Temmuz 18, 2023 09:55 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Karar: Davutoğlu'nun çağrısına ittifak liderlerinden olumlu yanıt: Meclis zam gündemiyle toplanıyor

Yenimesaj:

Kısa vadeli borç stoku artıyor

Yeniasya:

Tasarruf vatandaşa, israf devlete

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Orhan Bursalı 17 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Şimşek, büyük ekonomik zulüm ve sınıfsal dönüşüm"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" İş alanlar, köşeyi dönenler, beslenenler, türbanlı türbansız son model cip süren Saraylılar ve ihaleciler ve onların çok geniş çevresi dışındakiler ve tek kuruş tasarruf etmeyen bizzat iktidarın kendisi dışında, zamlar milletin canına okuyor. Orta sınıf diye bir kavram ortadan kalktı adeta. Sadece iktidarın besleyip büyüttüğü ve durmadan zenginleşen kendi orta sınıfı var. Bu noktaya adım adım ulaşma politikasını başarıyla gerçekleştirdi ve büyük bir sınıfsal dönüşüm yaşandı yaşanıyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Sürünen ve reisine oy veren sınıf için bir sorun yok. Onlar için reisleri başta olsun yeter.

Gelirine uygun ev mi bulamıyorsun, artık kümeslere tıkılma, dağ başlarına Hazine arazileri üzerine kümeskondu zamanları.

Türkiye Türkiye olalı böylesine bir ekonomik zulüm görmedi.

Bu zulüm öyle bir noktaya geldi ki iktidar ekonomi politikalarıyla tüm varlıklarına parça parça veya birden hepsine el koymaya yöneldi. Milyonlar için bu sağlıksızlık, beslenememe, çocuklarını büyütememe, özetle can bedeli ödeme noktasına doğru hızla kaydı.

Milyonlarca emekli için iktidar ki “Ulan hepinizin evleri var yazlıkları var, bugüne kadar beyler gibi yaşadınız, artık tamam, sizlere daha fazla para ödemeyeceğiz, sürünün süründüğünüz kadar, her şeyinizi satın, tez elden de basıp gidin bu diyardan...” 

Şimşek tüm bu kötülüklerin timsali gibi. Türkiye içinde bu zulmü üzerine yıkacakları kimseyi işbaşına getirme yerine, kötü adam diyerek lanetlediği Şimşek’in kapısında bu kez namaza niyaza durarak biz ettik sen etmeye kandırıldı.

Şimşek, uluslararası finans piyasasının adamı, bu unvanına ihtiyaçları vardı ama Türkiye batakken, ifade özgürlüğü yargı bağımsızlığı ortadan fiilen kalkmışken, ciddi kurumlar, vay Şimşek bizim adamımız, hadi arkadaşlar milyarları akıtalım mı derler..

Yoksa, yahu Mr. Şimşek, seçilmiş  milletvekili Can Atalay’ı anayasaya rağmen hapse atan, TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ı ettiği iki lafı bahane ederek 10 yıl hapis istemiyle kodese tıkayan, ifade özgürlüğünün sıfırlandığı diktatoryal bir yönetim altında sen ne halt edersin, mi derler...

Sahi böyle bir siyasi iktidar altında Şimşek’in işi ne, geldiği ülkede bunlara yer var mı, yoksa zaten Şimşek’in gönlünde de “Nihayet aradığım arzuladığım bir siyasi yönetime hizmet etme fırsatı yakaladım” mı yatıyordu?

O da zamlarla ve milleti sıfırlayarak milletin anasını belleme olanağı ele geçirdi, sefalet üzerine bir başarı yaratacağını mı sanıyor?

İlk başta “Batı’ya gidecek” bir yüzü olmadığını bildiği için reisinin izinden Arap ülkelerine koştu. Onlara satacak mal mülk var ortalıkta, Türkiye Varlık Fonu’nda bir dizi şirket satış için hazır, emir ve talimatları bekliyor.

Salt ülkeye dolar girsin diye ülkeyi daha da yoksullaştıran politikaların adamı olarak reisi ile birlikte anıtını diker bu millet. Şüphesi olmasın.

...***

Mustafa Karaalioğlu 17 Temmuz tarihli Karar gazetesinde, "İki seçim arasında hala programsız bir ekonomi"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Zamlar yağıyor; vergi artışları sökün ediyor ve tasarruf hariç kamu gelirlerini artırıcı bütün düzenlemeler birer birer raftan iniyor. Yine de bu tablo bütün beklentilere uygun sayılır. Neredeyse kimse aksinin olacağına ihtimal vermiyordu.Ekonominin kötü performans sergilediği geçen beş yılın ardından yapılan seçimlerde birbiriyle yarışan iki liderden en azından birinin gerçekçi olup topluma sıkıntı olup biteni anlatması gerekirken ikisinin kıyasıya, “Kim ne veriyorsa ben en daha fazlasını veririm” yarışına girmesinin kaçınılmaz sonuçlarını yaşıyoruz."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Bu kadar hesapsız vaadin iki mutlak sonucu olacaktı.

Birincisi oy tercihlerinde… Seçmen, basit fayda-maliyet analizinin tabiatı gereği “Madem ikisi de daha fazlasını verecek. O zaman hazır işbaşındakiyle devam edeyim” dedi.

