Avrupa; terörün cirit attığı arena - 2
Geçen bölümde en son Avrupa’da terör saldırılarında teröristlerin yöntem değişikliği ve değiştirme bakımından Avrupalı güvenlik ve istihbarat örgütlerinden önde gittiklerini anlattık.
Bugünkü sohbetimize Avrupa’nın istikrarsızlaştırılmasında IŞİD ve Avrupalı radikal sağcıların etkilerini masaya yatırarak başlıyoruz.
İranlı uzman Muhammed Zarei’ye göre tekfirci IŞİD terör örgütü Avrupa’yı tehdit ederken sadece kendi adını ve örgüte bağlı teröristlerden yararlanmıyor, aynı zamanda Avrupalı radikal sağ hareketleri de isteyerek veya istemeyerek IŞİD’e yardımcı oluyor.
Ortadoğu bölgesinde büyük savaşların krizi ve istikrarsızlık süreci başlamadan önce AB’nin belki de tek kaygısı mali düzenini korumak ve iktisadi açıdan büyüyerek gelişmekti. Gerçi mali krizler defalarca Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya, İrlandı ve diğer bazı AB üyeleri üzerinden Avrupa ekonomisini ve avro bölgesini ve diğer iktisadi yapılarını tehdit ediyordu, fakat bu tehditlerin hiç biri Avrupalı vatandaşların can güvenliğine yönelen tehdit kadar tehlikeli sayılmıyordu.
Yapılan araştırmalar ve bir çok uzmanın görüşüne göre, AB yapısına yönelik kötümserlik sadece AB’den çıkmak üzere referandum yapan İngiltere’ye özgü bir konu değildir. Bugün Fransa, Macaristan, Polonya, Avusturya ve hatta Almanya’nın AB’ye hakim olan şartlardan tam olarak hoşnut olmadığı gözleniyor. Gerçi bu bağlamda hoşnutsuzluğu yüzde yüz olduğu söylenemez, ama veriler bazı durumlarda bu hoşnutsuzluğun %50 seviyesini bile aştığını ve artık AB’ya yönelik iyimserliğin mutlak olmadığını gösteriyor. Avrupa halkının AB’ya yönelik hoşnutsuzluğunun en son örneği Avusturya halkının %50 kadarı cumhurbaşkanlığı adayının Avrupa karşıtı politikalarını onaylamasıyla yaşandı.
Öte yandan Fransa’da işçi sınıfının tam da euro 2016 futbol maçları başlamadan önce geniş çaplı protesto eylemleri düzenlemesi ve güvenlik güçleri ile çatışması da şu anda bu ülkenin AB’den çekilmesi için her hangi bir referandum yapılması söz konusu olmamasına karşın, referandum yapıldığı takdirde AB’den çekilmesinin çok muhtemel olduğunu ortaya koydu.
Gerçekte bu kaygılar sadece Avrupa ülkelerinin iktisadi şartlarından kaynaklanmıyor ve bundan başka, Avrupa’nın göbeğinde, Paris ve Brüksel’de yaşanan terör saldırıları, yeşil kıtanın tamamen istikrarsızlığa sürüklenmesine yönelik daha tehlikeli bir tehdit olduğu anlaşılıyor.
Öte yandan Amerika’nın orlanda eyaletinde yaşanan katliam da Avrupa ülkeleri için bir uyarı niteliğindedir.
Gerçekte tekfirci IŞİD terör örgütü gibi bir örgütün adının bu kadar etkili olabileceği ve Avrupa’da yer alan ülkelerin sosyal istikrarını, siyasi rejimini, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi seçimlerini tehdit etmesi veya olumsuz yönde etkileyebilmesi, bundan iki yıl öncesine kadar pek umursanmayacak derecede önemli olmasına karşın şimdi daha ciddi boyutlara ulaştığı ve ciddi bir tehdit olduğu gözleniyor. Nitekim şimdi Avrupa’da herhangi bir ülkede düzenlenecek bir tek terör saldırısı veya bombalı eylemin o ülkenin halkını AB’den çekilme konusunda ikna edebileceği veya Amerika veya Avusturya gibi bir ülkede başkanlık seçimlerinin sonucunu değiştirebileceği, ya da yabancı düşmanı ve İslam karşıtı siyasi partilerin güçlenmesinde etkili olabileceği, ya da AB gibi komplike ve bürokrat bir yapıyı tehdit edebileceği ve sonuçta bu kıtada yaşayan insanların güncel yaşamını tehdit ederek hatta bir ülkenin yönetiminin çöküşüne yol açabileceği anlaşılıyor.
