Hidayetin parlayan güneşi; Hz Muhammed-saa- 13
İnsanlık tarihinde acı ve çile çeken insanların kaderine genel bir bakışla, insanların her zaman zalim ve gaddar hükümdarlardan acı çektiği gerçeğini oraya koyuyor.
Bir çok özgürlük yanlısı insanlar da zalim hükümdarların şeytani isteklerine kurban olmuşlar. Tarihte gaddar hükümranların zulmünden bıkan mazlumların bir çoğu da ayaklanınca katliam edilmiş ve göklere uzanan bir çok zulüm sarayı, kölelerin sırtına inen kırbaçlar üzerine inşa edilmiştir.
İlahi peygamberler de mazlumları bu zulümden kurtarmak için ayaklanıp dönemin zalim düzenlerine karşı ayaklandılar. Hz. İbrahim'in –as- Nemrud'a, Hz. Musa'nın –as- Firavun'a, Hz. İsa'nın –as- Kayser'e ve İslam Peygamberi'nin –as- Roma ve İran imparatorluklarına karşı ayaklanmaları ve Hakk'a davetleri bu cümledendir.
İlahi peygamberler dönemin müstekbir hakimiyet ve düzenleri yıkarak, mazlumları kurtarmakla, hiç kimsenin hakkının çiğnenmediği, her kesin salahiyeti ve hak ettiği kadar gereken hukuka sahip olduğu ve insanların gerçek konumlarına yerleştiği, sorumlulukların ve imtiyazların adaletle dağıtıldığı adil bir düzen kurmaya çalıştılar. Nitekim Kur'an Kerim ilahi enbiyaların Gıst ve Adaletin kurulmasındaki görevleri ve risaleti hakkında Hadid suresinin 25. ayetinin bir bölümünde şöyle buyuruyor: Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler.
İlahi peygamber ve nebiler, adil bir düzen kurmak için görevlendirildiler fakat bu hedefin gerçekleşmesi, halkın dayanışması ve beraberliği olmadan imkansızdı. Genelde her lider, kendi ülkülerinin gerçekleşmesi için halkın ciddi desteğine ihtiyacı varadır. Resul Ekrem'in -saa- başarı sırrını da bu konuda aramak gerekir. Zira asr-ı saadetteki Müslümanların desteği olmasaydı, belki de Resul Ekrem -saa- tek başına cahiliye dönemin zulüm dolu düzenini yok edemez, İslami adalete dayalı düzeni kuramazdı. Bu yüzden Yüce Allah bir yandan Araf suresinin 29. ayetinde Resulullah'a -saa- " De ki: “Rabbim adaleti ve gıstı emretti." Derken, diğer yandan halk arasında yargıda bulunduğunda Maide suresinin 42. ayeti uyarınca, " Eğer hükmedecek olursan, aralarında adale ve gıstle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever." diye buyuruyor.
Toplumun liderlik konumunda olanların, gerçekte ilahi peygamberler gibi toplumda adaleti kurmaya çalıştığı ve zulüm ile yolsuzluklarla mücadelede azimli oldukları halde, tüm sosyal ve bireysel ortamlarda adil olmaları ve başkalarına örnek teşkil etmeleri gerektiğine dikkat etmek gerekir. nitekim Resul Ekrem -saa- de bizzat kendisi böyle idi ve her zaman insanların konumunu gözetmeksizin İslami kural ve haddin gerçekleşmesine vurgu yapıyordu.
Kureyş'ten bir kadın hırsızlık yaptı ve tüm kanıtlar da bunu doğruluyordu. Resul Ekrem -saa- kadını cezalandırmaya karar verince, haysiyetlerini tehlikede gören Kureyş büyükleri arabuluculuğa soyunup Resul Ekrem'in -saa- gereken hükmü gerçekleştirmemesini istediler. Fakat Resulullah -saa- onların isteğini dikkate almayarak, " Sizden önceki ümmetler ve halklar, zayıflar ve zayıflar hakkında yargı ve sosyal haddı gerçekleştirdikleri için helak oldular. Hal bu ki güç ve servet sahiplerini bırakıyorlardı. Hayatımın elinde olana ant olsun, eğer kızım Fatıma böyle bir şey yapmış olsaydı İlahi haddı onun hakkında da gerçekleştirirdim" diye buyurdu.
