Mart 03, 2017 16:12 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Avrupa kıtasında son bir kaç yılda yaşanan siyasi değişikliklerden ve değişimden ve Avrupa halkının radikal sağa yönelik eğiliminin sebeplerinden söz ettik.

Avrupa’da radikal sağa yönelik eğilimin derin kökleri vardır ve eşil kıtada nerdeyse bir asırlık ömrü söz konusudur. Avrupa insanı 1930’lu yıllarda nazi Almanya ve 1920’li yıllarda İtalya’da faşistlerin radikal sağ eğilimi ve ikinci dünya savaşının patlak vermesinin bedelini çok ağır ve 50 milyon insanın ölümü ile ödediler. Bu yüzden Avrupa’da radikal sağın yeniden iktidarın başına geçmesi ve ikinci dünya savaşında yaşanan acıların bir kez daha tekrarlanmasından duyulan korku derin kök salan bir duygu olmuştu.

Ancak görünen o ki bu korku son yıllarda özellikle Avrupa halkının ılımlı sol ve ılımlı sağ partilerin uygulamalarından duydukları hoşnutsuzluk artık iyice unutulmuşa benziyor. Öyle ki son yıllarda Avrupa’nın bir çok ülkesinde düzenlenen seçimlerde ve referandumlarda radikal sağ eğilimli siyasi partiler son yıllarda görülmemiş önemli başarılara imza attılar. Bu partiler artık dışlanmış vaziyetten çıkmaya ve Avrupa’nın siyasi, sosyal ve kültürel gelişme süreçlerinde etkili olmaya başladılar.

Bugün Avrupa’da şahlanan radikal sağ partiler neo nazi ve faşist partilere bir takım benzerlikler arz etmelerine karşın mahiyetleri itibarı ile bazı farklılıkları da bulunuyor. geçen bölümde radikal sağ partilerin bazı bileşenlerinden söz etmiştik. Bugünkü sohbetimizde yine Avrupalı radikal sağ partilerin diğer bazı bileşenlerinden söz etmek istiyoruz.

Avrupa’da radikal sağın yayılma tarihi genel olarak üç dalga çerçevesinde ele alınıyor. İkinci dünya savaşının sonunda ve faşizmin hezimete uğramasının ardından bir çok Avrupa ülkesinde istikrarlı siyasi rejimler hakim olmaya başladı. İkinci dünya savaşından hemen sonra kurulan bu siyasi rejimlerde radikal sağ eğilimler siyasi hareketler ve partiler tamamen yok olmamakla beraber ırkçı ve yahudi karşıtı sloganları yüzünden marjinalleşti. Faşizme karşı elde edilen zafer, ekonomik gelişme, işsizlik oranının düşmesi ve ırkçılığın renksizleşmesi, hepsi o yılarda radikal sağın yeniden hortlamasına engel olan etkenlerdi.

Radikal sağın ikinci dalgası 1970’li yıllarda yeniden yükseldi ki bu da İskandinav ülkelerinde aslında vergi karşıtı popülist hareketler olan kalkınma partilerinden oluşuyordu.

Buna karşın 20. Yüzyılın son çeyreğine yaklaştıkça, halkın desteğini kazanmakta daha başarılı olan bazı yeni siyasi partilerin ve hareketlerin ortaya çıkışına şahit oluyoruz. Bu dönemde radikal sağ eğilimli siyasi partilere destek büyük artış kaydetmeye başladı. Örneğin Avusturya’nın özgürlük partisine 1986 yılında verilen %5’likl destek 1999 yılında %27’lere kadar yükseldi. Fransa milli cephesi de tamamen marjinal bir partiden çok büyük bir partiye dönüştü ve her seçimde en az %10 oy kazanmaya başladı.

Gerçekte 1980 yılına kadar radikal sağ terimi neo faşizm olarak tabir edilen bir terimdi. O yıllarda kendini radikal sağ bilen tek parti İtalya’nın faşist partisi telakki edilen MSI partisiydi. Fakat 1980’li yıllara gelindiğinde her şey değişti ve bir çok radikal sağ eğilimli parti ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemde Avrupa ülkelerinde parlamentolara girmeyi başaran parti sayısı altıya yükseldi ve bu sayı 80’li yıllarının sonuna doğru on parti ve 1990’lı yılların ortalarında 15 parti oldu.

21. yüzyıla gelindiğinde radikal sağ partiler birinci parti olma ve iktidarı kurma yönündeki faaliyetlerini şiddetlendirdi ve bu süreçte bazı partiler başarılı da oldu.

