Ekim 07, 2016 16:40 Europe/Istanbul

Geçen hafta Filistin ve korsan İsrail gelişmileri Kudüs intifadasının yıldönümü ve siyonist rejimin eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in ölümü ve kamuoyunun bu cani siyonistin bölgede işlediği cinayetlerin üzerinde odaklanmasının etkisi altında kaldı.

Bu yüzden ilkin bu gelişmeleri gözden geçirerek ardından Bahreyn ve Yemen gelişmelerini gözden geçirmek istiyoruz.

Geçen hafta 28 Eylül günü Mescid-i Aksa intifadasının 16. Yıldönümüne ve Filistin milleti ve direniş gruplarının yeni başlattığı Kudüs intifadasının birinci yıldönümüne denk gelirken, Filistin halkı ve çeşitli direniş grupları intifadanın devam etmesine vurgu yaptı.

Siyonist rejim İsrail 2000 yılının 28 Eylül tarihinde Mescid-i Aksa’ya saygısızlık ederek Filistin milletinin intifadasını tetikledi. Yine Ekim 2015’te eli kanlı rejim Beytulmukaddes’te yerleşke inşaatına ivme kazandırmak ve bu bölgenin Filistinli kimliğini değiştirmek ve Kudüs’ü zaman ve mekan temelinde bölmek için sultacı uygulamalarını şiddetlendirerek Filistin milletinin yeni intifadayı başlatmaına neden oldu.

Filistin gelişmeleri, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Filistin milletinin gözünde özel bir yeri bulunduğunu gösteriyor. Nitekim Filistin intifadasının üç aşamasından iki aşamasının ekseni pratikte Kudüs ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal İslamî mekanları savunma üzerinde yürütülmektedir.

Bölge halkının başta siyonistleri 2000 yılında Lübnan’ın güneyi ve 2005 yılında da Gazze şeridinden geri çekilmeye zorlaması, eli kanlı rejimin bölgede işgalciliğine son verilmesi ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasının tek yolu direniş olduğu gerçeğini ortaya koydu. Bu şartlarda Filistin halkı son aylarda Kudüs intifadası çerçevesinde sergiledikleri direnişle siyonistleri iyice perişan ederek bu rejime karşı direnişin sürdürülmesine vurgu yaptı.

Öte yandan Filistin gelişmeleri de bu milletin direnişi asla durdurulamayacağını, bilakis daha geniş boyutlara ulaştığını gösteriyor. Bu çerçevede Filistin milletinin Eylül 2000 tarihinde gerçekleştirdiği intifada siyonistlere karşı direniş sürecinde Mescid-i Aksa intifadası adıyla pratikte yeni boyutlara taşındı. Bu arada Filistin milletinin başlattığı ve Kudüs intifadası olarak anılan yeni intifadası da bu milletin işgalcil siyonistlerle mücadelelerinde yeni bir dönüm noktasına dönüştüğü ve Filistin halkı daha büyük bir moral ile ülkülerinin takipçisi olduğu anlaşılıyor.

Filistinli serbest bırakılan esirlerin hareketi genel sekreteri Halid Ebu Hilal işgal altındaki Filistin’de Mescid-i Aksa intifadasının başladığı günün 16. Yıldönümü dolaysıyla düzenlenen oturumda yaptığı açıklamada, Filistin milleti intifadaya devam edeceğini ve İsrail’i asla tanımayacaklarını belirtti.

Filistin İslamî direniş hareketi Hamas liderlerinden Salim Selame de intifadanın devam etmesine vurgu yaptığı konuşmasında Kudüs intifadası Filistin milletinin hakları ihya edilinceye kadar ve ülkülerine kavuşacakları güne kadar devam edeceğini kaydetti.