Hiç şüphesiz kendi sosyal haysiyet ve çıkarlarını tehlikede görenler, yasaları gerçekleştirmekte kesin tavrı olan ve uzlaşmayanlara karşı direnir ve onları serzeniş ederler. Resul Ekrem -saa- da yasaları gerçekleştirenlerin bu ortamlardan etkilenmemeleri, adalet ve ilahi yasaları gerçekleştirmekte hiçbir temel ilkeden ödün vermemeleri için şöyle buyuruyor: İlahi kuralları ( nerde olursa olsun) ister yakın ister uzak yerlerde gerçekleştirin ve Allah yolunda serzenişlerin etki etmesine izin vermeyin. (Nehcul-fesahe/ 436)
Eğer sosyal adalete uyulmaz ve sadece hiçbir dayanağı olmayan zayıflar mahkemeye çekilip, bir grup ta tehditlerle haddin gerçekleşmesine boyun eğmezse, hiç şüphesiz toplum düşüş ve yok olmaya doğru ilerler ve nihayetinde yok olur. Kısa dönemlik hükümranlığı sırasında İslami adaletin gerçekleşmesinde en sert direnişleri gösteren Emir-ul müminin Hz. Ali –as- şöyle buyuruyor:
Zayif ve güçsüz insanların hakkını güçlülerden kesin bir şekilde geri almayan hiçbir ümmet ve millet, saadet yüzü göremez. (Nehcul-Belaga/ 53. mektup)
Adaletin gerçekleşmesi, bu dünyada en önemli sosyal getiriden ziyade, insanlar ve insanlık toplumun geleceğini berrin cennete doğru ilerleyişini sağlamakta; fakat bu mizan ve adalet göz ardı edilip, insan hakları paymal edilirse, her kesin yaşamını zehre çevirmenin ötesinde, cehennem ile sonuçlandırır. Nitekim Resulullah –saa- bu bağlamda şöyle buyurmuştur:
Adalet, yer yüzünde İlahi mizanındır. Öyle ise kim onu seçerse (ve kendi davranış ve sözlerine ölçü ederse) cennete yönlendirilir ve kim ki onu bırakırsa (ve ona değer vermezse) onu ateşe yönlendirirler. (Müstedrik el-vesail- c.11 s.317)
Resul Ekrem –saa- sadece büyük işlerde değil, görünüşte çok ufak sayılan konularda da adaletin gerçekleşmesine hassasiyet gösterip, her türlü yanlış anlaşılma ve yanlış zihniyetin oluşmasını engellemek için adalet üzerine davranırdı. Günlerden bir gün Resul Ekrem –saa- camide bir grup ile bir araya geldi. Herkesten bir halka şeklinde oturmasını isterdi, böylece kimse kimseye üstün sayılmazdı. Bu yüzden yabancı biri camiye girdiğinde o hazreti tanımaz ve Muhammed'in kim olduğunu sorardı.
Hz. Muhammed, toplumda insanlara bakmakta bile adalete uyar, kimsenin kendisini üstün sayacak şekilde kimseye bakmazdı.
Hz. Muhammed, ibretler ve ilhamlarla dolu yaşamının son günlerinde yüksek ateşten acı çekerken, yakınlarından kendisini camiye götürmelerini ve bir kez daha Müslümanlarla görüşmeyi istedi. Her kes Resulullah'ın durumunu merak edip nefeslerini tuttuğu sırada, hz. Muhammed –saa- konuşmaya başladı ve şöyle buyurdu: Ey insanlar, O'ndan başka ilah olmayan Allah'a tapıyorum. Kimin üzerinde hakkım varsa gelsin ve benden alsın. Birini sırtını bilmeden kırbaçladıysan, bu benim sırtım, gelsin ve kırbaçlasın. Kimseye küfür ettiysem gelsin ve küfür etsin. Bilin ki benim yanımda en sevileniniz, kendi hakkını benden alan veya helal edenizdir. Ki Yaratanımın huzurunda hafif ve mutlu ola9yım.
Tüm kafalar öne eğilmişti… o yaşamı boyunca kimsenin hakkını çiğnememiş ve kimseye zülüm etmemişti. Kimsenin konuşacak gücü yoktu, sessizlik her yeri sarmıştı ki heyecandan titreyen biri aya kalkıp, " Ya Resulullah, Taif savaşından dönüşte, devenizin üstünde iken kırbacınızı bineğinize vurmak için kaldırdınız, kazara benim karnıma isabet etti, kısas (telafi etmek) istiyorum" dedi. Yürekler acıdan neredeyse duracaktı, kimse başını kaldıracak güçte değildi ki ateşlerde yanan Resulullah –saa- huzurlu bir şekilde gömleğini kaldırıp adamdan telafi etmesini istedi. Adam öne çıktı, çok hassas bir andı, insanların acı içindeki sızlama sesleri camiyi doldurdu. Böyle bir sahneyi izlemek her kes için çok acı idi fakat kafalarını kaldırınca adamın deliler gibi Resulullah'ı kucakladığı ve öpücüklere boğduğunu gördü. Gözyaşları sel olup aktı, cami aşk havası ile dolunca, her kes Arap adamın acı hatırasını unuttu, mutluluk doruğunda böyle bir peygamberi izledikleri için kendileri ile övündüler. (Menakıb Al-ı Ebi Talip-c.1 s.164 / Muhammed son Peygamber- c.1 s.355)
Fahri kainat hz. Muhammed'in –saa- adaleti yolumuzu aydınlatması umudu ile hepinizi yüce Allaha emanet ediyor, Muhammed –saa-, hidayetin parlayan güneşi adlı programımızda tekrar buluşmayı umuyoruz. Esen kalın.009 015