Türkiye'den köşe yazarları
Cumhuriyet: Kulislerde Yavaş sesleri
Karar:
Kahramanmaraş merkezli depremlerde can kaybı 45 bini aştı
Star:
EYT'ye ilişkin kanun teklifi TBMM Genel Kurulunda kabul edildi!
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Cevher İlhan 28 Şubat tarihli Yeniasya gazetesinde, "İktidarın depremde siyaset felâketi"başlıklı yazısını okıuyucularla paylaşıyor.
" Deprem, Türkiye’nin birinci gündemi. Çarpıcı olan, ilk iki, hatta üç günde arama-kurtarma ile âcil yardımın zamanında ulaştırılmamasıyla, başta çadır ve konteynır olmak üzere korunma ve barınma ihtiyaçlarının yerine getirilmemesiyle açığa çıkan çöküşün üstünün örtülmesine yeltenilmesi."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Çok daha şiddetli depremlerde en fazla birkaç kişinin öldüğü, hatta hiç ölümün olmayıp basit birkaç yaralamayla geçen Japonya’daki depremler bir yana, Güney Amerika ülkelerinden Şili’de Mart 2021’de tam 10 dakika süren, 9.5 şiddetiyle “yeryüzündeki en büyük sarsıntı” olarak kayıtlara geçen, 1.655 kişinin ölüp üç bininin yaralandığı “mega deprem” ya da “büyük Şili depremi”yle kıyaslandığında fecaatin boyutu ortaya çıkıyor.
Bizde ise Kovid 19 salgınında “3 bin 368 vefat” ilânından bir gün sonra 33 bin vefatın açıklanmasıyla gerçek vefat sayısının on katı bulması benzeri vefat sayıları kat kat düşük gösteriliyor.
Konunun uzmanları, on bir ili kapsayan yıkımın nüfus yoğunluğu nispeten düşük olan alanda olmasıyla vefat-yaralanma sayısının düşük kaldığını, daha yüksek olan İstanbul-Marmara bölgesinde vuku bulması halinde can kaybıyla yaralanmaların daha da katlanacağını ifade ediyorlar.
Bunun içindir ki depremi “asrın felâketi” yapanın şiddeti değil, yirmi yıllık iktidarın âfete karşı hiçbir tedbir almamasıyla, 85 milyar para karşılığında ruhsat verilen çürük binalara hiçbir inceleme yapılmadan “sağlam” raporunun verilmesiyle “asrın cinâyeti”ne ortam oluşturulduğu gerçeği bir defa daha tescil ediliyor.
Ve deprem bölgelerinde 140-150 bine varan yıkık binanın enkazında depremzedelerin ihtiyaç duyduğu çadır ve konteynırın en fazla ancak beşte birinin kurulmasıyla hâlâ on binlerce vatandaşın açıkta kaldığı iktidar partisi belediye başkanlarıyla “iktidara iliştirilmiş” yüzlerce müteahhide soruşturma açıldığı vetirede, yine yandaşlara milyarlık “deprem ihaleleri”nin peşkeş çekilmesiyle “asrın rezâleti” ifşa oluyor.
Bundandır ki “tek kişilik rejim”in güdümündeki “havuz medyası”nda depremdeki büyük yıkımın, on binlerce can kaybının suçu, yandaşlara rant peşkeşine karşı çıkan, Meclis’te araştırma önergeleri veren muhalefete yüklenmek isteniyor.
En vahimi de “iktidar cephesi”nin hâlâ bir dizi saptırmayla depremde siyaset propagandaları tenavessül etmesi. Bilhassa muhalefete mensup belediyelerin, sivil toplumun, gıda ve giyecekten temizlik malzemelerine, seyyar mutfaklardan sahra hastanelerine, çadırdan konteynıra yaptığı yardımların “görünmemesi” hesâbına hâlâ basit partizanlığın güdülmesi.
Seçim öncesi vatandaşlara “biz gidersek evler, binalar yapılmayacak, açıkta kalacaksınız!” telkinatıyla âfet bölgesinde erkenden “seçim kampanyası”nın başlatılması.
Yaklaşan seçimlerde kaybetme telaşına kapılan “iktidar cephesi”nin, ekonomik çöküşün ardından tam bir başarısızlık sergilediği depremdeki çöküşle, tehevvürlü panikle, politik polemikli sövgülerle muallel tahkir ve tahriklerle felâkette siyaset yapması.
Deprem bölgesine her türlü insanî yardımı arttırarak sürdüren “millet ittifakı”nı “siyaset yapmak”la itham eden Cumhurbaşkanı’nın her bölgede partisinin “seçim koordinasyon merkezleri”nin açılışına katılması “âfette siyaset” felâketinin açık tezâhürlerinden...
...***
Arslan Bulut 28 Şubat tarihli Yeniçağ gazetesinde, " İktidar neden paniğe kapıldı"başlıklı yazısını okuyuculrla paylaşıyor.
" Önce Erdoğan, "çadır yok" diyenlere ağır hakaretler etti. Oysa ilgili kurumların elinde yeterli çadır stoku bulunmuyordu. Çadır ihtiyacının da ancak yüzde 15'i karşılanabilmişti... 2011 yılında yaptırılan 1.5 milyon çadır ise ortada yok! Tabii bunların büyük kısmı Suriyeliler için kullanıldı. Yemen'de bile Kızılay çadırlarına rastlandı..."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Kızılay'ın yan şirketinin, yardım kuruluşlarına çadır ve konserve satması ise tepkiyi büyüttü.
