Şubat 22, 2023 08:41 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: İki hafta geçti hâlâ çadır yok!

Karar:

İmamoğlu'ndan 'kentsel dönüşüm' mesajı: Şeffaf, güvene dayalı ve katılımcı olmalı

Yeniasya:

Doğalgaz ve elektrik borçları silinsin

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Ahmet Battal 21 Şubat tarihli Yeniasya gazetesinde, “Hukuk fakülteleri, zelzele ve siyaset”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Zelzeleden sonra ve yıkıma bağlı olarak ortaya çıkan çok sayıda hukuki problem var. Bu problemler için bireysel olarak çözümler üreten ve bunu sosyal medya aracılığıyla ve başka yollarla yayınlayan bazı ekipler veya bazı hocalar oldu. Mesela Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin hocalarından Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu bunlardan biri.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Ancak bunlar sadece başlangıç ve elbette geliştirilmesi ve tartışılması lazım. Hem de bu işler acilen toplanacak ve ekipler halinde çalışacak olan şûralar eliyle yapılmalı. 

Kim ya da kimler yapacak? 

Üniversitelerin hukuk fakültelerinin dekanları ve diğer akademik yöneticileri inisiyatif geliştirmeli. 

Akademisyenler yetkili kurulların da desteğini alarak bu problemlerin en adil şekilde çözümü için raporlar hazırlamalı ve teklifler ortaya koymalı. 

Böylece akademik birikim işe yarar bir biçimde hayata geçirilmeli. 

Zira bu yıkımdan çıkış için “kiminin parası kiminin duası” misali, bazılarının iradesini ve bazılarının da ilmini ortaya koyması şart.  

Ortaya konulacak akademik ürünün siyaseten kimin işine yarayacağı gibi hususlar akademisyenleri ilgilendirmez ve ilgilendirmemeli. 

Neticede ürün milletin işine yarayacaktır. Akademisyenlerin de millete borcu vardır. 

Bu çalışmalarda vazife alacak olan akademisyenleri teşvik edebilmek amacıyla çeşitli formüller geliştirilebilir: 

Mesela bu çalışmalar ders yükünden sayılabilir. 

Ya da mesela ortaya konulan akademik ürünler teşvik puanı hesaplamasında özel olarak kıymetli sayılabilir. Ki hakikatinde de öyledir. 

Bir de şu var:  Hukukçu akademisyenlerin çoğunun bilhassa Almancayı iyi bildiğini biliyoruz. Almanya’nın İkinci Cihan Harbinden sonra savaşın yıkımından nasıl bir hukuk rejimi ile çıktığı ve nasıl bir yol takip ettiği hususu 6 Şubat Zelzelesi sonrası bizim için de iyi bir örnek olabilir. Hukukçu akademisyenler bunun için “yukarıdan talimat” bekliyorlarsa akademik bağımsızlık eksikliğindendir. 

Yukarıdaki tekliflerimizi akıllarından geçiriyor ama “yukarısı ne der” diye düşünüyorlarsa akademik cesaret eksikliğindendir. 

Akademisyenin “yukarısı” olmaz. 

Akademisyen vicdanıyla baş başadır. 

Zira ilim talimatla yapılmaz. 

Hele adaleti arama ve tatbikatçıya yol gösterecek ilmî içtihatlar yapma işinin siyasi talimatla yapılanı kadar tehlikelisi yoktur. 

Bize düşen vazifelileri vazifeye davet etmek ve hatırlatmaktır. 

Dekanlara düşen de sadece “çorba dağıtmak” değil, hukuk rejimi ve problem çözümü konusunda da inisiyatif almaktır. 

…***

Emre Kongar 21 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “17 maddede depremin siyasette açığa çıkardıkları”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“6 Şubat depremi, zaten bilinen ama, ya iktidar baskısından dolayı pek konuşulamayan ya da kanıksanmış oldukları için artık gündemden düşmüş olan birtakım siyasal gerçekleri yeniden gündeme getirdi.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Bu acı gerçekleri madde madde şöyle özetlemek olanaklı:

1) “Şahsım Devleti” rejimi, hızlı ve etkin karar alamamaktadır.

2) “Şahsım Devleti” rejimi, liyakat, bilgi ve beceri bakımından çok yetersiz kadrolara sahiptir.

3) “Şahsım Devleti”nin aldığı kararlar ya yanlış olmakta veya yetersiz kalmaktadır.

4) “Şahsım Devleti”, kendi içinde danışma, denetim ve özeleştiri mekanizmalarına sahip değildir.

5) Bu nedenle de ne yanlışlarını düzeltebilme ne eksiklerini tamamlayabilme ne de gelişme ve kendini yenileyebilme olanağı vardır.

6) Ekonomik ve toplumsal sorunları çözemeyen iktidar gittikçe derinleşen ve büyüyen bu sorunları gizlemek için baskı ve sansür mekanizmalarını devreye sokmakta, baskı ve sansür arttıkça sorunlar da derinleşmektedir.

7) Bu sarmal, iktidar değişinceye kadar, hem toplumun sorunlarının şiddetlenmesine ve hem de baskıların, sansürün artmasına yol açacak, toplumun ödediği bedeli yükseltecektir.

8) Örneğin bu satırlar yazıldığı sırada TELE1 televizyonunun ekranı haksız ve hukuksuz bir kararla, 23-24-25 Şubat 2023 tarihlerinde yeniden karartılmış, halkın haber alma özgürlüğü sakatlanmıştır.

