Şubat 05, 2023 09:31 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: İstanbul'da yaşam maliyeti bir yılda yüzde 112 arttı!

Star:

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Masanın altında birbirlerini tekmeliyorlar

Karar:

Ekonomi zabıtaya emanet

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Barış Doster 4 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “6’lı masadaki çatlak”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Siyasetin; siyasal bilince, sınıfsal tercihe, ideolojik ilkelere göre değil, kişisel çıkara, ilkesiz ittifaklara, ahbap çavuş ilişkilerine dayandığı toplumlarda, ne kadar büyük sözler edilirse edilsin, iş dönüp dolaşır, kişilerde düğümlenir. Türk siyasal yaşamında da bu böyledir. İktidar veya muhalefet, sağ veya sol fark etmez.  O yüzden herkes aylardır 6’lı masanın cumhurbaşkanı adayını açıklamasını bekliyor. Bu işin fazla uzaması da doğal olarak, sadece sıradan yurttaşları, Millet İttifakı’nı destekleyen seçmenleri değil, bizzat bu masadaki partilerde aktif siyaset yapan isimleri bile bıktırıyor. Süreç uzadıkça sadece yılgınlık artmıyor, öfke de birikiyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:  

…***

Dahası var. Masanın AKP kökenli iki ismi, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan, oy oranlarına ve yakın döneme dek hangi koltuklarda oturduklarına hiç bakmadan, masayı zora sokacak laflar ediyorlar.  

Başka sıkıntıları da var masanın.  

Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nde görülen HDP’nin kapatılmasına ilişkin dava. Yüksek mahkeme, HDP’yi kapatacak mı, kapatmayacak mı? HDP, eğer kapatılırsa nasıl bir tutum alacak? Aday çıkaracak mı, çıkarmayacak mı? Eğer aday çıkarırsa, iddialı bir ismi mi gösterecek? Yoksa sırf aday çıkarmış olmak için bir ismi gösterip, seçime hiç asılmayıp 6’lı masanın adayını mı destekleyecek? Kapatılırsa, hangi partinin listesinden seçime girecek HDP’li adaylar? Millet İttifakı’yla birlikte fotoğraf vermeden, destek açıklaması yapmadan, kurumsal işbirliğine gitmeden, HDP yönetimi, seçmenlerini 6’lı masanın adayına oy vermeye ne ölçüde ikna edebilecek?  

Bir diğer sıkıntılı durum da aday listelerinin nasıl şekilleneceği. Masada, oy oranı düşük 4 parti (Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi), basında yazılanlara göre, CHP listelerinden seçime girecekler. Bu durumda, bu dört partiye, hem de seçilecek sıralardan kaç kontenjan verecek CHP? 20 mi? 30 mu? 40 mı? Geleneksel CHP seçmeninin normal şartlarda asla oy vermeyeceği bu isimler, hangi illerde aday gösterilecekler? CHP’nin güçlü olduğu illerde mi? Yoksa zayıf olduğu, hiç vekil çıkaramadığı veya az sayıda milletvekili çıkarabildiği illerde mi? Eğer bu partilere oy oranlarının çok üstünde kontenjan tanınırsa, bu CHP’li milletvekili adaylarının işini zora sokmayacak mı? CHP, oyunu artırsa bile, TBMM’ye soktuğu milletvekili sayısı azalmayacak mı?  

CHP genel başkanı, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda desteğini istediği bu dört partiye, cömertçe kontenjan ayırırsa, siyaseti parti örgütüne yaslanarak değil genel başkanın ağzının içine bakarak yapan ve seçilecek sıradan aday gösterilmeyen milletvekilleri ne yapacaklar? Sessizliklerini koruyacaklar mı? Seslerini yükseltecekler mi?   

Bu soruları daha da çoğaltmak mümkün elbette.  

Şimdilik görünen şu: CHP genel başkanı, adaylık konusunda ne İYİ Parti’nin direncini aşabiliyor ne de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın iddiasını dizginleyebiliyor. 

…***

Kazım Güleçyüz 4 Şubat tarihli Yeniasya gazetesinde, “Kartta keyfîliğe son, BİK’e nester”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Millet İttifakının hükümet programı niteliğindeki “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”nde yer alan taahhütleri gözden geçirmeye devam ediyoruz: Basın özgürlüğünü güçlendireceğiz. Kamuoyunun serbestçe oluşması ve medyanın çoğulcu bir yapı kazanması için devletin gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü açıkça düzenleyeceğiz. Akreditasyon kararlarında keyfîliğe son verecek, basın kartlarının verilmesinde ve mesleğe kabulde meslek kuruluşlarının belirleyici olmasını sağlayacağız.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

* Basın İlan Kurumunun görevini bağımsız ve tarafsız olarak yerine getirebilmesi için yasal ve yapısal değişiklikler yapacağız.

* Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki kurulları ve ofisleri lağvederek görev ve yetkilerini ilgili bakanlık ve kurumlara devredeceğiz.

* Seçimle gelenin seçimle gitmesini güvence altına alacak, yerel yönetimlerde seçme ve seçilme hakkını yok sayan kayyım uygulamalarına son vereceğiz. Seçilmiş yöneticilerin görevlerine yargı kararı olmadıkça son verilememesini güvence altına alacağız.

* Kamu görevine alınmada liyakat ve eşitlik ilkelerini hâkim kılacak, şeffaflığı sağlayacağız. Kamu hizmetinde yükselmede objektif kriterlere dayanan ehliyet, liyakat, performans ve kıdem dışında bir ölçüt kabul etmeyecek, fırsat eşitliğini sağlayacağız.

* Mülakat uygulamalarına son verecek, yazılı sınavda en yüksek puan alandan başlamak üzere personel alımı yapılmasını sağlayacak, işin niteliği gereği sözlü mülakat yapılmasının zorunlu olduğu istisnaî halleri kanunla düzenleyecek, sözlü sınavlarda adaylara yöneltilecek soruların kura usulüyle belirlenmesini, sözlü sınav ve mülakatların kayda alınmasını temin edeceğiz.

* Rüşvet ve yolsuzluk suçlarında yargı süreçlerini hızlandıracak, cezaları artıracak, zamanaşımını kaldıracak, bu suçların af kapsamına alınmamasını sağlayacağız.

* TMSF kapsamına alınan kuruluşlara atanan kayyımların yürüttüğü satış, yatırım ve benzeri finansal işlemleri denetime tâbi tutacağız. TMSF ve diğer kamu kurumlarından ihalesiz varlık satışını yasaklayacak, Fon Kurulu Üyelerinin aldıkları kararlarla ilgili sınırsız sorumsuzluk durumunu kaldıracağız.

...***

Remzi Özdemir 4 Şubat tarihli Yeniçağ gazetesinde, “Bankada üvey evlat olmak!”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Türk bankacılık sektörünü gerçekten Almanya, Hollanda ve dahası birçok Avrupa ülkesi kıskanıyor. Neden kıskanmasın ki! Adamların görmediği duymadığı kârları Türk bankaları yapıyor. Adeta banknot matbaası gibi para basıyor. Yüzde 500 artan kârlar son bir yılda 5 kat, hatta 6 kat artan kârlar dünyada hangi sektörde var? Tabii ki Türk bankacılık sektörünü kıskanacaklar.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Gel görelim ki, Avrupa'nın kıskandığı bankacılık sektörünün kötü bir huyu var.

Hani bazı anne ve babalar vardır çocuklarını götürüp evlatlık verirler ya, onun gibi bir şey bu.

Bankalar kendi personelini taşerona vermeye başladı.

AKP ile birlikte başlayan taşeronlaşma şimdi de bankacılık sektörü çalışanlarının başına adeta bela oldu.

Bankalar bir şubede 25-30 personel barındırıyor ama tek bir güvenlik görevlisine bakamayıp götürüp taşerona veriyor.

Taşeronun ana politikası belli.

Asgari ücret.

Koskoca bankanın şubelerini belinde silah ile canı pahasına koruyan güvenlik görevlisine asgari ücret vermek ne kadar vicdanlı bir davranış?

Bunu bazı bankalar yapıyor. Bir de kamu bankası yapıyor.

Taşeron, bu güvenliklerin boğazından geçen ekmeği bile kısıyor.

Daha az yemek ücreti daha az özlük hakkı.

Aynı şubede 25 kişi, birileri 130 lira yemek ücreti alıyor ve öğlen yemeğinde normal yemek yerken, 80 lira yemek ücreti alan taşeron bunu yapamıyor.

Dedim ya taşeron, banka güvenliğinin her şeyinden kısıyor.

Amaç üç kuruş daha fazla kâr elde etmek.

Olayın bir de başka boyutu var.

Banka şubesinin içine taşeron sokmak ne kadar doğru bir davranış?

Mutfaktan tutun da temizlik ve güvenliği taşerona emanet ediyor anahtarı taşerona veriyor.

Taşeron ise asgari ücretle bu insanları çalıştırıyor.

Burada BDDK devreye girmek zorunda.

Bankacılık sektörünün kanayan yarası taşeronlaşmaya, şubelere taşeron sokma uygulamasına son vermeli.