Nisan 09, 2023 09:35 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: Cumhur'da ayrışma

Karar:

İthal gıda fiyatları düşürmüyor! Vurguncu yine kazanıyor

Yeniasya:

Zenginden daha çok vergi alınmalı

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
 

...***

Oktay Ekşi 8 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Cumhurbaşkanına hakaret"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Türk olmanın veya Türkiye’de yaşıyor olmanın en büyük risklerinden biri, 28 Ağustos 2014’ten yani Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak yemin ettiği günden beri “Cumhurbaşkanına hakaret suçu işlemiş olmakla suçlanma ihtimali”dir. Nitekim son yedi yılda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret iddiasıyla açılan soruşturmaların toplam sayısı Adalet Bakanlığı’nın 2020 raporuna göre 160 bin 169’dur."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor: 

...***

Sadece 2014 yılında bu nedenle başlatılan soruşturma sayısı 7 bin 216’dır. Bu sayı 2016 yılında 38 bin 254’ü, 2019’da 36 bin 66’yı bulmaktadır. 

O raporun üzerinden üç yıl geçtiğine göre soruşturma sayısı tahminen bugün (her yıla 36 bin soruşturma hesabıyla) en az 277 bini bulmaktadır. Bu 277 binin en az 1200’ü çocuktur.

Bu soruşturmalar sonucu açılan davalardan Tayyip Erdoğan dönemindekilerin sayısı 38 bin 581; Abdullah Gül döneminde 848; Kenan Evren döneminde 340; Turgut Özal döneminde 207; Ahmet Necdet Sezer döneminde 163; Süleyman Demirel döneminde sadece 158’dir.

Sadece bu rakamlar Tayyip Erdoğan döneminde Türkiye’de çok anormal bir durum yaşandığını göstermeye yetecek kadar açıktır.

O nedenle Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Nisan 2023 günü, “Millet İttifakı’nda ifade özgürlüğünü yeniden tesis edeceğiz. Tweet atan hiçbir genç sabahın köründe gözaltına alınmayacak. Ülkemiz hak etmediği bu ucube maddeden kurtulacak” vaadi önemlidir.

Cumhurbaşkanına hakaret konusuna da değinen Kılıçdaroğlu “Rakamlar (TC kanununun 299’uncu maddesi) Erdoğan döneminde bir intikam aparatı haline dönüştürüldüğünü göstermektedir” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği 299’uncu madde:

“(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun alenen işlenmesi halinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.

(3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, adalet bakanının iznine bağlıdır” şeklindedir.

Madde bu şekle 16 Nisan 2017’de yani Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde getirildi.

Bununla birlikte cumhurbaşkanına hakaret eyleminin başka insanlara hakaretten farklı ve ağır şekilde cezalandırılması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı olduğu için, mahkemelerimiz tarafından uygulanmaması tezi, giderek güç kazanmaktadır. O nedenle ya Kemal Kılıçdaroğlu’nun vaadiyle yahut da yargımızın AİHS hükümlerine uymanın, anayasamızın 90’ıncı maddesi gereği olduğunu kabul etmesiyle gerçekleşeceği günler, gönül diler ki yakındır.

...***

İbrahim Kiras 8 Nisan tarihli Karar gazetesinde, " Seçim vaadi Mehmet Şimşek"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Bir kişinin tek başına her şeye karar vererek etrafındaki “liyakatsiz ama sadakatli” dar bir grup aracılığıyla devleti yönetebileceğini var sayan bugünkü “Türk tipi başkanlık” modelinin sonuçları ortada. Bilhassa ekonomideki tahribat çok büyük... Dünyada örneği görülmeyen, ekonomi biliminde karşılığı olmayan tuhaf ve akıl dışı politikalara “Heterodoks” gibi süslü bir isim vererek veya “Merak etmeyin, ben ekonomistim” diyerek bu badirenin içinden çıkmanın imkânı olmadığı anlaşıldı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

 “Zamlar Erdoğan yüzünden” diye grafik tasarlayan genci “Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan (!) içeri atmanın çözüm olmayacağı da görüldü.

“Önümüz seçim… Bir şey yapmak lazım…” derken birinin aklına Mehmet Şimşek geldi herhalde. “Ortodoks” ekonomi politikalarının savunucusu olduğu için daha 2018’de Erdoğan ile yolları ayrılan eski ekonomi bakanı şimdi “kurtarıcı” olarak Ankara’ya getirilebilse seçimde faydası olabilirdi.

Oysa 2018’de hoş olmayan bir ayrılık gerçekleşmişti. Mehmet Şimşek AK Parti hükümetlerinin ekonomide başarılı olduğu zamanlarda ekonomiden sorumlu bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapmıştı ama artık Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmişti. Erdoğan her konuda tek başına karar alıp uygulayacaktı. Nitekim devletin para politikaları da Beştepe’den yönetiliyordu. Döviz kurlarındaki trafiği etkileyen ve sebebi anlaşılamayan birtakım uygulamalara Şimşek itiraz edince ağzının payını almış, kendisine kapının yolu gösterilmişti. “Aramızdaki bazı arkadaşların ülkemizdeki ekonomik durumun sıkıntılı olduğuna dair açıklamalar yapacak kadar yanlışın içine düştüklerini görmek bizi üzdü” demişti Erdoğan.