Her halükarda Filistin milletinin son yıllarda intifada hareketini şiddetlendirmeleri ve siyonist rejime karşı direnişe vurgu yapmaları, bu rejimin intifada hareketini bastırmaktan aciz olduğunu ve pratikte intifada karşısında çok kırılgan ve sarsılan bir konumda yer aldığını ortaya koyuyor. Nitekim siyonist rejim elebaşıları da resmen bu gerçeği ve bu rejimin çöküş işaretlerinin özellikle son yıllarda daha da belirginleştiğini itiraf ediyor.

Geçen hafta, Filistin milletine karşı işlenen bir çok cinayette eli bulunan siyonist rejim elebaşılarından Şimon Peres’in ölümü, eli kanlı rejimin eli kanlı elebaşılarından birinin daha dosyasının yeniden gözden geçirilmesine vesile oldu ve kamuoyu bir kez daha Peres’in cinayetlerine tepki göstererek siyonist rejimin cani elebaşılarının yargılanmasını istedi.

Şimon Peres geçen Salı günü 93 yaşındayken öldü. Bu çerçevede İngiliz ünlü gazeteci Robert Fisk, siyonist rejimin eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in ölümüne işaret ettiği yazısında, Şimon Peres adı kendisini siyonist rejimin Lübnan’ın güneyinde Kana köyünde işledikleri cinayeti hatırlattığını belirtti.

Independent gazetesinde yazdığı makalede Robert Fisk, Batılı medya organları Şimon Peres’ten barıştalep bir şahsiyet olarak söz etmelerine karşın bu adı onu cinayet, kan ve katliamları hatırlattığını vurguladı.

Ortadoğu meseleleri uzmanı Robert Fisk, Independent gazetesinde yayımladığı yazısında, Batılı yetkililerin yaptığı propagandanın aksine Şimon Peres barış adamı olmadığını kaydetti. Fisk, Peres’in ölüm haberini duyduğunda aklına kan, ateş, kıyım ve katliamlar geldiğini, onun çalışmalarının sonuçlarını yakından gördüğünü, bu sonuçlardan biri, sokağın ortasında doğranmış Filistinli ve Lübnanlı çocuklar olduğunu ifade etti.

1996 yılında Lübnan’ın güneyinde yer alan Kana köyü olayında BM karargahlarından birine sığınan çok sayıda kadın ve çocuk İsrailli askerlerin saldırısına uğrayarak katliam edildi.

Şimon Peres ayrıca İsrail’in nükleer programının askeri boyut kazanarak gelişmesinde büyük rol ifa etti ve bu yüzden bu rejimde nükleer silahların temelini atan bir olarak tanındı.

Öte yandan Şimon Peres’in ölümü Filistin milletinin arasında geniş yankı buldu. Uzun yıllar İsrail’in ve özellikle Şimon Peres’in cinayetlerine maruz kalan mazlum Filistin milleti bu caniden nefretlerini dile getirerek siyonist İsrail rejiminin işlediği cinayetlerinin önüne geçilmesini istedi. Filistin İslamî cihat hareketi, Şimon Peres’in kanlı karnesi Filistin milletine karşı işlediği cinayetlerle dolup taştığını açıkladı. Filistin İslamî cihat hareketi medya bürosu Başkanı Davud Şahab, siyonist rejimin eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in siyonist terörün simgelerinden biri olduğunu, Peres Filistin milletinin avare olmasında önemli rol ifa edenlerden biri olduğunu açıkladı. Şahab, Batılı medya asla Şimon Peres’i barış adamı olarak tanıtmakta başarılı olamayacağını vurguladı.

Filistin milleti bu millete karşı onca cinayeti karnesinde bulunduran Şimon Peres’in ölümü siyonist rejimin cinayetleri yüzünden yargılanmaması gerektiği anlamına gelmediğini belirtiyor.

