Türkiye'den köşe yazarları
Karar: YSK'dan Erdoğan'ın yeniden adaylığıyla ilgili açıklama: İlk görevine Haziran 2018'de başladı
Yeniasya:
İslam İşbirliği Teşkilatı İsrail'i şiddetle kınadı, BM'ye Filistin için "sorumluluk üstlen'' çağrısı
Yurt:
KESK: "Yoksulluk, seçim yatırımına dönüştürülen vaatlerle çözülemeyecek kadar derinleşmiştir"
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
…***
Mehmet Kara 3 Nisan tarihli Yeniasya gazetesinde, "Kucaklayıcı olması gerekirken…"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Kahramanmaraş depremin üzerinin iki aya yakın süre geçti. Yaralar sarılmaya çalışılırken yardımların azaldığını bölgeden gelenler söylüyor. Hâlâ çadır bulamayan depremzedelerin, konteynere ulaşmanın hala çok zor olduğunu ifade ediyorlar. Tabiî olarak 14 Mayıs’ta yapılacak seçimler dolayısıyla siyasetçilerin ilgisi bölgeye fazla. Genel başkanlar kimi zaman ittifak ortakları ile kimi zaman da tek başına giderken, bölge milletvekilleri oralardan hiç ayrılmıyorlar."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Hatay ziyaretinde söylediği “Burası CHP’li demedik. Bunlar da, vatandaşımız dedik” sözlerinin Hataylı depremzedeleri üzdüğünü tahmin etmek zor değil.
Erdoğan bunu “AKP genel başkanı olarak mı söyledi, yoksa cumhurbaşkanı olarak mı” söyledi bilemiyoruz ama bu sözler pek yakışık almadı. Kaldı ki, bunu bir partinin genel başkanının söylemesi bile yanlış iken ülkeyi kucaklaması gereken Cumhurbaşkanı’nın söylemesi hepten yanlış oldu.
Depremzedenin partilisi-partisizi mi olur? Cumhurbaşkanı kucaklayıcı olmalı, ayrımcılık yapmamalı. Zaten büyük bir afetten çıkmış insanları daha fazla yaralamamak gerekir.
İşte tam da bu yüzden “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilmeli. Yoksa partisi ile ilişiği kesilmeyen bir cumhurbaşkanı, partisine mensup olmayanlara yaptığı hizmeti bir lütuf” gibi anlatabiliyor.
Burası şu partiden diye hizmet gitmeyecek mi? Bu nasıl bir zihniyet-bakış açısı, anlamak mümkün değil?
Cumhur İttifakı Millet İttifakı’nı HDP üzerinden eleştiriyor. Öyle anlaşılıyor ki 40 günlük seçim kampanyasında da hep böyle olacak.
Eleştirenlere şunu hatırlatmak lâzım. İBB seçimlerinde Binali Yıldırım, bir canlı yayında “HDP’nin İstanbul’da adayı yok, onların oylarını istiyorum” dediğini unutmuş olamazlar…
Şu anda akıbeti belli olmayan başörtüsü yasağı ile ilgili anayasa değişikliği teklifi için HDP’nin kapısını en üst düzeyde çalan AKP, bu toplantının ardından “HDP ile görüşmeye devam edecek misiniz?” sorusuna, “Teknik olarak ihtiyaç olan her konuyu mecliste grubu olan her partiyle görüşürüz, görüşmeliyiz” diye cevap verildiğini, seçimler öncesi Terörist Başının mektubunun devletin televizyonunda okutulduğunu da unutmuş olamazlar. Çünkü, millet unutmadı. Onlar unutsa arşiv ve millet unutmaz.
Hem Meclis’te temsil ediliyor. Meclis Başkanvekili HDP’li vekil, MHP ve AKP’nin milletvekillerinin de olduğu oturumları yönetiyor. Konuşacakları zaman ondan izin istiyorlar…
Şimdi HDP, Cumhur İttifakının adayını destekliyoruz dese “istemiyoruz” derler mi? Hayır. O zaman bu üslubun sertliği nereden geliyor.
...***
Mustafa Karaalioğlu 3 Nisan tarihli Karar gazetesinde, " Erdoğan’ın cebinde neden balkon konuşması yok?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Bir seçim sürecinde olmaması gereken iki şeyden birisi popülizmdi ama malum sanki mutlaka yapılması gerekirmiş gibi eksiksiz yapılıyor. Çok muhtemeledir ki 14 Mayıs’a giderken uygulanan seçim ekonomisi ileriki yıllarda örnek olarak gösterilecektir. Bir daha tekrarlanmaması, asla düşünülmemesi ve uzak durulması gereken işlere bir örnek…"diyen yazar yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Olmaması gereken ikinci şey ise gerilimdir ama siyaseti neredeyse 20 yıldır pek iyi sonuçlar vermiş olan bu yöntemden vazgeçirmek mümkün değildir. Seçim ekonomisi olacak; yani kerim iktidar bol keseden verecek, sonra da o kitleleri bütün kötülüklerin sembolü olan rakip siyasete karşı bilendirecek. Seçim dediğiniz de üç aşağı beş yukarı bu eksende yürür, gider. 15 defa değilse bile en az 10 defa böyle gitmiştir.
Bir kez daha gitmemesi için, yani sonuç olmaması için ne sebep var?
