Türkiye'den köşe yazarları
Yeniasya: Gıda fiyatları artınca kaçak üretim de arttı
Milli gazete:
Memur-Sen’den “zam” çağrısı
Karar:
Fiyatlandırma Çarşı’daki kura göre yapılıyor
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Mustafa Karaalioğlu 17 Nisan tarihli Karar gazetesinde, "Kılıçdaroğlu yüzde 35’ten 50+1 nasıl çıkaracak?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Seçimin en önemli tercih faktörü ekonomi… Ama ekonomi demek tek başına anlamlı değil. Enflasyon, hayat pahalılığı, alım gücünün zayıflaması. Ya da faizin, enflasyonun, kur artış hızının, pahalı borçlanmanın en yüksek oranlarının bizde olması. Beş senedir, dünyanın en yüksek faiz ödeyen, en yüksek işsizlik oranına ve en yüksek enflasyona sahip ülkeleri liginde zirveye oynuyoruz. Bileğimiz bükülmüyor!.."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Niye? Çünkü dünyanın hukuk, şeffaflık, ifade hürriyeti, eğitim, akademi sıralamalarında da en gerideyiz. Hukuku, eğitimi zayıf olan, şeffaf şekilde yönetilmeyen bir ülkenin hayatı pahalı olur, faizi yüksek olur, yabancı sermayesi olmaz.
14 Mayıs’ta öncelikli olarak iktidarın/Erdoğan’ın başta ekonomi olmak üzere bütün icra kalemlerindeki performansı oylanacak. Beraberinde de bütün o sahalarda muhalefetin/
Ama Türkiye’de seçim aynı zamanda yerleşik, sabit ve kemikleşmiş seçmen kitlelerinin kararlılığını esnetme çabasıdır. Kötü yönetim, kriz halindeki ekonomi, yozlaşma, yolsuzluk, eğitimi seviyesinde gerileme veya dünyada itibarsızlık seçmenin çoğunluğunun oy tercihlerinde etkili değildir. Öyle olsa, bugün, geride kalan 5 yılın tablosu ortadayken “Seçimi kim kazanacak?” sorusu, seçime bir ay kala hâlâ cazip olmazdı.
Kimlik ve ideolojik tutum dediğimiz; içinde dini inanç, gelenek, etnik aidiyet, grup kültürü gibi unsurların bulunduğu değer seti siyasal tutumda belirleyici birincil unsurdur. En geniş tanımıyla Türkiye’de seçmenin yüzde 65’i o değerler açısından ‘muhafazakâr’, yüzde 35’ ise ‘laik’ olarak tanımlanabilir. Toplumu muhafazakâr ve laik olarak iki kümede tanımlamak elbette bilimsel değil ama bu tasnif kesinlikle açıklayıcıdır. En nihayet bütün partilerin geniş kümesi 65/35’tedir. Kürt seçmeni özel bir yere almak gerekirse de 60/30/10… Kabaca, HDP’deki seçmenin de yarısı muhafazakâr yarısı laik karakter taşır.
Yani 14 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan yüzde 65’lik, Kemal Kılıçdaroğlu ise yüzde 35’lik seçmen kümesinden yüzde 50+1 almaya çalışacak. Türkiye’de muhafazakâr, milliyetçi, dindar ve gelenekçi partiler yola rakiplerinden iki kat daha şanslı çıkarlar. Çünkü, oy havuzları iki kat daha büyüktür. Elbette her muhafazakâr veya milliyetçi parti yüzde 65’in tamamını alamaz ama asıl önemlisi; solcu bir parti o sahaya asla el atamaz, o pastadan pay alamaz. Yüzde 65 içinde en yüksek konsolidasyonu sağlayan ise her zaman iktidar olur ya da iktidar her zaman bir şekilde bu karakterdeki partilerden çıkar. Demirel bunun örneğidir. Erdoğan ise en başarılı örneğidir.
Böyle tasnif edildiğinde, tablo muhalefet için moral bozucu görünüyor ama daha 2019 yılından beri Kılıçdaroğlu yüzde 50+1’i elde etme yolunda; yani yüzde 35’i aşma istikametinde büyük yol kat etti. En büyük ilerlemeyi de Cumhurbaşkanlığı seçiminin kostümlü provası ve habercisi sayılan büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde sağladı. Muhafazakârlara saygılı ve muhafazakâr kimlikli adayları tercih ederek, yerelde 25 yıl sonra AK Parti’yi iktidardan indirmeyi başardı. Yani, sadece yüzde 35’lik havuzla yüzde 65’lik havuzdan beslenen rakibine karşı galip geldi.