Gerçekte Şimon Peres işlediği cinayetleri yüzünden dünya camiası tarafından kınanmasına rağmen bu rejim işlediği önce cinayetleri ve hatta BM’nin yardım güçlerine ve mülteci kamplarına saldırıları yüzünden hiç bir zaman sorgulanmadı. Üstelik siyonist caniler her daim BM yetkilileri ve özellikle genel sekreteri Ban Ki Moon’un desteğinden yararlandı. Bu çerçevede Ban Ki Moon siyonist rejime karşı pasif tutumunun devamında Şimon Peres’in ölümünden çok üzüntü duyduğunu açıkladı.

Uluslararası camianın siyonist İsrail’e karşı umursamazlığı çerçevesinde  1994 yılında Şimon Peres, diğer eli kanlı yoldaşı İshak Rabin ve Filistin özerk teşkilatının ilk lideri Yaser Arafat’la ortaklaşa Nobel barış ödülünü kazandı.

Gerçekte Batılı ülkelerin ve başta Ban Ki Moon olmak üzere BM yetkililerinin siyonist rejime karşı umursamazlığı sadece bu meselelerle de sınırlı değildir. Ban Ki Moon eli kanlı rejimi uluslararası toplumun gözünde bebek katili rejim olarak tanınmasına karşın BM’nin çocuk haklarını ihlal eden rejimlerin listesine almaktan kaçındı. Bu tutum, BM’nin siyonist rejime karşı pasif tutumunu sürdürmekte kararlı olduğunu ortaya koydu.

Geçen hafta Bahreyn halkının protesto eylemleri devam etti ve bu ülkenin çeşitli bölgeleri oturma eylemleri ve protesto yürüyüşlerine sahne oldu. Bu çerçevede geçen hafta Bahreyn halkı bu ülkenin şii alimi Şeyh İsa Kasım’ın evinin önünde yüzüncü gün oturma eylemini düzenledi.

Bahreyn’de havaların oldukça sıcak olması ve Halife rejimine bağlı güvenlik güçleri halka yönelik baskılarını şiddetlendirmesine karşın bu ülkenin şii müslümanları Doraz bölgesinde Şeyh İsa Kasım’ın evinin önünde dayanışma yönünde oturma eylemini sürdürerek bu eylemde yüzüncü gününü doldurdu.

Oturmu eylemine katılan Bahreyn halkı şii alim Şeyh İsa Kasım’ın evinin önünde cemaat namazı kılarak Bahreynli şii alimlerin yargılanmaları ve ayrıca şii müslümanlara karşı baskı politikalarının durdurulmasını istedi.

Öte yandan Bahreyn dışındaki muhalifler de Dini ve vatanı savunmada yüz gün başlıklı bir bildiri yayımlayarak bildiride Şeyh İsa Kasım’ın yargılanmasını habis bir adım ve İslam’a yönelik saldırı niteledi. Bahreyn rejiminin yurt dışındaki muhalifler bildiride Bahreyn milletinin 14 Şubat inkılabının barışçıl olduğunu ve şii müslümanların milli vahdete ve yasalara ve değerlere bağlı olduklarını vurguladı. Bildiride, Halife rejiminin tüm hedefleri Bahreyn milletinin sabrı ve basiret ve Şeyh İsa Kasım’ın liderliği ile bozguna uğratıldığı vurgulandı.

Bahreyn rejimi Haziran 2016’da Bahreynli şii alim Şeyh İsa Kasım’ın vatandaşlığını lağvetti. Fakat bu karar Bahreyn milleti ve İslam dünyasının sert tepkilerine neden oldu. Bu arada Şeyh İsa Kasım ülkesini terk etmeyeceğini açıkladı. Bahreyn milletinin başlattığı kıyamın liderlerinden Şeyh İsa Kasım ayrıca kendisinin yurt dışına çıkması yönünde her türlü arabuluculuk yapılmasına da karşı olduğunu vurguladı.

Bahrenli alimler de Bahreyn milleti Şeyh İsa Kasım’a el uzatılmasına müsaade etmemekte kararlı olduğunu açıkladı. Bahreynli alimler böyle bir girişimin doğuracağı sonuçların hakkında Halife rejimini uyardı.

