Şubat 07, 2023 07:58 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet:  Acımız büyük.....

Karar:

Uzman isim şimdiden uyarıyorum diye seslendi: Adana ve Hatay artık daha riskli

Yeniasya:

Uyardık, dinletemedik

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Kamil Tekin Sürek 6 Şubat tarihli Evrensel gazetesinde, “Yaşanandan ders almak bilimin gereğini yerine getirmek”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Merkezi Pazarcık olan büyük bir deprem daha yaşandı. En az 99 depremi şiddetinde. Birkaç ili etkileyen büyük bir deprem. Her deprem sonrası olduğu gibi akla yine muhtemel İstanbul depremi geliyor. Burada da yeterli tedbir yok. Kentsel dönüşüm çok konuşuluyor ama bakış açısı insan hayatı değil de rant olduğu için yeterince hızlı ve doğru hareket edilmiyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Her konuda olduğu gibi, deprem konusunda da günlük yaşıyoruz. Olacağını biliyoruz, tedbir almıyoruz, oluyor, acı çekiyoruz, üzülüyoruz. Ve üç gün sonra her şeyi unutuyoruz. Bir sonraki depreme kadar.

Deprem bölgelerindeki yerleşim yerlerini kaldıramıyorsak, yapılaşmayı seyrekleştirelim. Binaları az katlı ve sağlam yapalım. Çürük binaları yıkalım. Geniş yollar ve büyük parklar yapalım riskli kentlere. 99 depreminin üzerinden 23 seneden fazla bir süre geçti. Bunları çoktan yapmalıydık.

Deprem vergileri bu işler için harcanmadı. Yüz binlerce bina yapıldı ama hep rant için. İktidar ve çevresini zengin etmek için.

Artık bu depremden ders alınır ve bilimin emrettiği şeyler yapılır demek istiyoruz ama diyemiyoruz maalesef. Cumhur İttifakının da altılı masanın da kafasında böyle bir sorunu çözme planı yok. Onların bütün kavgası rantın nasıl ve kimler tarafından paylaşılacağı.

O zaman muhtemel depremlerin, muhtemel kurbanları olarak bizlerin bir şeyler yapması gerekiyor. Rantçıları değil, bilimi yol gösterici sayan, halkın sorunlarını çözmeye çalışanları bir araya getirip iktidar olmamız gerekiyor.

Yoksa her depremde ölmeye, yaralanmaya, yakınlarımızı kaybetmeye, evimizi barkımız yitirmeye devam edeceğiz.

...***

Mustafa Karaalioğlu 6 Şubat tarihli Karar gazetesinde, " Sandıkta hangi dil kazanır?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Bir seçim ne kadar önemliyse toplumun önüne konulan fikir, proje ve vizyonun da o kadar değerli olmasını beklenir ama bizde böyle olmayacağı belliydi, artık daha da belli. Kampanya başlamadan duyduklarımız ortada, bir de başlasın neler olacak neler. Velhasıl bunlar daha iyi günlerimiz! Cumhurbaşkanı Erdoğan sert dil kullanmayı seviyor ve tamamı değilse bile kitlesinin en azından bir kısmı da en azından bu dile itiraz etmiyor. Son sözleri de bu kabilden sayılır. “Bunlara öyle bir çakalım ki bir daha bellerini doğrultamasınlar” sözü."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Onlarca başka şekilde söylenebilecek bir cümlenin bu kelimelerle ifade edilmesi elbette sorunlu ve hala seçilebilmek için yeterli oya ulaşamadığı görülen bir aday için de faydalı değil. En nihayet bu cümleyle destek talep ettiği kitlelerin kritik kısmı hala kararsız veya Erdoğan’a oy vermeme eğiliminde. Böyle konuştuğu için o kitle “İyi fikir. Ben de destek vereyim” demez. Hatta, Cumhur İttifakı’ndan ve Erdoğan’dan uzaklaşan seçmenin bir gerekçesinin de sertlik ve gerilim olduğu sır değil.

Hal böyleyken böylesi çıkışlar siyaset dilini keskinleştirirken söyleyene fayda sağlamaz. Yine de Erdoğan’ın seçim uzmanı olduğundan bahisle bazıları “Ondan iyi mi bileceksin. Vardır bir bildiği” diyebilir ve haksız da sayılmaz. Bugüne kadar böyle sözlerin bir zararını görmedi nitekim.Mesele kim ne söylerse ya da ne yaparsa kaç puan alır ya da kaybeder değil. İşin bu kısmı liderlerin bileceği şey. Ayrıca, Erdoğan kadar olmasa da CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bazen kendisinden beklenmeyen “genç işi” çıkışları oluyor. Ya da MHP Lideri Bahçeli de ağır sıfatlar kullanmaktan geri durmayan bir politikacı. Bazen diğerleri de…

Mesele, toplamda siyasetin dilini makul seviyeye getirmek ve liderlerin projeleriyle yarıştığı bir zemin yaratabilmek. Türkiye gibi ağır ve sürekli bir ekonomik krizden geçen, yargıdan eğitime, diplomasiden kurumsallaşmaya kadar ana ünitelerin tamamında ciddi problemleri olan bir ülkeye yaraşan da budur. Değişim ve yenilenmenin yolu da makul bir siyaset dilinden geçer. Yaftalamanın, aşağılamanın, hakaret etmenin ve had bildirmenin gölgesinde hiçbir fikir filizlenmez. Filizlenmedi zaten.

