Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: ‘Yüzyılın felaketi’nin ardından 7’den 70’e herkes tek yürek oldu: Eşi görülmemiş dayanışma
Karar:
Davutoğlu, "AFAD'ın yönetim kadrosuna yetersiz kişiler getirildi
Yeniasya:
Deprem için çığlık atma aşamasındayız
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Barış Doster 11 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Depremin gösterdikleri”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Millet olarak yastayız. Acımız çok büyük. Geçmişte yaşadığımız depremlerden ders almadığımız için kahroluyoruz. Akılla değil duyguyla, bilimle değil cehaletle, bilinçle değil hurafe ve önyargıyla, yasayla değil kısa vadeli çıkarla, planlamayla değil günü kurtaran tercihlerle davranmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Haklının değil güçlünün yanında olmayı, aklımıza sesleneni değil duygularımıza hitap edeni yeğlediğimiz için başımıza geliyor bunlar. Toplumsal hafızamız zayıf doğal afetler karşısında. Sorumluları ve suçluları çabuk unutuyoruz. Hatırlamıyoruz.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Sayısız imar aflarının yanında, imar planı yapma yetkisi olan kurum sayısının çokluğu, bu konudaki disiplini ortadan kaldırdığı gibi, belediye meclislerinde imar plan tadilatı söz konusu olunca farklı partilerin hemen uzlaşmaları, siyasetçinin karakterini ve siyasetin finansmanının nerelerden geldiğini gösteriyor. Ders almıyoruz.
Asla konut, fabrika yapılmaması gereken ovalara, zeytinliklere, tarım arazilerine, yeşil alanlara, dere yataklarına inşaat yapmak, hem verimli tarım arazilerinin, yeşil alanların, su kaynaklarının azalmasına sebep oluyor hem depreme dayanıklı olmayan yapılar ortaya çıkarıyor. Kural tanımazlıkta ısrar ediyoruz.
Cehalet, bağnazlık, kötülük üçlüsü, örgütlü ve kurumsal. Birbirini besliyor, birbirinden besleniyor. Gelişmiş toplumlar ve bireyler, başkalarının başına gelenlerden ders alırken; daha az gelişmiş olanlar, kendi yaşadıklarından ders çıkarırken; gelişmemiş olanlar, ne başkalarının yaşadıklarından ne kendi yaşadıklarından ders alabiliyorlar. Üzülüyoruz.
Genel başkanının gözüne girmek isteyen şirret siyasetçi, müptezel yönetici, din taciri yorumcu, depremden siyasi fayda elde etmek için çırpınıyor, depremzedeler için canla başla yardım toplayan sanatçılara, deprem bölgesinden gelişmeleri aktaran gazetecilere, gerçekleri söyleyen bilim insanlarına sövüyor, hakaret ediyor. Tiksiniyoruz.
Sıradan yurttaşlarımız, eli nasırlı emekçilerimiz, yoksul öğrencilerimiz depremzedelere yardım yollamak için seferber oluyorlar. Boğazlarından kestikleriyle, harçlıklarından biriktirdikleriyle yardım malzemesi alıp deprem bölgesine yolluyorlar. Gençler, gönüllüler canla başla çalışıyor, insanlık sınavından pekiyiyle geçiyorlar. Asalet, fazilet, feraset, basiret, gayret, cesaret timsali olarak öne çıkıyorlar.
…***
Akif Beki 11 Şubat tarihli Karar gazetesinde, “Enkaz raporunun altında kalan mazeretler”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Bu büyüklükte, 7.7'yle 10 ili vuran depreme dünyanın hiçbir devleti yetişemez. Japonya'nın 9'luk depremi, yaşadığımızın yanında sinek vızıltısı. Görülmemiş bir felaket, altından nasıl kalkılsın da... 3 ay önce tek ilçede, 5.9'luk Düzce depreminde altından kalkılıp kalkılamadığını da biliyoruz. AFAD'ın kendi raporu çıktı. Afet yönetiminin resmi karnesidir. Yine sınıfta kalınmış.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
Düzce'de nasıl hazırlıksız yakalandıklarını, sahada niye organize olamadıklarını, afet nakliye grubunun dahi deprem bölgesine iki gün sonra girebildiğini, mühendislerle afet uzmanları yerine imamlarla öğretmenlerden ekip kurmak zorunda kaldıklarını, kimi görevlerde ekipteki 5 kişiden ancak birinin alanında uzman olduğunu, il ve ilçe birimleriyle koordinasyonun sağlanamadığını, arama kurtarmayla yardım dağıtımının hızlı ve doğru yönlendirilemediğini AFAD anlatıyor.
10 ilde afet olunca böyle de... Tek ilçeye müdahaledeki yetersizliklerin, koordinasyon bozukluklarının, gecikmelerin mazereti ne?
Belgesi mi olur, var. Sistem işlememiş. Planlama, bir ilçe depreminde dahi çökmüş.
Afet yönetimiyle ilgili eksiğini, gediğini tespit edip düzeltmemeyi, bu sefer ölçeği çok daha büyük diye mazur mu görelim?
Bir enkaz raporunun altında kaldı o mazeret. Fakat bizde mazeret bitmez, çılgın komplo teorileri ne güne duruyor!