IŞİD terör örgütü Avrupa’yı tehdit ederken sadece kendi adını ve örgüte bağlı teröristlerden yararlanmıyor, aynı zamanda Avrupalı radikal sağ hareketleri de isteyerek veya istemeyerek IŞİD’e yardımcı oluyor. Avrupa’nın siyasi düzeninde radikal sağ ve radikal sol kanatlar uzun yıllar iktidarlara ortak olamıyordu. Fakat son dönemde Avrupa’ya Ortadoğu bölgesinde istikrarsızlığın sonucu olan sığınmacıların ve savaştan kaçan insanların akın etmesinden doğan kriz özellikle radikal sağ partilerin güçlenmesine vesile olan büyük bir fırsat oldu. Bu partilerin yanında radikal solcu partiler de iktidar partileri en azından tahrip etme doğrultusunda bir şans kazandı. örneğin Almanya ve Avusturya’da radikal partiler hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Fakat ne var ki radikal sağcı partilerin sloganları ve yol haritaları, IŞİD’in izlediği hedeflere uygundur.
Öte yandan siyasi açıdan demokratik ve meşru hareketler sayılan radikal sağ partiler bir çok durumda tekfirci IŞİD terör örgütünün belirlediği stratejileri ve yol haritasını izliyor. Bu hedeflerden biri Avrupa ülkeleri arasında birlik ve beraberliği bozmak, İslam’ın ve müslümanların imajını zedelemek ve müslüman ve gayri müslim dışlanmış güçleri takviye etmektir.
Kuşkusuz terör tehdidi ne Ortadoğu bölgesinde ve ne de Avrupa kıtasında kolay kolay yok edilebilecek bir tehdit değildir. Üstelik bu afetin Ortadoğu bölgesinde siyasi ve iktisadi istikrarsızlık, kıtlık, açlık, avarelik, radikalizm, şiddet ve bölgeden kaçış gibi tesirleri Avrupa kıtasında başka şekillerde ortaya çıkacağı kesindir.
Avrupa’da terörün en basit tesiri, iktidar partilerin hakimiyetinin sarsılması ve radikal sağ ve sol kanatların takviye edilmesi ve Avrupa’da günlük yaşamın artık eskisi gibi olmamasıdır. Nitekim bugün Avrupa’da hi bir politikacı bu kıtayı saran ve futbol maçlarını veya toplu kutlamaları ve milli bayramları iptal ettiren korku, panik ve dehşet duygusunu inkar edemez. Bu yüzden bu şartların aynı şekilde devam etmesi Avrupa ülkelerinin konumunu ve siyasi, iktisadi ve sosyal durumlarını gerileteceği de kesindir.
Buna göre Avrupalı politikacıların ve özellikle bu kıtanın ağır topları Ortadoğu bölgesine yönelik tutumunu gözden geçirmekle beraber kendi toplumlarında devam eden krizlerin kontrol altına alınması için de yeni stratejileri üretmeleri gerekir. Doğal olarak açık sınırlar ve güvenli toplum için uluslararası ilişkilerde istikrarın hakimiyeti şarttır. Bu çerçevede İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif yaptığı bir çok konuşmada, istikrarsızlık ve güvensizlik şartları sadece bir ülkede veya bir bölgede mahsur kalmadığını ve başka ülkeleri ve başka bölgeleri de etkilediğini vurguluyor.
Avrupa kıtası sadece Ortadoğu bölgesindeki Arap ülkelerinde yaşanan krizden değil, aynı zamanda Kuzey Afrika bölgesinde yer alan ülkeleri vuran krizlerin de etkisi ile her iki bölgeden sığınmacı seline maruz kaldığı gözleniyor. Bu yüzden Avrupa yeniden istikrara kavuşmak için bu iki bölgede krizlerin yayılmasının önlenmesine yardımcı olması gerekiyor.