“Kur aşağı kur yukarı diye tutturmuşlar… Batsın sizin kurunuz ya, ne kuru. İnanmıyorsan kusura bakma arkadaş, biz bu işe inananlarla devam ederiz… Sen yoluna biz yolumuza” sözleriyle kapı dışarı edilen Şimşek’in yerine Erdoğan’ın damadı geldi sonra. Bu dönemde de “Kur aşağı kur yukarı diye” döviz rezervimiz harcandı, 128 milyar dolar buharlaştı.

Görülen o ki hükümet mevcut işleyişin seçimden sonra da devam edeceğini söyleyemiyor. Hatta aksi yönde mesajlar veriyor. Mehmet şimşek isminin gündeme gelmesinin sebebi de bu zaten.

Biliyorsunuz, uluslararası yatırım kuruluşları nezdinde itibarı olan Şimşek siyasete veya devlet görevine dönmeyi düşünmediğini söylese de araya giren hatırlı aracılar tarafından ikna edildi, Erdoğan ile görüşmeye getirildi. Görüşmenin ardından millete açıklama yapmak üzere AK Parti genel merkezinin önüne kürsü yerleştirildi, yerli ve yabancı gazetecilerden bir ordu davet edildi tarihî gelişmeyi dünyaya anında duyurmaları için. Mamafih kürsü boş kaldı. Çünkü Erdoğan’ın teklifini kabul etmeyen Şimşek arka kapıdan çıkıp gitmişti. “Aktif siyasete dönmeyi düşünmüyorum ama ülkem için elimden başka şey gelirse yaparım” mealinde bir açıklama yaptı sonra.

Ancak Erdoğan vaz geçmedi. Fiyaskoyla sonuçlanan o görüşmeden haftalar sonra Şimşek’in ismini yeniden gündeme getirdi. “İnşallah seçimden sonra” diyerek yaptığı açıklamada “Önümüzdeki dönem ekonomi politikalarımızı daha da güçlendirmek için şimdiden ciddi hazırlıklar yürütüyoruz. Uzun yıllar ekonomi yönetimimizde yer alan Mehmet Şimşek kardeşimizin koordinasyonunda bir ekip, bu doğrultuda hazırlıklar yapıyor” ifadelerini kullandı.

Burada tabii “Seçimden sonra” ayrıntısı özellikle dikkat çekiciydi…

“Şimdi tam da seçimden önce böyle bir değişikliğe gidersek ekonomide yanlış politikalar izlemiş olduğumuzu kabul etmiş görünürüz, yaşanan sıkıntıların sorumluluğunu üstlenmiş oluruz” diye düşünülmüş olabilir. Veya sadece Şimşek görev almaya ikna edilemediği için böyle söylenmiş de olabilir.

...***

Remzi Özdemir 8 Nisan tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Bir bankacının hukuk zaferi"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Bankalar personel çıkartmak için sudan sebep arıyor. Neredeyse kaşının üzerinde karar var diyerek personel çıkartacak. Geçen hafta ilginç bir mahkeme sonucu elime ulaştı. Son dönemde bankacılık sektöründe dev bankalara karşı bankacıları savunup, davaları kazanan Avukat Gökçe Yabuloğlu'nun açtığı bir dava."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Antalya'da yabancı sermayeli bir bankada çalışan 15 yıllık bankacı emekli promosyon kampanyasında babasını ve arkadaşlarını şubesine müşteri olarak kazandırdığı ve promosyon aldığı için tazminatsız kovuldu. Bankanın gerekçesi akıl almaz, ama sonuçta bu banka, emekçisine tek kuruş vermeden kovmuş. Avukat Gökçe Yabuloğlu, koca banka ile girdiği hukuk mücadelesini kazandı.

Banka tazminat ödemeye, izin parası gibi bazı sosyal hakları da ödemeye mahkûm edildi. Bu bir emsal karardır ancak aynı zamanda Türkiye'de astığım astık kestiğim kestik yapan bankalar için de önemli bir ders.

Bankalar Türkiye'de insan kaynağını hoyratça harcadı ve tüketti. Okumuş eğitimli binlerce insanımızı daha fazla sigorta vs. satmadığı gerekçesiyle işten attı. İşten atmakla da kalmayıp bu insanların referanslarını da kirletti.

Yani Türkçesi "bana yar olmayan kimseye olmasın" der gibi bu eski personeli hakkında kötü referans verdi. Bunu defalarca gündeme getirdim ama AKP iktidarı ve bürokratları maalesef sesini çıkartmadı. Bir dönem 200 bini geçen bankacı sayısı şu an 170 binin de altına düştü. EYT ile birlikte bu sayının 150 bine düşmesi bekleniyor. Tabii ki beraberinde az elemanla çok iş uygulamasını getirecek.

Zaten bankalar şimdiden bunu yapmaya başladı.

Az personelle şubelerin koca iş yükünü yaptırmaya çalışıyor. Örgütlü sendikalar çaresiz çünkü işveren sendikalardan kurtulma derdinde. Türkiye'nin en ünlü ailesinin yerli sermayeli bankası sendikayı adeta kovdu. Böyle bir ortamda banka çalışanının hakkını kim savunacak?