Erdoğan, yıkılan şehirlerin yeniden yapılması için de halktan bir yıl süre istedi. İyi düşünülmemiş bir çıkıştı bu. Bir iktidarın halktan süre istemesi, ya seçim ya da referandum yoluyla olur. Ortada referandumu gerektirecek bir durum yok. Seçimler ise en geç Haziran ayında yapılacak. Birkaç ay sonra halktan beş yıl daha istemek varken neden sadece bir yıl isteniyor? Seçimsiz bir yıl mı kast ediliyor yoksa?
Bu arada bütün yurtta üniversiteler kapatıldı, uzaktan eğitim yapılacağı açıklandı. Uzaktan eğitimde saatlerce süren dersleri, İnternet'ten takip etmek gerekir. Bu da günde 4-5 cgb harcamak demektir. Ayda 150 cgb İnternet, şimdilik 300 liradır. Tabii İnternet bağlantısı kurulabiliyorsa...
Gerçi baba evinde oturup, dersleri İnternet'ten takip etmek daha ucuza gelebilir ama öğrencilerin tuttuğu kiralık evler ne olacak? Boşaltacaklar mı? Boşaltırlarsa eşyaları ne yapacaklar? Bir daha aynı fiyata ev ve eşya bulabilecekler mi?
Kaldı ki üniversitelerin kapatılması, öğretim kalitesi açısından doğru bir karar değildir.
Diğer taraftan üniversite demek aynı zamanda öğrencilerin bulunduğu şehirlerde ekonominin ve sosyal hayatın canlı tutulması demektir. 11 ili deprem vurdu zaten... Bu şartlarda bütün ülkenin ekonomik ve sosyal çarklarını durdurmak hangi akla hizmet eder?
"Depremzedelerin otellerde barındırılması, turizmi engeller" denildi; üniversite öğretimi engellendi! Peki öğrenci yurtları yerine yazlıkların depremzedelere açılması düşünülemez miydi? Olağanüstü şartlarda olağanüstü önlemler alınabilir...
Derken önce Fenerbahçe-Konyaspor sonra da Beşiktaş-Antalyaspor maçında tribünlerden "Hükümet istifa" sloganları yükseldi...
İktidarın aldığı yanlış kararlar ve gösterdiği orantısız tepkiler, panik işaretidir. Oysa stadyumlardan dalga dalga yayılmasından endişe ettikleri "istifa" çağrılarına
...***
İbrahim Kiras 28 Şubat tarihli Karar gazetesinde, " Hükümet biraz sakinleşse iyi olacak"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" En azından birkaç ay daha şimdiki hükümet yönetecek ülkeyi. Ama bugünkü savrukluğuyla, telaşıyla, ne yapacağını bilemez haliyle, her gün birileriyle kavga ederek, boyuna suçlayacak bir günah keçisi arayarak nasıl yönetecek? Biraz sakinleşmesi lazım. Ekonomi zaten kötü, tarım battı, sağlık sistemi işlemiyor, eğitim sizlere ömür, dış politika her gün yeni riskler üretiyor… Yetmezmiş gibi büyük bir deprem şehirlerimizi yıktı, on binlerce insanımızı elimizden aldı ve hem insani hem siyasi hem de ekonomik olarak ciddi bir fatura çıkardı bize."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bu ortamda hiçbir şey olmamış gibi eski alışkanlıkları sürdürmek kadar yanlış bir tutum olamaz. İktidar maalesef bu yanlışı yapmaktan geri durmuyor. Her gün bir kavga konusu buluyor, yel değirmenleriyle savaşan Donkişot gibi habire bir yerlere karşı kılıç sallıyor, milletin feryadına sebep olan sorunları ise “inkâr ederek” ortadan kaldırdığını düşünüyor.
Böyle olmaz. Bugüne kadar olmadı, şimdi de olmaz. Biraz sakinleşmesi lazım.
Hem ülkeye zarar veriyor bu tutum hem de kendisine. Bizi düşünmese bile hiç değilse seçim sürecinde siyaseten kendisine zarar verdiğini görüp yaklaşımını değiştirse. Biraz sakinleşse.
Sorunlar çok ağır. Her geçen gün de daha fazla ağırlaşıyor. Ne yokmuş gibi davranarak ne de sorumluluğu başkalarının üstüne atarak sorunların altından kalkamayacağını artık anlamalı. Olay algıdan ibaret değil. Algıları yöneterek meseleye vaziyet edilemez artık. Gerçeklerle yüzleşmek zorunda.
İktidarın bu süreçte her şeyden önce seçimi kazanıp kazanamayacağını düşünmesi doğal tabii. Ama seçmenine gerçekleri kabullendiğini göstererek bir şeyler söylemek zorunda olduğunu da anlamalı.
Twitter’ı kapatarak, Ekşi Sözlüğü yasaklayarak, TV kanalları üzerindeki baskısını artırarak, trol faaliyetlerini ikiye katlayarak bildiği tek siyaset yapma yöntemi olan algı yönetiminin önünü açmanın artık imkânsız olduğunu kabullenmeli.
Bağırıp çağırarak, önüne geleni tehdit ederek toplumun sesini kısmak çözüm değil. “Çadır niye yok” diyen depremzedenin derdini “Çadır yok diyen vatan hainidir” diye bağırarak çözemezsin.
Depremin ilk iki günündeki gecikmeyi, ihmali, hazırlıksızlığı, koordinasyon eksikliğini gündeme getirenleri tehditle, korkutmayla susturamazsın. O zaman stadyumlarda slogan da atılır, başka şey de yapılır. Stadyumlarda ilk defa siyasi slogan atılıyor da değil üstelik.