bir kısmını buraya da alalım: “Cumhuriyetimizin 100. yılında milletimizin bu hukuksuz düzene ‘Yeter’ cevabı vereceğinden emin olan bizler, Sayın Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapmayı planladığı seçime halkımızdan aldığımız destekle, kendimize olan inancımızla ve ülke sevdamızla hazırız."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
“Seçim ne zaman yapılırsa yapılsın, üstünlerin hukuku anlayışıyla hareket eden Cumhur İttifakı değil, hukukun üstünlüğüne inanan Millet İttifakı kazanacak. İktidar kaybettiği halk desteğini her tür hukuksuzlukla kapatmaya çalışsa da bu oyunu milletimizden aldığımız destekle bozacak ve Türkiye’yi özgürlükçü demokratik bir hukuk devleti yapacağız. Tek adam düzenini sandıkta milletin iradesi ile değiştirmek için hodri meydan!
“Cumhur İttifakının başörtüsü ile ilgili anayasa değişikliği önerisi, başörtülü kadının dinî inancını sorgulayan şekilde kaleme alınmıştır. Başörtülü kadını korur gibi yapan bu madde aslında tam tersi sonuçlar doğuracak niteliktedir. Kadının kıyafet özgürlüğü ile başörtüsü kullanmasının amacını sorgulayan bu ifadeyi metinden çıkaran bir değişiklik önergesi verilmiş; son derece açık bir biçimde başını örten veya örtmeyen kadınlara tam bir anayasal güvence getirecek olan bu önerge Cumhur İttifakı tarafından reddedilmiştir. Bu, Cumhur İttifakının her zaman yaptığı gibi samimiyetsiz bir şekilde kadınların başörtüsü hakkını siyasî istismar ve ranta dönüştürme amacını ortaya koymaktadır.
“Halkımız, ülkemizin hak ettiği refaha ulaşma ve yeniden demokratikleşme ümidini altı partinin birliğinde görmektedir. Bu da bize tarihî bir görev yüklemektedir. Biliyoruz ki bu Türkiye’nin kader seçimidir. Halkımız canını, malını, geleceğini, medenî, hür ve refah içinde bir Türkiye’de nefes alma ümidini bize emanet etmiştir. Halkımız müsterih olsun, altı parti bu görevi lâyıkıyla tamamlayacaktır.
“Bir kez daha ilan ediyoruz ki; Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı parlamenter sisteme inanmış, temel hak ve özgürlüklerin yanında, demokrasi âşıklarının, ‘Yeter! Söz milletindir’ diyen Millet İttifakının adayı olacaktır.”
...***
Emre Kongar 31 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesinde, " ‘Mutabakat metni’: Umut ve belirsizlikler"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurduğu ve bugünlere getirdiği Millet İttifakı, bu “Mutabakat Metni” ile, seçimi kazandığı takdirde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yeniden nasıl kuracağını ilan etti. Erdoğan/AKP iktidarının yirmi yıl boyunca, yavaş yavaş, ince ince yıktıkları bir devleti yeniden inşa etmek hiç de kolay değil elbette."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bu açıdan mutabakat metnindeki ilkeler, genellikle kabul edilen, Demokratik Rejim’in temellerini oluşturan, Erdoğan/AKP iktidarı tarafından yok edilmiş olan evrensel temel hak ve özgürlüklere ilişkin ilkelerden oluşuyor.
Yolsuzlukların, soygunların ve liyakatsizliklerin önlenmesi için bazı önemli somut önlemleri de içeriyor.
Bu açılardan “Mutabakat Metni”nin olumlu ve umut veren bir belge niteliği taşıdığı açık.
Tam bu noktada bu olumlu belgenin iki önemli eksiği göze çarpıyor:
Birinci eksik, mevcut “Şahsım Devleti”nin sadece kurumlarda değil, bu kurumların içindeki kadrolarda yani insan malzemesinde yol açtığı yıkımın, hangi yöntemle ve nasıl onarılacağı sorunudur.
İkinci eksik, bu metnin, temel hak ve özgürlükler konusunda, tarihsel olarak tek güvence niteliği taşıyan CHP ile, temel hak ve özgürlükler konusunda iyi bir sınav verememiş olan öteki beş sağcı parti arasında, ancak CHP’nin verdiği çok belirgin birtakım ödünlerle imzalanmış olmasından kaynaklanan, siyasal, ideolojik, soyut ve somut belirsizliklerdir.
Önce birinci eksikliğe bakalım:
Şahsım Devleti Rejiminden, Güçlendirilmiş Parlamenter Rejime geçiş sürecinde, kurumları yeniden düzenlemek nispeten kolaydır...
Nitekim belgenin 57 ile 95. sayfaları arasında kurumların nasıl düzenleneceği anlatılmış.
Ama bu kurumların içine yerleştirilmiş olan, yeteneksiz, liyakatsiz, eğitimsiz, partizan, ilkel kadrolar nasıl temizlenecektir?
Sivil ve askeri bürokrasideki kadroların temizlenmesi nispeten kolaydır.
Ama özellikle yargıdaki, üniversitedeki ve uzmanlık isteyen, RTÜK, BİK, BDDK, DDK gibi devlet kurumlarındaki partizan ve ilkel kadrolar nasıl temizlenecektir?
Bir temizlik süreci hakkında şimdiden ayrıntılı önemlerin ilan edilmesinin sakıncalarını elbette görüyorum.
Ama belgenin bu eksikliğine işaret edilmesi gerektiğini de düşünüyorum.
İkinci eksiklik, Demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin vurgulanmasında ve bu ilkelerin korunmasında görülüyor:
Bu eksiklik Anayasa Mahkemesi başta olmak kaydıyla yargının bağımsızlaştırılmasında ve Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’yı koruma konusundaki yetkilerinin yeterince net ve ayrıntılı olarak genişletilmemiş ve belirlenmemiş olmasında ortaya çıkıyor.