Ağustos 14, 2016 08:35 Europe/Istanbul

Geçen 22 bölümde sekularizmin ortaya çıkış tarihini ve ayrıca fikri temellerini detaylı bir şekilde anlattık ve neden bu düşüncenin İslamî toplumlarda geçerli olmadığını ve uygulanamadığını beyan ettik.

Daha sonra sekularlizmin insan yaşamının ahlak, siyaset, yaşam manası, insan hakları, talim ve terbiye ve yaşam tarzı gibi byutları üzerindeki etkilerinden söz ettik.

Gerçekte dizi sohbetimiz boyunca sekularizm düşüncesini ve İslam dininin bu düşünceye nasıl baktığını sizlere aktarmaya çalıştık.

Şimdi sohbetimizin 23. Bölümünde bir zamanlar Batı dünyasının tarih ve kültüründen yükselen sekularizm düşüncesinin bugün hangi aşamada olduğunu ve acaba sekular düşünürlerin isteklerini karşılayıp karşılamadığı sorusuna cevap bulmaya çalışacağız.

Geçen bölümlerde sekularizmin dinin siyaset ve hükümetten ayrı tutulma temeline dayanmasına rağmen gerçekte daha geniş bir manayı kapsadığını anlattık. Sekularizm gerçekte dini insan yaşamının tüm alanlarından soyutlandırılması gerektiğini savunuyor. Çünkü sekularizme göre insan bireysel ve sosyal yaşamında kendi insani yetenek ve gücünden başka bir şeye ihtiyacı yoktur. sekularizme göre beşeri toplumlar din olmaksızın da ayakta kalır ve bu yüzden dini bireysel bir ihtiyaç ve belki de psikolojik bir gereksinim seviyesine indirgemek mümkün.

Sekularizm, din toplumu yönetecek güçten yoksun olduğunu ve bir çok durumda toplumun geri kalmasına yol açtığı gibi ilerlemeyi de engelliyor.

Geçen bölümlerde ayrıca Batılı insanın tanıdığı din, tahrifata uğramış hristiyanlık inancı olduğunu ve bu dinin İslam ile köklü farklılıkları bulunduğunu anlattık. İslam dini insanın bireysel ve sosyal olmak üzere yaşamının tüm boyutları için belli ve yapıcı programları bulunan bir dindir ve müslümanlar da tarih boyunca yaşamlarının genel programı olarak semavi kitaplarına, yani Kur'an'ı Kerim’e baş vurmuştur. Hristiyanlığın aksine İslam dininde akıl ile din, dünya ile din ve siyasi ile din arasında hiç bir çelişki ve tezat ve sürtüşme yoktur. buna göre İslam dininde dini tealimler her zaman müslümanlara yok göstermiştir. Nitekim Batı dünyası ortaçağ karanlığında yaşadığı dönemde İslamî toplumlar bilim ve kültür ve medeniyette zirvelere tırmanmaktaydı. Fakat maalesef Batı dünyasında bir çok insan İslam dininden doğru bir algılaması bulunmuyor.

Şimdi burada akla gelen soru şu ki, acaba sekularizm bunca yılın ardından pratikte dini insanların yaşamından soyutlandırarak dinsiz yaşamdan tüm toplumlarda veya en azından çoğunda uygulanabilir başarılı bir model sunabildi mi?

Gerçek şu ki Batı dünyası bugün Post Sekularizm tabir edilen bir döneme girmiştir. Bunan anlamı şu ki yıllar öncesinden Batılı düşünürler ve sosyologlar, Batı dünyasında sekularizm çağı sona erdiğine ve Batı yeni bir aşamaya geldiğine inanmaya başlamıştır. Gerçekte Batılı toplumlar kilisenin tahrif edilmiş tealimlerine yönelik infial duygusuna ve sekularizm döneminde sanayi alanında kaydettikleri ilerlemeye ve onca din karşıtı yürütülen propagandaya rağmen bugün asla sekular toplumlar sayılamaz. Bazı düşünürler, post sekularizm çağının başlamasını, sekularize olma sürecinin yeni bir aşaması olduğunu savunuyor. Fakat post sekularizm bileşenlerine bakıldığında, gerçekte sekularizmden bir nevi dönüş yaşanmakta olduğu anlaşılıyor. Post sekularizm teriminin başında gelen post sözcüğü gerçekte sekularizmin yengilgisini itiraf etmek veya en azından onarılmasını gerektiğini kabul etmektir. Yani post modernite tabirinde bir nevi moderniteye karşı çıkılarak bir nevi geri dönüş ve pişmanlık ifadesi göze çarptığı gibi, post sekularizm de aslında sekularizmden pişmanlık anlamına geliyor ve sekularizmden yeni bir mana ve boyutu gündeme getiriyor.

Post sekularizm sadece bir düşünce veya bir marifet değildir. Post sekularizm Batılı toplumların ve bu toplumları izleyenlerin karşı karşıya geldiği bir gerçektir. Şimdi Batı’da bazı sosyologlar geçmiş asırların aksine bugün İncil’den yeni bir algı gündeme geldiğini, bu algı din ve siyasetin birlikteliğine vurgu yaptığını savunuyor. Şöyle ki hatta tahrif edilmiş İncil’den bile din ile karışık bir hükümet modeline kavuşmak mümkün. Son yıllarda Batılı sosyologlar ve filozoflar artık sekularizmin kusurlarını ve dini başeri toplumlardan soyutlandırmakta başarısızlığını dilendiriyor. Örneğin ünlü Alman sosyolog ve filozof Habermas, sekularizm tezini açıkça reddetmemekle beraber bu tezin bazı iddialarını sorguluyor.