2000 yılında Avusturya’nın özgürlük partisi FPÖ ılımlı sağ kanadın kurduğu koalisyona girdi. İtalya’da Kuzey ligi partisi LN kabinede yer aldı. 2002 yılında Hollanda’nın radikal sağ partisi LPF genel seçimlerde oyların %17 kadarını elde ederek mecliste 36 sandalya kazandı ve sonuçta koalisyon hükümetine girdi. Aynı yılda Fransa’da milli cephe partisinin lideri Jan Mari Lopen sosyalistlerin adayı Lionel Juspin’i beş milyon oyla yenerek Jack Shirak’la birlikte ikinci tura yükseldi ve Avrupa’da ve dünya’da şaşkınlık yarattı. Avrupa basını Lopen’in Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura yükselmesini siyasi deprem niteledi.

Bu partiler düşünülenlerin aksine hala taraftar kitlesini korumaya başardı.

Fransa’da Jan Mari Lopen’in kızı Marian Lopen de milli cephe partisinin liderliğini ele aldıktan sonra 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %18 oy kazandı. bazı sosyal bilimler uzmanları ise Avrupa’da radikal sağın yeniden yükselişini faşizmin hortlaması şeklinde telakki etmemek gerektiğini düşünüyor. Gerçi bu iki ideolojinin arasında bazı konularda ortak paydalar bulunduğunu da gözardı etmemek gerekir. Avrupa’da şimdiki radikal sağ akımı iki dünya savaşı arasındaki dönemden tamamen farklı şartlar altında ortaya çıkmış bulunuyor. bu partiler soğuk savaş sonuna yaklaştığı ve komünizm çökme üzere olduğu bir sırada ve küreselleşme ve Avrupa’da dayanışma süreçleri ve göç meselesi ve çok kültürlülük anlayaşı şartlarında gelişmeye başladı.

Radikal sağ akımların sınıflandırılmasında da genel olarak yasal düzeyde siyasi partiler, teşekküller ve örgütler ve bireysel olmak üzere çeşitli düzeyleri göz önünde bulundurmak gerekir ki son iki durumda şiddet eylemlerini de faaliyetlerinin içinde olduğu görülmektedir.

Radikal sağ partilerin ideolojik eğilimleri bakımından sınıflandırılmalarında da uzmanların farklı görüşleri vardır ki bu görüşlerin arasında radikal sağın neo faşist eğilimli geleneksel siyasi partilerle popülist eğilimli yeni siyasi partiler sınıflandırılması ön plana çıkıyor. Bu sınıflandırmada birinci kesimin pek başarılı olmadığı, fakat yeni partilerin Fransa, Avusturya, İtalya, Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerde faşizmden mesafeli durmak ve daha ılımlı bir tavır sergilemek sureti ile önemli başarılara imza attıkları anlaşılıyor.

Radikal sağ eğilimli akımların farklı ve bazen çelişkili özellikler arz etmeleri onları tanımayı da zorlaştırıyor. Ancak radikal sağın genel özelliklerini İslam karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı, Brüksel ya da AB karşıtlığı ve popülist mahiyetleri şeklinde sıralamak mümkün. Hali hazırda bu akımlar İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya ve Kuzey Avrupa ülkelerinde hızla yayılıyor.

İngiltere’de AB’den çekilme referandumu, radikal sağ eğilimli ve göçmen karşıtlığı ile bilinen Britanya bağımsız milli partisinin göçmen karşıtı kampanyasının gölgesinde düzenlendi. Aslında İngiliz Başbakan David Cameron AB’dan göçmenlerin akınını kontrol altına alabilme yönünde AB’den taviz koparmak amacı ile Brexit adı ile anılan referandumu düzenledi. Çünkü Cameron İngiltere’nin AB içinde kalmasından yanaydı ve İngiliz halkının çoğunluğu da bu yönde oy kullanmasını umuyordu, fakat referandumun sonucu Cameron’un beklediği gibi olmadı ve bu yüzden sonuç açıklandıktan sonra başbakanlık görevinden istifa etti.

Bugün Fransa milli cephesi partisi ve Hollanda özgürlük partisi de AB’den çekilme yönünde referandum yapılmasını istiyor. Gerçekte radikal sağ hareketin bir alışkanlığı tüm sorunların başkaları ve özellikle yabancıların üzerine yıkmaktır. Sosyal bilimler düşünürleri radikal sağı hakim düzene karşı çıkmak ve anti demokrat olmak ve popülistlikle tanımlıyor. Yine bu düşünürlerin büyük bir bölümü radikal sağın en bariz özelliğini milliyetçilik şeklinde vurguluyor.

Radikal sağ için beş özellik bu akımın en önemli bileşenleri olarak ifade ediliyor. Bu özellikler ulusalcılık, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, demokrasi karşıtlığı ve otoriter bir iktidar kurma çabasından ibarettir. Nitekim çoğu sosyal bilimler düşünürleri bu özelliklerden radikal sağın en bariz özellikleri şeklinde söz ediyor.