Mart 03, 2017 16:20 Europe/Istanbul

Geçen bölümde radikal sağ partilerin iki belirgin özelliği olan popülizm ve radikal ulusalcılıktan söz ettik.

Popülist politikacılar toplumun alt kesimlerinin özellikle hoşuna giden sloganlar ve meseleleri basite indirgemek ve laf salatası yapmak ve halkın duygularını sömürmekle onların oylarını kazanmaya çalışan ve toplumdaki hoşnutsuzluk dalgalarına binerek daha fazla güç kazanmak isteyen politikacılardır. Popülist politikacılar insanların kıskançlık ve nefret gibi duygularını kışkırtarak kamuoyunda bir yer edinmeye çalışır ve aynı zamanda görünmeyen düşmanlar üreterek tüm sorunlardan bu görünmez düşmanları sorumlu tutar. Radikal ulusalcılık ise Avrupa’daki radikal sağ eğilimli siyasi partilerin ikinci özelliğidir.

Başka milliyetlere ve ırklara karşı kin beslemek, farklı etnik grupların dayanışmasına ve birlikteliğine karşı çıkmak, radikal milliyetçiliğin bir başka sonucudur. Nitekim bu denli aşırı ulusalcılık Avrupa kıtasında ırkçı eğilimlerin tırmanmasına yol açmıştır. Göçmen karşıtlığı ve İslam karşıtlığı gibi durumlar da Avrupa’da radikal ulusalcılığın sonuçları sayılır.

Son yıllarda Avrupa ülkelerinde radikal sağ partilerin türemesi de bir nevi bu kıtaya akın eden göçmenlerin varlığının sonucudur.

Aslında Avrupa’da göçmen karşıtlığı yeni bir eğilim de değildir. Nitekim Avrupa kıtasında eskiden beri var olan ırkçı eğilimlerin yüzünden bu kıtada göçmenler ve göçmen kökenli insanlar her zaman Avrupa’da radikal sağ ve ırkçı partilerin ve örgütlerin ilk hedefi olmuştur.

Gerçekte Avrupa’da bir kaç önemli gelişme bu kıtada göçmen karşıtlığı ve radikal sağ partileere verilen desteğin artmasına neden oldu. Ekonomik kriz, Batılı devletlerin başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkelerinde huzursuzluk ve krizleri tetiklemeleri ve bunun sonucunda Avrupa kıtasına göçmen akını başlaması, yeşil kıtada radikal sağ siyasi partilere eğilimi de etkiledi. Bu arada Avrupa ülkelerinde artan terör eylemleri ve tehditleri de göçmen karşıtlığı, yabancı karşıtlığı ve İslam karşıtlığı gibi durumlara eğilimlerin artmasına sebebiyet verdi. Nitekim Avrupa’ya göç eden göçmenlerin büyük bir bölümü Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki müslüman ülkelerden geldiğinden Avrupa’da göçmen karşıtlığı ve yabancı karşıtlığı bir nevi müslüman karşıtlığına dönüştü.

Buna göre Avrupa’da yabancı karşıtlığı, göçmen karşıtlığı ve müslüman karşıtlığı radikal sağ partilerin en belirgin özelliklerdir. Radikal sağ partiler göç meselesine ırkçı açıdan değil de kültürel ve kimlik ekseninde karşı çıktıklarını ileri sürüyor. Şöyle ki radikal sağ partilere göre göçmenler kendi kültürel kimliklerini korumak istiyor ve geldikleri ülkenin kültürünü benimsemek istemiyor ve bu yüzden ev sahibi ülkenin milli değerlerine tehdit oluşturuyor ve ülkelerine dönmeleri gerekiyor. Buna göre göçmen meselesi adeta radikal sağ akımın eğitim, düzen, kanun, refah, konut, kültürel ve sosyal politikalar gibi tüm politikalarını açıklayan bir mesele olduğu anlaşılıyor.

Avrupa’nın radikal sağ akımları göçmenlerin ve sığınmacıların ve aileleri geldikleri ülkede çok kültürlü bir toplum oluşturdukları için ev sahibi ülkenin kültürünü, milli kimliğini ve dayanışmasını tehdit ediyor ve bu yüzden Fransa’da Fransa fransızlarındır veya Avusturya’da öncelik Avusturyalılarındır ve başka ülkelerde benzeri sloganlar radikal sağ akımlarca gündeme getiriliyor.