Siyaset kendisini en ağır sıfatları istediği gibi kullanacak kadar önemsememeli… Söz şehvetinin toplumu bıktırdı, usandırdı artık. Yükü taşınmaz hale geldi.

Ayrıca, seviyeyi ve kaliteyi kaybeden bir ülkenin önüne koyduğu hedefler kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Şu kadar sene sonra dünya liginde gelip gelebildiğimiz nokta da bunu gösteriyor zaten.Yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek işsizlik, yüksek hukuksuzluk, yüksek kara para puanı, yüksek basına baskı skoru ortadayken; yani, bir ülkeyi ülke yapan bütün değerlerin beli kırılmışken gerisinin ne anlamı var ki? Kim kime üstünlük sağlarsa sağlasın, ülkeye ne faydası var?

...***

Mehmet Kara 6 Şubat tarihli Yeniasya gazetesinde, " Çankaya Köşkü hatırlandı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

"“Ortak Politikalar Mutabakat Metni”nin açıklandığı Millet İttifakı’nın son toplantısında en çok alkış alan vaatlerden birisi de Cumhurbaşkanlığının Çankaya Köşkü’ne taşınıp Cumhurbaşkanlığına bağlı, saray, yalı ve köşklerin halka açılacağı vaadiydi."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Hükümet kanadının “külliye”, muhalefetin “saray” dediği mekân, açıldığı günden beri israf olarak nitelendiriliyor. 1150 odalı olduğu söylenen Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile ilgili vaadin açıklamasının üzerinden bir-iki gün geçmeden Erdoğan’ın grup toplantısında “Bay Kemal, hiç üzülme. Bu akşam TRT yayınını Çankaya Köşkü’nde yapacağım” diyerek iki mekânın da şahsına ait olmadığını vurgulaması dikkat çekti.  

Aynı gün yandaş bir gazetecinin, “Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin kapısına kilit vurup devleti yeniden Çankaya’daki köhne binaya taşıyacaklar” sözüne ne denir, bilemedik. 

Böylece, Millet İttifakı çok az programını burada yapan Erdoğan’ı, Köşk’e çıkarmış oldu. 2300 hedeften birisi kısmen de olsa karşılık buldu.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Meclis güçsüzleşti. Parti genel başkanın aday gösterdiği milletvekilleri, kanun görüşmelerinde grup başkanvekillerine bakarak oylarını kullanıyorlar. Kulisler ya da odalarından görüşmeleri takip eden vekiller oy kullanılacağı zaman genel kurula koşarak gelip yine grup başkanvekillerine bakarak oylarını kullanıyorlar. Mesela, muhalefetin “emekli maaşlarının en az asgari ücret kadar olması” teklifinde olduğu gibi kulislerden koşarak gelip “olmasın” yönünde oylarını kullandılar. Oy verme süresi iki dakika uzatılmasa neredeyse muhalefetin teklifi kabul edilecekti. 

Meclis haftada üç gün çalışmasına rağmen böyle durumlar yaşanınca Meclis bazen bir türlü çalışmalara başlayamıyor. Geçtiğimiz Salı günü de aynı durum yaşanınca Erdoğan, genel kurula katılmayan milletvekillerini kastederek, “Millet size hakkını helâl etmez, ben de etmem. Görevinizi hakkıyla yerine getirmiyorsanız millet size hakkını helâl etmez. Aldığınız maaşlar da haram olur haram!” diyerek fırçasını attı. 

Seçimler yaklaşırken, AKP’deki üç dönem kuralı orta yerde dururken bakalım devamsız vekillerin bu durumu listelere nasıl yansıyacak? 

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun bu durumu yorumlarken, “Erdoğan, ehliyet ve şahsiyet sahibi kadrolardan toplanamayan milletvekili grubuna kadar düşmüşsün. Kendi grubunu toplamakta bile acziyet gösteren bir genel başkan, altı liderin ekipleriyle birlikte sergiledikleri ortak çalışma kültürünü ve disiplinini anlayamaz” sözlerini not etmek gerekir. 

Tıpkı, istişare ve meşvereti anlamadıkları gibi… 

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Seçimin ertesi günü onların telefonu acı acı çalacak. Açtıkları telefonun ucunda bir ses duyacaklar: Ben Kemal geliyorum” demesi dillere pelesenk oldu. 

“Yeni sloganı veriyorum ‘Bay Bay Kemal.’ Telif de istemeyiz, alsın tepe tepe kullansın” diyerek cevap verdi ama akıllarda “Ben Kemal geliyorum” kalırken, Erdoğan yıllardır Kılıçdaroğlu’ndan bahsederken “Bay Kemal” diyordu. Kılıçdaroğlu bu sözü kendisi kullanmaya başlayınca bu seferde “Bay bay Kemal” sözünü ortaya attı. Kılıçdaroğlu da buna “Güle güle Erdoğan” diye bir sloganla karşılık verdi.