Mart 03, 2017 16:23 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Avrupa’da radikal sağ akımların özelliklerinden göçmen karşıtlığı, yabancı karşıtlığı ve İslam karşıtlığından söz ettik.

Avrupa ülkelerinde yabancılara ve göçmenlere karşı çıkmak radikal sağ akımların en belirgin bileşenlerinden biridir. Bu kesim biz ve onlar, dost ve düşman gibi söylemlere inanır ve kendilerinden olmayan herkesten nefret etmenin üzerinde ısrarcıdır.

Avrupa’da radikal sağ akım yabancıların varlığını kendi değerlerine ve inançlarına aykırı telakki eder ve onlarda mümkün mertebe ayrı olmaya ve ayrışmaya vurgu yapar. Öte yandan yabancı karşıtlığı zaman zaman Avrupa ülkelerinde yasa kılığına girdiği gibi bazen de açık şiddete dönüşür.

Radikal sağ akımların yabancı karşıtlığı sadece yabancıların kendilerini değil, aynı zamanda bu insanların inanç ve öğretilerini de hedef alır. Örneğin Fransa’da başta milli cephe partisi olmak üzere radikal sağ partilerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması bu yaklaşımdan kaynaklanır. Fransız radikal sağ kesime göre Türkiye müslüman bir ülke olarak Avrupa’nın hristiyan ülkeleri arasında ecnebi gibidir ve Avrupalıların kimliği ile asla bağdaşmayan farklı kimlik ve kültüre sahiptir.

Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığı ve İslamofobia’nın hızla tırmanması da aslında yeşil kıtada yabancı karşıtlığından kaynaklanan bir durumdur. Bu arada Avrupa kıtasına yükselen göç dalgası ve Avrupa toplumlarında İslam dinine yönelik artan eğilim ve öte yandan müslümanların adına yapılan terör eylemleri ve terör tehditleri de Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığını ve İslamofobiyayı tırmandıran etkenlerdir. Avrupa’da İslam karşıtlığ 1980’li yıllarda İran’da İslam inkılabının zaferi ve 1990’lı yıllarda eski sovyetler birliğinin dağılmasının ardından tırmanmaya başladı.

Amerika’da 11 Eylül 2001 olaylarından sonra İslam karşıtlığı ve İslamofobia pratikte Batılı devletlerin ve medya organlarının terörle mücadele bahanesi ile en temel stratejilerine dönüştü.

Amerika’nın şahin yönetimi Başkanı oğul Bush iki müslüman ülke olan Afganistan ve Irak topraklarına saldırmak ve bu devletlerin hakimiyetlerini hedef almak ve başka ülkelerin vatandaşlarını kaçırmak için ileri sürdüğü bahanesi terörle mücadele oldu. Oysa pratikte oğul Bush’un savaş çığırtkanlığından kaynaklanan uygulamaları ve bazı malum Batılı devletlerin bu politikayı desteklemeleri terör tehdidini yüzlerce kat arttırdı, üstelik ilginçtir ki bu politikanın kurbanlarını müslümanlar oluşturuyordu.

Bu süreçte Avrupa ülkeleri ve medya organlarının yabancı karşıtlığı ve ırkçılığı açıkça ortaya çıktı. Nitekim İslam ülkelerinde Batılı devletlerin beslediği  teröristlerin işlediği cinayetler ve terör eylemleri Batı medyasında en renksiz biçimde yer alırken, herhangi bir Batılı ülkede işlenen en ufak terör eylemi müslüman ülkelere nazaran binde bir kayıpla sonuçlanmasına karşın dünyanın en büyük hadisesi olarak yansıtılıyordu.

Avrupa medyası, yabancı karşıtı siyasi partileri ve bazı radikal siyaset adamları ve yine bazı düşünürlerin yeşil kıtada İslamofobia ve sonuçta İslam düşmanlığını körüklemekte payı büyüktür. Bu yüzden bu akımların Avrupa toplumlarında faaliyetlerinin İslamofobia ve İslam karşıtlığının yaygınlaşmasında ve bu toplumların kamuoyu üzerinde etkisi büyüktür ve bu durum sonuçta Avrupa toplumlarında yaşayan bazı müslümanlara yaşam şartlarını zorlaştırmıştır.

Günümüzde medya organlarının gerçekleri yansıtan aynalar olarak hızla gelişmesine paralel olarak İslam dininden oldukça olumsuz bir imaj yaratılma çabası ile karşı karşıyayız. Bir yerleri bombalamak isteyen müslüman teröristlerin görüntüleri, terör örgütlerine liderlik eden din adamları, Arapça konuşan ve her türlü savaş aleti ve eskeri teçhizatla donatılan acımasız adamların görüntüleri, Batı medyasında müslümanlardan yansıtılan İslam imajının tahrif edilmiş görüntülerinden bazılarıdır.

Batı medyası her gün haberlerinde genellikle müslüman teröristlerce düzenlenen bombalama eylemleri veya intihar eylemleri ile ilgili haberlere yer veriyor. Bu haberlerde ve görüntülerinde İslamofobia, İslam karşıtlığı ve İslam korkusu dikkat çekiyor. Gerçi bu görüntüler gerçekten çok uzaktır, fakat günümüz dünyasında medyanın muhatapları için çizdiği tablolarda gerçek görüntülere dönüştürülüyor.

11 Eylül 2001 olaylarından sonra İslam’dan medyada yeni bir görüntü ve imaj yaratma çalışması önemli oranda ivme kazanmış bulunuyor. Araştırmalar bu görüntülerde İslam ve müslümanlarla ilgili söylemlerin ve Batı ve Avrupa medyasında yer alan görüntüler tamamen olumsuz ve müslümanları agresif gösteren görüntülerden oluşuyor.