Oysa göçmen karşıtlığı aslında bir nevi insanların eşitlik ilkesine karşı çıkmaktır ve sonuçta yabancı karşıtlığına dönüşür ve bu de kendini İslam karşıtlığı gibi kalıplarda gösterir.

Genel olarak radikal sağ akımların söylemlerinde göçmenler üç alanda tehdit olarak algınayor. Kültürel açıdan göçmenler ev sahibi ülkenin kültürel bütünlüğünü tehdit ediyor. Bu bağlamda radikal sağ partiler kamuoyuna göçmenlerin ev sahibi ülkenin kültürünü benimsemek istemediklerini veya bu kültürün içinde çözülemediklerini telkin etmeye çalışıyor ve gönellikle göçmenlerden tsunami şeklinde söz ediyor.

Güvenlik alanında ise göçmenlerle suç meselesi sürekli yan yana getiriliyor. Radikal sağ partiler göçmenlerin genellikle suç işlediklerini telkin etmeye çalışıyor.

İktisadi alana gelince, radikal sağ partiler göçmenlerin Avrupa ülkelerinin omuzlarında ağır bir yük oluşturduğunu ve Avrupalı esas vatandaşların iş fırsatlarını ellerinden aldığını ileri sürerek Avrupa’da işsizlikten göçmenleri sorumlu tutuyor.

Bu şartlarda 2008 ekonomik krizi  ve son yıllarda göçmen ve mülteci krizi yan yana gelince, her iki sorunda göçmenlerin bir nevi rol ifa etmeleri radikal sağ partilere bu konudan nemalanmalarına katkı sağlıyor ve bu partiler bu krizlerden etkilenen mağdur kesimlerin oylarını toplama yolunda yararlanıyor.

Öte yandan Avrupa’ya göç eden insanların genellikle müslümanlardan oluştuğundan bu kıdada göçmen karşıtlığı ve yabancı karşıtlığı, müslüman karşıtlığı ile iç içe olmuştur. Nitekim bugün Avrupa’da radikal sağ partilerin en büyük bileşinleri İslam karşıtlığıdır. Buna Almanya’da Pegida hareketini örnek vermek mümkün. Bugün Avrupa’da en başarılı radikal sağ parti, ülkelerinin sorunlarının kaynağını müslümanlar olarak gösteren ve İslam karşıtı bir eğilim sergileyen partilerdir.

Britanya’da yapılan bir araştırma bu ülkede radikal sağ partilere oy verenlerin sayısı, İslam’a  tepki vermeyen partilere nazaran iki kat olduğunu ortaya koydu. Yine AB temel haklar örgütünün raporuna göre Avrupa’da her üç müslümandan biri ayrımcılığa maruz kaldığı anlaşılıyor.

Açık toplum vakfı aldı bir vakfın raporuna göre yedi Avrupa ülkesinin 11 kentinde müslümanlarla yapılan görüşmelerin sonuçları yeşil kıtada müslümanların %50 kadarı ayrımcılığa maruz kaldığını, oysa bu oran gayri müslim nüfus için sadece %9 olduğunu ortaya koydu.Avrupa’da radikal sağ akımlar özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra bulundukları ülkede yaşayan müslüman azınlıklara karşı hasmane bir tavır sergilemeye başladı. bu akımlar müslümanları toplumun düzenine yönelik tehlike gibi tanıtarak Batı toplumunun değerlerini tehdit ettiklerini ve aynı zamanda ev sahibi ülkenin değerlerini benimsemeyi de reddettiklerini telkin etmeye başladı.

Avusturya radikal sağ eğilimli partisi olan özgürlük partisinin kurucusu Haider’in belirtiğine göre İslam dini Batı değerleri ile çelişmektedir. Hollanda’nın radikal sağ partisinin lideri Wilders de müslümanların sabırsızlık kaynağı olduklarına inanıyor.

Buna karşın Avrupa’nın tüm ülkelerinde İslam karşıtı eğilimle göçmen karşıtı eğilimin eşit düzeyde olmadığı ve genel oradak Doğu ve Merkezi Avrupa ülkeleri daha az böyle bir sorunu yaşadığı belirtilmelidir. Doğu Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığı açık ırkçılığa ve yahudi karşıtlığına dönüşüyor ve bu bölgelerde azınlık karşıtlığı yön değiştiriyor. Bu ülkelerin göçmen meselesinden farklı deneyimlere sahip olduğundan Doğu Avrupa ülkelerinde radikal sağın daha çok ulusalcılığa ve romen karşıtlığına vurgu yaptıkları söylenebilir.