Haziran 24, 2023 10:08 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Yeniasya: Temel sorunlar çözülmeden faiz arttırımı çare değil

Star:

İpler resmen kopuyor! Akşener'den ''CHP ile yol yürümeyeceğim'' mesajı

Yenimesaj:

Dış ticaret açığında bu yıl tüm zamanların rekoru gelebilir

Şimdiise hafta içi köşe yazıları:

…***

Mehmet Ocaktan 23 Haziran tarihli Karar gazetesinde, “Erdoğan yeni parti vitrini ile hepimizi şaşırttı mı?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“28 Mayıs sonrasında muhalif kesimler dahil herkes için, seçimden bir kez daha başarı ile çıkmış bir AK Parti iktidarının son yıllarda izlediği iktidar tarzında bir değişiklik olup olmayacağı merak konusuydu. Bu açıdan bakıldığında, iktidar cenahında yaşanan vitrin değişikliklerinin “Acaba AK Parti gerçek kimliğine geri mi dönüyor” şeklindeki bazı soruları gündeme getirdiğini de belirtmek gerekiyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Esas itibariyle derin ekonomik krize, yoksulluğa, yolsuzluk ve hukuksuzluk algısına rağmen sandıkta toplumun onayını almış bir iktidarın mevcut uygulamalarından vazgeçmesini beklemek de çok mantıklı olmayabilir. Ayrıca, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikalarına milletin bir itirazı yoksa, iktidar neden değişim ihtiyacı hissetsin ki…

Ama öyle anlaşılıyor ki AK Parti’nin de bu politikalara bir itirazı varmış ki ekonominin başına Mehmet Şimşek’i getirerek rasyonel politikalara dönüş adımı attı. Birileri bunun sadece bir görüntüden ibaret olduğunu, dolayısıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar savunduğu politikalardan asla geri dönmeyeceğini söyleyebilir, nitekim bu konuda çok sayıda eleştiri de var zaten...

Ancak hemen belirtelim, Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece kabinede Mehmet Şimşek, Hakan Fidan, Ömer Bolat ve Ali Yerlikaya gibi makul isimlere yer vermekle yetinmedi, Meclis Başkanlığına Numan Kurtulmuş’u ve en önemlisi de partide doğrudan Erdoğan’ı temsil eden Genel Başkan Vekilliği makamına Efkan Ala’yı getirerek önemli bir değişim adımı atmış oldu.

Dahası, ekonomideki rasyonelleşme adımlarına paralel olarak şu günlerde yeni bir ‘hukuk reformu’ hazırlığı yapıldığı yönünde AK Parti’den bilgiler geliyor.

Kuşkusuz reform adımlarının inandırıcı olabilmesi için özellikle yargının üzerindeki siyaset gölgesinin kaldırılması yönünde somut adımların atılması şart. Sonuç alıcı siyaset üretmede son derece tecrübeli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan da bilir ki ekonomi ve hukuktaki değişim paralel bir çizgide ilerlemezse, uluslararası finans çevrelerinde Türkiye’ye ilişkin ‘güven’ duygusunun sahici bir karşılık bulması çok kolay olmayacaktır.

Evet bugüne kadar dillendirilen reform söylemleri hayata geçirilemediği için toplumdaki beklenti düzeyi düşük olabilir, hatta insanlar iktidarın inandırıcılığını da sorgulayabilirler. Ancak ekonomideki rasyonalite adımlarının sıhhati açısından, bu kez ciddi bir reforma ihtiyaç olduğu da kesin.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek kabinede, gerekse parti vitrininde gerçekleştirdiği değişim adımlarına hemen karşı çıkmak yerine, Türkiye’yi de rahatlatacak adımlara pozitif bakmakta yarar var.

Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu değişim adımları bizi şaşırttı mı?

Doğrusu şaşırmadım desem yalan olur, özellikle son beş yılda sergilenen ağır siyaset dilinden, muhalefeti kötücülleştiren, dahası neredeyse bütün demokratik dünyayı ‘dış güçler’ parantezine alarak parmak sallayan politikalardan sonra AK Parti’nin gerçekten makul politikalara dönmesinin zor olduğunu bilmekle birlikte imkansız olduğunu da düşünmüyorum.

Zira biliyoruz ki AK Parti iktidarı, bugün hayal gibi gözüken rasyonel ekonomi politikaları, ‘hukukun üstünlüğü’ ve özgürlükler konusunda geçmişte ciddi adımlar atmış ve bunları başarabileceğini icraatlarıyla ortaya koyabilmiş bir partidir.

Ayrıca unutmayalım, Tayyip Erdoğan pragmatist bir siyasetçidir, eğer karar verirse yarın kolları sıvayıp ekonomide, hukukta, dış politikada Türkiye’yi rahatlatacak adımları atmaktan çekinmeyecektir.

Elbette Erdoğan’ın hepimizi şaşırtmasını çok istiyoruz, ancak her şeye rağmen ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olmakta da yarar var. Zira son yıllarda yaşadığımız tecrübeler, bize erken hayallere kapılmamamız gerektiğini öğretmiş bulunuyor.