Mısırlı müslüman yazar Edvard Said 1996 yılında yazdığı İslam ve medya adlı kitabının önsüzünde Batı medyasında İslam dünyasından sunulan tabloyu şu bileşenlerle özetliyor: terör dini, kana susamış, Batı için tehlike, kadınları sömüren.

Şimdi bu kitabın yayımlanmasının üzerinden yirmi yıl geçtiği bir sırada Batı medyası ve Batılı devletler hala İslam ve müslümanlara karşı geniş çaplı kampanyalar yürütüyor ve Batı insanı kafasında terörü İslam’ın yanında tanımlıyor.

Avrupa ülkelerine çoğu müslümanlardan oluşan sığınmacı akını, radikal sağcıların bu ülkelerin güvenliği tehlikeye girdiğini bahane ederek göçmen karşıtı politikalarını haklı göstermelerine sebebiyet veriyor. Gerçekte Batılı devletlerin bu politikası Avrupa ülkelerinde radikal sağ akımların ve siyasi partilerin müslümanlara karşı faaliyet yürütmelerine uygun zemin oluşturuyor. Radikal sağ örgütler ve partiler türlü yollara baş vurarak müslümanların değerlerine ve mukaddesatına saldırıyor. İngiltere, Fransa, Hollanda, Danimarka, Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde son yıllarda bir çok kez Kur'an'ı Kerim ve İslam Peygamberi’ne –s– saygısızlık gibi acı gelişmeler yaşandı.

Avrupa devletleri müslümanların öfke ve eleştirilerine gösterdikleri tepkide bu saygısızlıkları ifade özgürlüğü çerçevesinde haklı göstermeye çalışıyor. Oysa dinlere ve farklı inançlara saygı göstermek Batı’nın liberal demokrasisinin en temel ilkelerinden biridir. Ancak Batılı devletler ve medya organların nerede çıkarları icap ederse her türlü insani ilkeyi kolaylıkla gözardı edebileceğini ortaya koyuyor. Öte yandan Batılı devletlerin ve medya organlarının müslümanlara karşı zehirli propagandalarından en çok radikal sağ partiler yararlanıyor ve bu durumdan Avrupalı müslüman vatandaşları diğer Avrupalı vatandaşlarla karşı karşıya getiriyor.

Bugün Avrupa kıtasında yabancı karşıtlığı ile İslam karşıtlığı tamamen iç içe olmuştur. Oysa İslam dini dünya barış ve hoşgörü dinidir ve müslümanlara başka dinlerin mensupları ile bir arada ve barış içinde yaşamalarını tavsiye eden bir dindir. Bunun en somut örneği İran İslam cumhuriyetinde ve diğer bazı İslam ülkelerinde yaşanmaktadır. İran İslam cumhuriyetinde dini azınlıkların İslamî şura meclisinde temsilcileri vardır.

Nitekim bazı örgütlerin İslam adına uyguladıkları şiddet ve terör eylemleri İslam dininin hiç bir öğretisi ile bağdaşmayan uygulamalardır.

Maalesef bazı Avrupalı seçkin düşünür ve gazeteci de İslam karşıtlığı ve İslamofobianın yaygınlaşmasında etkili rol ifa etmiş ve halen de ifa etmektedir. Hatta bazıları bu iddialarını ispat etmek için kendilerinden tezler üretmiş ve tarihi belgeler uydurmaya başlamıştır. Bunlar duygusal ve aynı zamanda etkileyici ifadeleri kullanarak İslam dinini, Kur'an'ı Kerim’i ve müslümanları cinayetle eşanlamlı tanıtmaktadır. Batılı bu seçkin ve tanınmış insanların bu tür hareketleri ve konuşmaları ve eserleri hiç kuşkusuz Avrupa’nın sıradan insanlarının ilgisini çekmektedir.

Bu şahsiyetlerden biri ise İtalyan kadın gazeteci Uryana Falaçi’dir.

Amerika’da 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra Falaçi İslam’ı ve Arap kültürünü eleştirmeye ve Batı’yı da serzeniş etmeye ve köktenciliğe karşı hoşgörülü davranmaya suçlamaya başladı. Falaçi’nin yayınladığı eserlerde ise Avrupalıların kimliğinin korunmasına ve müslümanlarla mücadele edilmesine vurgu yapıldı. Falaçi 2005 yılında yayımladığı son eserinde Avrupa ülkelerini kendi kimliklerini korumakta aciz olmakla suçladı ve şimdiki Avrupa’yı 1938 yılındaki Avrupa ile karşılaştırarak ilk kez İslamcı Naziler tabirini kullandı. Falaçi ayrıca Papa ikinci Jan Paul’u de İslam dini ile diyalog kurduğu için eleştirdi ve yeni papanın politikalarını destekledi.

İtalyan gazeteci yazar Falaçi öfke ve gurur adındaki ünlü eserinde müslümanlardan dini ve haylaz savaşçılar vle İtalya’nın hristiyan toplumu için yıkıcı olabilecek güçler şeklinde söz ediyor. Bu kitap Avrupa insanı tarafından büyük bir ilgi ile karşılaştı, öyle ki ilk baskılarında toplam 1.5 milyon sattı.

Ancak bu tür İslam karşıtı gerçek dışı oluşturulan atmosferden en çok radikal sağcılar ve ırkçı akımlar nemalandı ve şimdi bu kesimlerin güç kazanması tüm AB’yi ve Avrupa toplumlarında çeşitli dinlerin barış içinde yaşamasını tehdit etmeye başladı. şimdi Avrupa’nın radikal akımların AB’nın ikinci dünya savaşından sonra kin ve nefreti yok etmeye yönelik tüm kazanımlarını tehlikeye attığından söz ediliyor.