Yetki paylaşımında kıskanç davranan, muhalefeti yanına dahi yaklaştırmayan, güçlerine ortak istemeyen iktidar propagandistlerinin, sorumluluğa gelince yaptığına bakın!
Birçok ortakla paylaşabiliyorlar sorumluluğu. Tokmak kendi ellerinde durduğu müddetçe davul kimlerin boynuna asılırsa asılsın, hiç umurları değil.
Zurnanın da zırvanın da zırt dediği yer, burası.
Oy kaybından çok can kaybından korktukları, karşıdan belli oluyor mu, iyi bakın!
Sonraki klişe mazeretleri, Elazığ depreminde yazdığım şekliyle şöyle sıralanıyor...
Binalar mı depreme dayanıksız! Bakıyorsunuz, yıkılanlar hep 99 öncesine ait. O çürüklerden eski vesayetçi zihniyet sorumlu, yenisi değil.
Kıyılar mı orman katliamı yapmak suretiyle yağmalanmış! Ah şu para yok mu para, nelere kadir.
Deprem toplanma alanları mı imara açılmış! Şehre ihanet mi edilmiş! İstanbul talana uğrayıp betonlaşmış mı! Hep aç gözlü müteahhitler yüzünden. Yediler yediler, imar yolsuzluğuna doymadılar. Kim, niye izin verdiyse...
Velhasıl; alınmayan tedbirden, geciken yardımdan, ihmal ve kusurdan herkes sorumlu, dış güçler dahil. Hele muhalefet belediyeleri bir numaralı sanık. Ödevlerini yapmadıkları için, yıkılan her binanın altında onlar da kalır. Bir tek iktidar sorumlu tutulamaz.
Sistem imar affına müsait. Vatandaştan vergi ve yardımla belediyelerden yetki toplamaya müsait. Depremzedeleri koruyamazken gerçek sorumluları saklayıp korumaya da müsait. Ancak hesabını iktidardan sormaya müsait değil. O kadarına izin vermiyor. İhanet suçuna girer!
…***
Cevher İlhan 11 Şubat tarihli Yeniasya gazetesinde, ““Tek kişilik rejim”in çöküşü”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
“Yine “Cumhurbaşkanı’nın tâlimatıyla” diye depremde yardımların yerine ulaşması gecikti. Şehirlerin girişlerinde kilometrelerce yığılan gıdadan çadıra her türlü yiyecek ve giyecek malzemesini taşıyan yüzlerce TIR’ın, kamyonun “tâlimat bekliyoruz” diye beklettirilmesi “tek kişilik çöküşünü bir defa daha ortaya çıkardı. Sırf muhalefetin ve sivil toplumun arama-kurtarma ekiplerinin faaliyetleri ve yardımları görülmesin diye gıda, su, çadır, giyecek ve her türlü yardım malzemesi taşıyan araçların engellenmesi felâkette siyaset fâciasını su yüzüne çıkarıyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
…***
O denli ki muhalefete mensup belediyelerin yaptıkları yardım kolileri üzerine “AFAD” etiketleri yapıştırıldıkları, muhalefet partilerinin ve sivil toplum kuruluşlarının “iktidar cephesi”nce partizanca muamelelere karşı karşıya kaldıkları belirtiliyor.
Bütün bunlar, baskı altındaki devlet kurumlarının depreme müdahale ve yardımları ulaştırmak için bile “izin” almadan harekete geçemedikleri vahametini gösteriyor.
Ve bütün bu tesbitler, hâlâ şov peşinde koşan iktidardakilerin, yine manipülasyonlarla, algı operasyonlarıyla milleti yanıltmaya yeltendiklerini ele veriyor. Yazık…
Bir diğer vahamet, depremin üçüncü gününde tam da göçük altındaki insanların yerlerini bildirdikleri, arama-kurtarma ve sivil yardım gruplarının koordinasyon için aralarında internet üzerinde irtibat kurdukları Twitterin engellenmesi, internet bağlantısının kesilmesi, sosyal medya mecralarının kısıtlanması, telefonların sınırlandırılması.
Her ne kadar depremzedelerden ve kamuoyundan verilen büyük tepkiler üzerine dokuz buçuk saat sonra kaldırılsa da arama-kurtarma ekiplerinin enkaz altındakileri kurtarmaya çalıştığı ve enkaz altındaki depremzedelerin yerlerini ve yardım çağrılarını ilettiği Twitterle can kurtarmaya çalışıldığı sırada bizzat iktidarca konulan “iletişim engeli” pes dedirtti.
Bu vaziyet, siyasi iktidarın nice canlara mal olan beceriksizliğinin ve başarısızlığının bilinmemesi politik hesâbıyla ne denli insafsızlığa tevessül edebildiğini yeniden tescil ettirdi.
Kısacası, moloz yığınları altında kalan insanların yardım çağrılarını yaptıkları kanalların kapatmaya kadar varan vicdansızlık, çirkin siyasetin çehresini bir defa daha sırıttı…
“Bu depremle birlikte ortaya çıkan mekânizmalar ve ilişkiler meselenin sandığımızdan daha vahim olduğunu ortaya çıkardı. Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekânizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin ‘milli birlik ve beraberlik’ nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekânizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.”