…***

Faruk Çakır 23 Haziran tarihli Yeniasya gazetesinde, “Kendin için değil, millet için!”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Hemen her ülkede farklı siyasi görüşlere mensup insanlar arasında ‘kutuplaşma’ olur, ama bizdeki kadar keskinliğe pek rastlanmaz. Yakın zamanda yine bir seçim süreci yaşandı ve kutuplaşma adeta tavan yaptı. Bazı siyasi taraftarlar, en sonda söylenmesi bile kötü olan sözleri, konuşma ve tartışmaların en başında söylemeyi tercih etti. Değil aynı mahallede, aynı ailede dahi ciddi ‘kutuplaşma’lar yaşandı.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor: 

…***

Tabii ki kutuplaşmayı teşvik eden siyasetçiler de var. Onlar milleti kutuplaştırdıkça oylarını arttırmış oluyor. Fakat bu durum cemiyeti derinden sarsıyor ve bir bakıma ‘çürütüyor.’ Ne hikmetse siyasetçiler bu durumun vehametinin farkında değiller gibi bir tavır sergiliyorlar. 

Bir daha tekrarlayalım: Kutuplaşmanın aşılmasında en önemli rol, kendisinin değil toplumun iyiliğini ön plana alabilen siyasetçilere düşer.

Peki, büyük soru şu: “Kendisinin değil toplumun iyiliğini ön plana alabilen siyasetçiler” var mı?

Elbette toptancılık yaparak “Böyle düşünen hiçbir siyasetçi yok” diyemeyiz. Mutlaka vardır ve olması da icap eder. Daha da önemlisi, asıl meselenin bu olduğunu görüp, siyasetçilerin de kendilerinden önce milleti düşünmesi icap ettiğini ilan etmek

Kutuplaşmayı sona erdirmek için başta siyasetçiler olmak üzere herkese vazife düşüyor.

…***

Esfender Korkmaz 23 Haziran tarihli Yeniçağ gazetesinde, “Faizde aynı tas, aynı hamam”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Faiz denilince, reel faizin anlaşılması gerekir. Dün MB faiz oranını açıklamadan önce ve enflasyon oranı yüzde 40 ve Merkez Bankası faizi yüzde 8,5’a göre, reel faiz oranı eksi yüzde 22,5 idi. MB gösterge faizini yüzde 15’e çıkardı. Şimdi yüzde 40 enflasyon oranına göre eksi reel faiz oranı eksi yüzde 17,86’ya geriledi. Yani eksi reel faiz devam ediyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Bu demektir ki Merkez Bankası bankaları fonlarken önce de, şimdi de aynı zamanda onlara ilave bir satın alma gücü veriyor.

Dün faiz açıklanmadan çok az düşen dolar kuru, faiz kararı açıklanınca tekrar artmaya başladı. Türkiye’nin risk oranını gösteren CDS oranı da aynı şekilde arttı.

Kaldı ki, merkez bankaları faiz artışına gittiğinde, önümüzdeki dönemler içinde yeni faiz artışı olup olmayacağını, bu yolla faiz trendini de belli eder.

Bizim Merkez Bankası açıklamasında da, “kurul politika faizini, enflasyonun orta vadede yüzde 5 hedefini sağlayacak şekilde oluşturacak” diyor. Cumhurbaşkanı da enflasyonu düşürmek için faizleri düşürmek gerekir diyordu. MB yüzde 5 hedefi için faizleri yeniden artıracak mı? Muğlak … Merkez Bankası hem kararların, “öngörülebilir, veri odaklı olması lazım” diyor hem de faiz oranı trendinin ne yönde olduğunu muğlak bırakıyor.

Bir ekonomide en önemli istikrar sorunu belirsizliktir. Belirsizlik yatırımlara da engeldir.

*Öte yandan eksi reel faiz devam ederken, enflasyonu düşürmek imkânı da yoktur. Çünkü eksi reel faiz;

*TL’den kaçışı hızlandırır. Dövize talep artar ve kur artar. Türkiye’de enflasyonun bugünkü seviyelere çıkmasının temel nedeni yüksek kurdur.

Tüketimin maliyeti eksi olduğu için tüketim eğilimini artırır, talep artışı enflasyonu artırır.

Parasal sıkılaştırma, dövize talebi düşürür ve enflasyonu düşürmekte etkili olur ve fakat piyasanın da daralmasına neden olur. Dahası zaten piyasada özel ticari ilişkilerde TL’den çok döviz kullanılıyor.

Öte yandan Türkiye’nin öncelikli sorunu ve faiz artışına gerekçe döviz sorunudur. Bugünkü koşullarda kısa dönemde, döviz sorununu çözmek için hızlı yabancı sermaye girişine ya da IMF’ye ihtiyaç var.

Eksi reel faiz varken, doğrudan yabancı yatırım sermayesinin girmesi gerekir. Ama demokratik ve hukuki altyapı güven oluşturmuyor.

Portföy yatırımları da gelmez. Çünkü borsa aşırı kırılgandır. Mevduatta da eksi reel faiz var.

Eğer şok bir faiz artışı ile reel faiz verilseydi, sıcak para girişi olurdu. Kur baskısı ve enflasyon baskısı azalırdı. Çünkü reel faiz, tüketimin maliyetini artırıyor. Toplam talebin kısılmasını sağlıyor. Aynı şekilde TL’den kaçış duruyor ve döviz talebi azalıyor.

Şok faiz artışı bir defa olacağı için negatif etkileri de sınırlı olacaktı. En büyük sorun bankaların elindeki tahvillerin değerinin düşmesi ve bankaların zarar yazmaları olurdu ve fakat bankaların sermaye ve kârlılık durumu iyi olduğu için bu faiz artışının etkisi sınırlı olurdu.

Etiketler