Almanya’nın Münih kentinde yaşanan olay, Alman istihbaratı ve güvenlik kurumlarının aciz konuma düştüğünü gösteriyor. Bundan önce Almanya’da sadece yetkililerin terör saldırıları uyarılarını duyururken, şimdi somut bir terör saldırı ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Münih kentinde yaşanan terör saldırısında bir kaç kişi öldü ve bir kaç kişi de yaralandı, fakat bu olay aynı zamanda açık veya örtülü olmak üzere bazı mesajlar içeriyordu.
Alman güvenlik yetkilileri olaydan önce bu ülkede terör saldırısı olabileceği konusunda uyarıda bulunmuştu. Fakat tüm dikkatler North Rayn, Derseden ve son dönemde risk seviyesi yüksek olan eyaletlere odaklanmıştı ve hiç kimse Münih kentinde bu boyutta ciddi bir terör saldırısı düzenlenebileceğini düşünemiyordu.
Münih terör saldırısında üzerindeki durulması gereken noktalar ise şöyle:
Münih kentinde yaşanan olay, Alman istihbaratı ve güvenlik kurumlarının aciz konuma düştüğünü gösteriyor. Bundan önce Almanya’da sadece yetkililerin terör saldırıları uyarılarını duyururken, şimdi somut bir terör saldırı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kuşkusuz bu gelişmenin ardından Almanya’da güvenlik denklemleri yeni bir aşamaya gelecektir, çünkü artık kimse potansiyel tehditlerden söz etmez, zira Alman güvenlik ve istihbarat kurumları fiili tehditlerle karşı karşıyadır, öyle ki yeni tehditler Münih’te yaşananlardan çok daha geniş boyutta olabilir.
İkinci mesele, Münih’te yaşanan terör saldırısı incelendiğinde, bu olayda Alman istihbaratının kusuru çok fazla olduğu anlaşılıyor. Bu kusur en başta bu ülkede tekfirci ve radikal sağcı bir çok örgütün özgürce faaliyet yürütmeleriyle ilgilidir. Tekfirci terör örgütleri yıllardır Arabistan ve Almanya istihbarat servislerinin ortak destekleri altında bu ülkenin çeşitli eyaletlerinde faaliyet yürüterek propaganda yapıyor. Almanya’da IŞİD hamilerinin görüntülerinin yayımlanması ve hatta bazı Alman vatandaşların Irak ve Suriye’de IŞİD saflarında savaşması örtbas edilemeyecek konulardır.
Öte yandan Almanya güvenlik ve istihbarat kurumlarının bu ülkede radikal sağcı ve neo nazi ve faşist örgütlerin türemesine ve faaliyet göstermesine göz yumması da bu ülkenin güvenlik kurumlarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Nitekim Almanya’da yaşanan terör olayları tekfirci ve radikal sağcı ideolojilerinin üründür. Gerçi bu iki ideolojinin çıkış noktaları ve mahiyeti birbirinden farklıdır, fakat sonuçta icraatı ve uygulamaları birbirine benzerlik arz etmektedir. Oysa Alman istihbaratı üçüncü milenyumun başından beri bu iki büyük tehdit karşısında hiç bir somut adım atmadığı gibi bazı durumlarda onlara destek bile vermiştir.
Kuşkusuz Alman istihbaratının bu hesap hatası Almanya’ya iç güvenliğin tehdit altına girmesinden başka hiç bir sonucu olmamıştır.
Münih’te yaşanan terör saldırısı Almanya’da tekfirci veya radikal sağ ideolojinin doğrudan sonucu olmadığı halde, Almanya’da ve genelde Avrupa kıtasında yaşanan güvensizlik şartları bu olayın yaşanmasında etkili olmuştur ve üstelik bundan böyle tekfirci ve radikal sağcı örgütlerin de bu ülkede faaliyetlerine şartları hazırladığı anlaşılmıştır.
Almanya güvenlik yetkilileri bu ülkenin ürettiği silahların Arap arabulucuların eliyle IŞİD ve el Nusra ve diğer tekfirci teröristlere ulaştığını çok iyi bildikleri halde bu canilere silah satışını sürdürmektedir ve bu konuda Almanya yönetimi doğrudan sorumludur. Nitekim Münih’te yaşanan olay da bu tutumun sonucu sayılır.015