İkincisi de ekonomide... “Görülmemiş” ücret artışları ve devamında “görülmemiş” ama bazı uzmanlara göre daha tamamı da “görülmemiş” zamlarla.

Ekonominin seçimden sonraki hali; yani, “Bol keseden maaş/bol keseden zam” modeli Şimşek’in kafasındaki ekonomi olmasa gerekir. Zira bunu yapmak için ekonomist olmaya da gerek yoktur. Bir kesime bol bol verirken, o kesim dahil her kesimden zamla, vergiyle para toplamak gerektiğini herkes bilir. Zorda kalan herkes “Sonrası Allah kerim” deyip böyle yapar. Önce maaşları artırır, sonra arkadan toplamaya başlar. Şimşek’in ekonomi bilgisi ve tecrübesinden şüphe olmadığı için bundan daha iyisini yapacağından da şüphe duyulamaz.

Kur ve yüksek enflasyon sürekli dalgalanma yaratıyor. Her dalgalanma da orta sınıfı biraz daha eriterek, Türkiye’yi asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği fakir bir ülkeye dönüştürüyor. Sadece gençler değil, orta yaş grubundan iyi eğitimli ve meslek sahibi insanların geleceklerini Avrupa’da aramaları bile tek başına ekonomideki açmazı özetlemeye yetiyor. Gidebilen gidiyor, sahip olduğu meslek ve kabiliyetle gittiği yerde iyi bir gelir elde edebiliyor.

O yüzden iki seçim arasına sıkışmış olmanın getirdiği riski küçümsemeyelim. Kaybedecek bir günü olmayan ülkenin yapılması gerekenleri geciktirip bir koca yılı da daha kaybetme yoluna girmesi iyiye alamet değildir. 1 yılın daha heba olması bir dert, yerel seçimin ardından tekrar 14/28 Mayıs sonrasına benzeyen bol ücretli/bol zamlı sarmala girilme ihtimali başka derttir. Kabul edelim ki mevcut durumda bu hiç zayıf bir ihtimal değildir.

...***

Latif Salihoğlu 17 Temmuz tarihli Yeniasya gazetesinde, " Yıkıcı tarafgirlik ve selâmetli yol"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Bir yerde siyaset, ticaret, yahut şahsiyet meselesi çokça önemsenerek birinci sıraya çıkarıldıysa, orada karşılıklı olarak yıkıcı tenkit de, yıkıcı tarafgirlik de kaçınılmaz hale geliyor. Yani, birisi o meselede meddah gibi davranıp ateşli savunmalarda bulunurken, bir diğeri de eline geçirdiği bütün malzemelerle şiddetli salvolarda bulunmanın yoluna bakacak demektir. Bu durum, normal bir psiko-sosyal vakıa olarak karşımıza çıkıyor: Etkiye karşı tepki. Bir başka ifade ile şiddetli müdafaaya karşı şiddetli saldırı histerisi."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Doğru olan, ifrata karşı tefrite düşmek değil, vasatta kalmaktır, kalabilmektir. Ama, son yıllarda şu canı çıkasıca “öfke dili” öyle bir “mergup meta” haline geldi, yahut getirildi ki, pek çok insanı dengesini bozdu. Dolayısıyla, bazı insanlarımız savunmada olduğu gibi, saldırganlıkta da çok ileri gidiyor ki, bu durum maalesef hiç de hayra alâmet olarak görünmüyor.

Bir kimsenin en büyük, en önemli ve en öncelikli kaygısı siyaset, ticaret, yahut şahsiyet meselesi olunca, ona karşı bir tutumla, bunlar, bir başkası için en öncelikli saldırı hedefleri haline gelmeye başlar.

Onun için, aklı başında olan bir kimse için, bu fâni ve geçici şeylerin hiçbiri en önemli ve en öncelikli dâvâ meselesi derecesine çıkmamalı, çıkarılmamalı. Çünkü, hakikatte lâyık değiller ve olamazlar. Zorla güzellik, zorla liyâkat, zaten olacak şey değil.

Neden en önemli, en vazgeçilmez bir makama yerleştirilsin ki? O şahsiyet, netice itibariyle fâni değil mi? Günün birinde çekip gitmeyecek mi? Kaldı ki, hayatta iken de aldanması, aldatması, yahut başkası aldatılması pekâlâ mümkün. O halde, neden bir davanın veya insan hayatının en öncelikli kaygısı, en büyük sermayesi haline getirilsin ki? Bu işin sonu yetimâne bir hüzün veya elemli bir hüsrân değil mi?

Öte yandan, siyaset ve ticaret meselesi için de benzer şeyleri söylemek mümkün: Kişinin meftun olup bağlandığı siyaset, günün birinde mutlaka ya bitecek, ya da miadını doldurup adım adım sönmeye doğru gidecek. Hele ki, söz konusu siyasî yapı bir fâni şahıs ile bütünleşmiş ise, o siyasetin gücü ve ömrü de o şahsın fenâ bulmasıyla zevâle erecek demektir. Siyaset mezarlığı, böylesi mevtalarla doludur.

Kezâ, kişinin güvendiği servet ve ticaret de her an için iflasa mahkûmdur.