Bu kez bir sebep var. En azından seçimin sonucunun merakla beklendiği bir ortam var. Yani sonuç baştan belli değildir. Böyle olduğu için de popülizm ve gerilim, ikisi birlikte işe yarar mı şüphelidir. Öncekiler gibi kazananın baştan belli olduğu, Erdoğan’ın balkon konuşmasını erkenden cebine koyduğu bir seçime gitmiyoruz. Dolayısıyla seçim ekonomisi de seçim gerginliği de Erdoğan’ın şiddetle istediği zaferi garanti etmiyor. “O zaman başka yöntemler denesin”, diye düşünenler olabilir. Bu da mümkün değil çünkü hem bilinen haliyle seçimler kazanan Erdoğan olup hem de bunun makul ve kurallı politikalarla yapabilmek mümkün olsaydı, zaten bugüne kadar yapardı. İkisi birden olmuyor… Ayrıca, seçim için son viraj geçildikten sonra vites değiştirmek işe yaramıyor.
Medyada sıkça görüldüğü gibi bütün analizler hükümete daha az gerilim ve sertlik için ricacı olmaya çıkıyor. Bununla birlikte, dilek ve temennileri yadırgamayalım, acizlik olarak görmeyelim çünkü politik dildeki sertleşme bazen sınır tanımaz boyutlara ulaşıyor. Aslında sadece seçim yolunda değil hep böyle oluyor, siyaset yüksek tansiyondan kurtulamıyor. İktidar böyle yapmakla seçmen tabanını her zaman hazır ve odaklanmış tutabileceğine inanıyor. Hep işe yaradığını düşündüğü bu “müthiş strateji”yi bir kez daha kullanıyor. Sakin, makul, hukuk ve demokrasiye yakın, fikir özgürlüğüne tahammül ederek siyaset ve kampanya yapmayı denemediği için iktidar tek çıkış yolunun şimdi tutturduğu istikamet olduğunu düşünüyor. En uzun süreli sınanmış ve kendisine güven veren yöntemi budur. 14 Mayıs sandığında birçok şeyin yanında bu yöntem ve politikalar da oylanacaktır. Zaten, üslup, tansiyon ve politik dil, ekonomiden dış politikaya, eğitimden yargıya kadar bütün alanlardaki icraatın özetidir. Ne kadar başarılı icraat o kadar sakin üslup, ne kadar gergin üslup o kadar başarısız icraat… Eskiden “hizmet siyaseti” denilirdi, şimdi unutuldu. Unutulmasının birçok mahzurunun yanında iktidar için ürettiği problem, üslubun karneye dair ipucu vermesidir.
...***
Remzi Özdemir 3 Nisan tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Patron mu aptal, yatırımcı mı?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Borsa akıl yeridir. Matematiğin ve hesabın erken yapıldığı yatırım yeridir. Gelin görün ki, Türkiye'de artık bu böyle değil. Türkiye'nin saçma sapan faiz politikası tüm hesabı kitabı bozmuş durumda. İnsanlar elindeki 3 kuruşu değerlendirebilmek için borsaya girmekte ve burada adeta göz göre göre batmakta. Konumuz son dönemde furya haline gelen halka arzlar. Saçma sapan şirketlerin hisseleri halka arz fiyatının en az 2 katı fiyatta borsada satılıyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Borçtan kurtulmak için halka arz furyasından faydalanan patronun 48 liradan sattığı hisse 86 liraya ulaştı.
Şimdi burada şu soru geliyor akla:
1-Yapı Kredi Yatırım bu işi bilmiyor ve hisseye çok ucuz değer biçip halka arz etti.
2-Patron aptal, elindeki hisseleri yarı fiyatına kaptırdı.
3-Yatırımcı aptal, 48 liradan halka arz edilen bir hisse senedini 86 liradan almak için tavanda sıra bekliyor.
Yanıtı benim vermeme gerek yok diğer halka arzlara baktığınızda siz söyleyebilirsiniz.
Günlerce tavan giden hisseler daha sonra günlerce taban oluyor. Daha fazla kazanayım diyen yatırımcı elindeki 3 kuruşu bu ahlaksız düzende cirit atan oyunculara kaptırıyor.
Man Adası ve 2 kişinin kurduğu sözde kurumsal fonların borsadaki vurgunu, buna göz yuman denetleyici ve düzenleyici kuruma ve en önemlisi halka arz pastasından pay almak için kurumlarının kapısını manipülatörlere açan o aracı kurumların yöneticileri elbette bir gün bunun hesabını verecek.
Borsada herkes neyin ne olduğunu biliyor. Kimin hangi fonlar altında yatırımcıyı soyduğunu... Şu an her şey halının altına süpürülüyor. Elbette o halının altındakilere bir gün bakacak bir otorite çıkacaktır.
Küçük yatırımcıyı aptal görüp onların soyulmasına göz yumanlar gece kafalarını acaba yastığa huzurla koyabiliyorlar mı?
10 liradan halka arz edilen hisse senedini 20 liradan yatırımcıya 50 lira olacak diye satışına göz yumanlar siz bu oyunun sonsuza kadar süreceğini mi düşünüyorsunuz? Eksun Gıda'da hisse neden 86 lira olmuş diye sorulmuyor? En önemlisi tedbir alınmıyor.