Gerçekte Alman filozof Habermas, sekularlizmin modernite ile doğrudan ilişkisini sorguluyor ve bunun yerine dinin modernite alanındaki rolüne işaret ediyor. Yenilikçilik, kalkınma ve ilerleme anlamına gelen modernite, durgunluk, geri kalmışlık, eskicilik ve geçmişte yaşamak gibi durumların karşı noktasında yer alıyor ve sekularizm savunucuları dini modernite ile çelişkide olduğunu ve ilerlemeye engel oluşturduğunu telkin etmeye çalışıyordu. Habermas ise dinin modernitede ifa ettiği rolün üzerinde vurgu yaparak post sekularizme doğru adım atıyor. Habermas şöyle diyor:

Sekularların beklentileri gerçekleşmedi. Din yaşamda etkili bir güç olarak kesinlikle toplumdan soyutlandırılamadı. Sekularların tüm çabalarına rağmen din, vatandaşların siyasi ahlaktan ve varlığından algılarında önemini korumayı sürdürdü.

Son 25 yılda sekularize etme tezi sosyologların arasındaki desteğini kaybetti. Örneğin toplumları sekularize etme tezinin önde gelen savunucularından biri olan Amerikalı ünlü sosyolog Peter Berger şimdi farklı düşünüyor. Berger 1977 yılında bir ropörtajında şöyle diyor: bence ben ve çoğu sosyolog arkadaşımın 1960’lı yıllarda sekularize etme tezi hakkında yazdıklarımız yanlıştı. Bizim temel gerekçemiz, sekularizasyon ve modernitenin elele hareket ettiğine dayanıyordu. Yani daha fazla modernizasyon, daha fazla sekularizasyonu beraberinde getiriyordu. Bu perişan ve dağınık bir tez değildi. Bunun için bazı kanıtlar ve deliler vardı. Ama ben şimdi bu tezin temelden yanlış olduğunu düşünüyorum. Bugün dünyanın büyük bir bölümü sekular olmadığı gibi, çok da dinidir.

Bundan önce sekularizmin sıkı savunucularından biri olan Amerikalı sosyolog Peter Berger şimdi ise şöyle diyor: itiraf etmek gerekir ki bizler sekular bir dünyada yaşayamayız. Bir kaç istisna durum dışında bizim içinde yaşadığımız dünya geçmişte olduğu gibi dini duygularla doludur ve bazı bölgeler bu duygular hatta geçmişle kıyasla daha da artmıştır. Bunun anlamı ise, sosyal bilimlerin bilginleri ve tarihçilerin sekularizm tezi adını verdikleri edebiyatın tümüyle ciddi kusurlar içerdiğidir.

Önemli olan nokta şu ki Habermas ve Peter Berger gibi düşünürler sekularizmin yanlış olduğunu ve yenilgiye uğradığını itiraf etmelerine rağmen yine de son ilahi din olan İslam dinini doğru biçimde tanıyamamış olmalarıdır. Bu yüzden bu düşünürler dünyanın şimdiki durumunu anlatırken ısrarla dinin insan yaşamındaki rolü yok olmadığını ve bir kaç istisna dışında dünya halkının dindarlığa eğilimi daha da arttığını beyan ediyor. Fakat bu sadece bir anlatımdan ibarettir. Bu anlatım, insan doğa üstü bir kaynak olarak vahiye ihtiyaç duyduğunu ve din ve ilahi tealim olmaksızın kendini güvende ve mesut hissetmediğini yansıtıyor. Fakat maalesef Batılı düşünürler beşerin bu fıtri ihtiyacına karşılık veremiyor, çünkü hristiyanlık gözlüğü ile İslam’a bakıyor ve son semavi dini yeteri kadar tanımıyor.

Bazı düşünürler çağdaş Batı’da post sekularizm, sekularizmden dini çağa giriş aşaması olduğunu belirtiyor. Fakat biraz daha dikkatlice baktığımızda bugün Batı’da göze çarpan durum bir nevi manevi fakirlik olduğu anlaşılır. Bu durum dini toplulukları harekete geçirmiştir ve bazı sekular düşünceler de psikoloji ve sosyoloji alanlarında bu gereksinimi bazı mana temelli faaliyetlerle karşılamaya çalışmaktadır. Bu konu pek de mantıksız sayılmaz. Bugün Batılı toplumların elinde bulunan şimdiki hristiyanlık yeteri kadar gani değildir ve bu yüzden sekularizmden geçiş süreci adeta boş ellerle gerçekleşmektedir. Ancak müslüman düşünürler, sekularizmden tam geçişi sağlayacak şeyin, sırf maneviyata yönelmek olmadığına, sekularizmden geçişin ancak İslam dininin tüm değerlerini ve ahkamını ve ilkelerini çok yönlü gözetlemekle mümkan olduğuna inanıyor.015