9) Deprem felaketi, yurttaşların çok yüksek enflasyondan dolayı yaşadıkları sıkıntıları birdenbire çok artırmış, bu sıkıntıların karşısında “Şahsım Devleti”nin yetersizliğini iyice açığa çıkarmış ve böylece, yaklaşan seçimlerde iktidarın değişme olasılığını iyice yükseltmiştir.

10) Merkezi iktidarın refleks yavaşlığını ve yetersizliğini muhalif partilerin yerel yönetimleri ve bizzat kendileri telafi etmişlerdir.

11) CHP’nin hem komşu hem de büyükşehir belediyeleri derhal deprem bölgesine ulaşmışlar ve merkezi iktidarın eksikliğini bir ölçüde de olsa gidermeye çalışmışlardır.

12) Bu bağlamda CHP’li büyükşehir belediyelerinin deprem bölgesine çok hızlı ve çok etkin hizmet sağlayabildikleri kamuoyu tarafından gözlenmiştir.

13) HDP ve İYİ Parti de bütün örgütleriyle deprem bölgesine ulaşmış ve birçok gereksinmeyi karşılamışlardır.

14) SOL Parti, TKP, TKH, TİP gibi sosyalist partiler de depremzedelere hemen ulaşmışlar, çok organize hizmetler sunmuşlardır.

15) Kemal Kılıçdaroğlu, iktidarın bütün gönüllü yardımları ve hizmetleri tek bir merkezin denetimine tabi tutmak istemesini ve bu nedenle ortaya çıkacak gecikme ve engellemeleri önlemek için tam zamanında ve çok sert bir biçimde tepki vererek yardımların ve hizmetlerin deprem bölgesine zamanında ulaşmasını sağlamıştır.

16) Yine Kılıçdaroğlu, deprem bölgesindeki yetersizliklerin eleştirilmelerini önlemek isteyen ve bu amaçla “Siyaset yapmayın” diyenlere karşı “siyaset yapmanın” gerçek anlamını ve ne demek olduğunu anlatmıştır.

17) Ve bütün bunlara ilave olarak İktidar, depremi bahane ederek seçimleri de ertelemeye niyetlenmiştir.

Bu ihtimal, iktidarı değiştirmek isteyen seçmenler ve muhalefet partileri tarafından büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır.

…***

İbrahim Kiras 21 Şubat tarihli Karar gazetesinde, “Kişisel hatalar sistematik ihmaller”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Deprem felaketinin ardından nereye baksanız, nereye dokunsanız bir ihmal, bir vurdumduymazlık, bir boş vermişlik eseriyle karşılaşıyorsunuz. Her biri skandal boyutunda inanılmaz hatalar. Kahramanmaraş depreminin ardından İstanbul’da 93 okulun “binaları riskli” diye boşaltılması yeterince şey anlatıyor olmalı. “Söz konusu okul binalarının riskli olduğu yeni mi öğrenildi, neden daha önce önlem alınması düşünülmedi?” gibi sorular soruluyor ama cevabı kimden alabiliriz, bilmiyoruz.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Keza, yine İstanbul’da 1999 Gölcük depreminin ardından alınan önlemlerin, yapılan hazırlıkların durumu da öyle. Bu şehirde daha önce “acil durum toplanma alanı” olarak belirlenen yerlerin imara açılıp halka kapatılması, çadır kurulabilecek yer kalmaması hiçbirimizi şaşırtmayan olaylar. İşin özü de burası. Şaşırmıyor olmamız.

İki yıl önce çıkan bir haberde İstanbul’da 2000’li yılların başında çeşitli bölgelere yerleştirilen iki bin deprem konteynerinden sadece 505’inin kullanılabilir durumda olduğu belirlenmişti. Şimdiki durumu bilmiyoruz. Dahası, bu kalan konteynerleri de bir afet anında kimin nasıl açacağı ve hatta konteynerlerin nerede olduğu kimsenin bilmediği bir husus.

Türkiye’nin en büyük, en kalabalık ve deprem riski en yüksek şehrinde durum bu. Oysa İçişleri Bakanı Kahramanmaraş depreminde yaşanan gecikme, ihmal, hazırlıksızlık koordinasyonsuzluk eleştirilerine cevap olarak “Bizim hazırlığımız İstanbul depremineydi” şeklinde bir savunma yapmıştı. “İstanbul depremine” hazırlığın ne durumda olduğu ortadayken, ileri sürülen diğer bahaneler de ciddiye alınmaya değer görülmeyecektir herhalde.

Bizim gazetede okumuşsunuzdur. Çevre ve Şehircilik Bakanına en riskli 10 ili sormuş bir milletvekili soru önergesi vererek. Bakan’ın açıkladığı “en riskli iller” listesinde Kahramanmaraş yok, Hatay yok, Adıyaman yok, Adana yok, Malatya yok, Osmaniye yok, Gaziantep yok, Şanlıurfa yok, Diyarbakır yok…

En riskli iller listesinde Konya var, Antalya var, Ankara var. Yani deprem riski en düşük iller. Oysa İçişlerine bağlı AFAD üç yıl önce Kahramanmaraş’ı pilot il olarak belirlemiş, burada “çok başarılı” bir tatbikat da yapmış. Beşinci dakikada falan bakanın, onuncu dakikada filan bakanın kriz merkezine ulaştığı bir tatbikat.