...***
Mehmet Kara 17 Nisan tarihli Yeniasya gazetesinde, " Ucube sistemin getirdiği ucubelikler"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerine bir aydan daha az bir zaman kaldı. Cumhurbaşkanlığı için 4 aday yarışacak. 26 parti aday listelerini YSK’ya sundu. YSK kesin aday listelerini Çarşamba günü açıklayacak. Seçimlere giderken Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nın (CHS) getirdiği sıkıntı ve arızalar da bir bir ortaya çıkıyor. 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 24 Haziran 2018 tarihinde yürürlüğe giren CHS’yi en güzel târif eden kelime “ucube”…"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Öncelikle istişare kültürünü ortadan kaldırdı. 1950’de tek parti dönemi Demokrat Parti’nin seçimi kazanması ile biterken, 24 Haziran 2018 “tek adam rejimi” getirildi. Meclis’in etkinliği azaldı. Denetim yetkisi büyük oranda yok edildi, güvenoyu, gensoru kaldırıldı, bütçeyi veto hakkı dahi olmadı. Milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarıldı ama cumhurbaşkanının tek başına aldığı karar ve kararnameler 600 vekilin çıkardığı kanunlardan daha fazla oldu.
Sistemin en çok tartışılan konularından birisi de “tek adam merkezli yönetim anlayışı.”
Buna bir örnek olarak, cumhurbaşkanlığı kabinesi başta olmak üzere, Cumhurbaşkanlığına bağlı 9 politika kurulu, 8 yeni başkanlık, özel bütçeli, kamu tüzel kişiliğine haiz, idarî ve malî özerkliğe sahip 4 yeni ofis kurulmasının tek başına cumhurbaşkanı kararnamesi ile gerçekleşmesi ve hepsinin de hem başkanı hem de atamalarında tek yetkili merciinin Cumhurbaşkanı olması...
Sistemin “Türkiye’yi uçuracağı” söyleniyordu. Bırakın uçurmayı ekonomiden eğitime, sağlıktan adalete daha da geri götürdü. Neticede kuru soğan bile lüks oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan sistemin birinci yılı dolduğunda “Sistemin nerelerinde ne gibi aksamalar varsa bunlar da giderilerek yolumuza devam ederiz” demişti. Ardından parti yetkilileri sistemin rehabilite edileceği, bu amaçla komisyonlar kurulduğunu söylediler. Yetkililer sistemde bazı kireçlenmeler olduğunu, “Hepsinin masaya yatırılıp röntgeninin, MR’ının çekileceğini” söyleyerek sistemin bozukluğunu itiraf etmişlerdi.
5 sene sonra gelinen nokta seçim beyannamesinde açıklandığı üzere, “CHS restore edilecek…” Rehabilite edilemedi, restore edelim bari…
Yeni sistemin eleştirilen diğer bir yönü tarafsızlığı… Cumhurbaşkanı hangi durumda parti genel başkanı, hangi durumda cumhurbaşkanı sıfatı taşıyor hep tartışıldı.
...***
Remzi Özdemir 17 Nisan tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Piyasalarda 2. tur korkusu"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Şu anda ortada yönetime talip iki ittifak var. Diğer bir iki partinin hiçbir şansı olmadığı için ya Cumhur İttifakı ya da Millet İttifakı adayı Türkiye'yi yönetecek. Tabii ki burada piyasalar için adaylardan çok, aday veya ittifakın ne yapmak istediği önemli. Cumhur İttifakı politikaları halen devam eden olduğundan piyasaların bunu kabul etmediği, uyguladığı faiz ve para politikalarıyla Türkiye'ye para girişinin olmadığı, tam tersi çıkış olduğu ortada. Faiz indiriminin başladığı 2021 Eylül ayında faiz yüzde 19, faiz oranı da yüzde 19'du."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Ne oldu? Nas veya bir kişinin iddiası Türkiye'de enflasyonu patlattı, milyonlarca halkı sefalete sürükledi. Diğer taraftan Millet İttifakı bunun yanlış olduğunu iddia ediyor ve tam tersini yapacağını söylüyor. Faizleri yükselteceğini enflasyonu hızla düşüreceğini ve en önemlisi Türkiye'yi fabrika ayarlarına döndüreceğini söylüyor.
Cumhur İttifakı seçilince çok önemli bir değişiklik olmayacağı belli. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 yıldır iktidarda değilmiş gibi seçim vaatlerinde bulunuyor. Ben bugün Millet İttifakı'nın iktidara gelmesi halinde ertesi günü yazmak istiyorum Pazar seçim oldu ve 20 yıllık AKP iktidarı bitti. Ertesi gün borsada sert bir yükseliş yaşayacağız. Banka hisseleri tavan olabilir.
Dolar? Evet! Düşer ama öyle sert bir düşüş beklemek fazla hayalci olur. Çünkü Millet İttifakı seçildi diye ertesi gün Türkiye'ye milyarlarca dolar gelmeyecek, bu zaman alacak.
Gelelim can alıcı soruya… 15 Mayıs sabahı her iki ittifak kazanamazsa ve seçimler 2. tura kalırsa ne olur? İşte o, piyasaların istemediği bir sonuç. Hele aradaki fark çok az olursa bu piyasaları ciddi anlamda rahatsız edecektir. Özellikle belirsizlik, seçim sonu tartışmalar piyasayı bozar. Bu nedenle ki, seçime 1 aydan bile az vakit varken halen borsada seçim beklentisi satın alınmadı.
Halen belirsizlik satın alınıyor. Bu nedenle seçimin 2. tura kalması demek piyasa için gerçekten tatsız günlerin başlangıcı demek olacaktır. İşte o zaman siz borsayı ve dövizi seyredin.