Bahreyn’de Halife rejiminin kendi halkına ve özellikle müslüman Bahreyn halkının gözünde özel yeri olan Bahreynli din adamlarına yönelik zalimane kararlar alması halkın sert tepkilerine neden oluyor. Bu çerçevede Bahreyn halkı başlattığı kıyamın liderlerinden Şeyh İsa Kasım’ın evinin önünde toplanarak Bahreyn mahkemelerinin muhaliflere yönelik kararları uluslararası yasalara ve BM bildirgesine aykırı olduğunu ve bunu protesto ettiklerini ortaya koyuyor. Bahreyn halkı Şeyh İsa Kasım’ın evinin önünde toplanarak Halife rejiminin Şeyh İsa Kasım’ı sürgün etmesini ve Bahreyn’den ihraç etmesini engellemek istiyor. Gerçekte Bahreyn halkının bu tür hareketleri, Halife rejiminin her türlü komplosuna karşı uyanık olduklarını ortaya koyuyor. Bu şartlarda Bahreyn halkı içişleri bakanlığının her türlü toplantıyı veya protesto eylemini yasaklayan kararını hiçe sayarak başta başkent Maname olmak üzere ülke genelinde protesto eylemlerini sürdürüyor.

Geçen hafta Arabistan rejiminin Yemen’de ateşkes ilan edilmesine karşı çıkması bir kez daha bu rejimin Yemen’de ateşkesin yolunda en büyük engel olduğu gerçeğini ortaya koydu. Gerçekte Suud rejimin sabotajları ve müdahaleci politikaları ile Yemen’de krizin devam etmesine zemin oluşturuyor. Bu bağlamda Arabistan’ın başını çektiği Arap ittifakının sözcüzü Ahmet Asiri, Riyad yönetiminin Yemen’de ateşkes önerisini karşı çıktığını açıkladı. Sözcü asir Yemen Ensarullah hareketinin ateşkes önerisini reddederek ve Yemen krizinin siyasi çözüme ihtiyaç duymasını gözardı ederek , Riyad yönetimi ancak bu hareketin silahsızlanması ile sonuçlanacak bir anlaşmaya evet diyeceğini belirtti.

Arabistan rejimi bir yandan Yemen krizinin siyasi yollardan çözümlenmesini istediğini iddia ederken, öbür yandan Yemen’de her türlü ateşkesi Ensarullah hareketine bağlı güçlerin Yemen’in başkenti Sana ve diğer önemli ve stratejik kentlerden geri çekilmesi, Ensarullah hareketi ve müttefiklerinin ağır silahlarını ve füzelerini üçüncü bir tarafa teslim etmesi ve Riyad’ın istediği bir hükümetin kurulması ve bu hükümetin Yemen’in komşularına karşı tehdit olabilecek her türlü silaha karşı olması gibi şartlara endeksleyerek pratikte ateşkesi imkansız hale getiriyor. Oysa Yemen krizi ancak bu ülkede gerçek anlamda milli vahdet hükümetini kurmak amacıyla yapıcı ve bağımsız müzakerelerle çözümlenebilir. Yemen’in Ensarullah hareketi ve diğer mücadeleci gruplarının talebi de bu yöndedir.

Bilindiği üzere Arabistan Mart 2015 tarihinde bazı Arap ülkelerini de yanına alarak ve Yemen’in istifa eden yönetimini desteklemek bahanesi ile başkent Sana’da denetimi ele geçiren Yemenli inkılapçı güçlerine karşı harekete geçti ve Yemen’in çeşitli bölgelerine hava akınları düzenlemeye ve bombardıman etmeye başladı. BM raporlarına göre o günden beri şimdiye kadar Yemen’de on bini aşkın sivil hayatını kaybetti ki bunların yarısından fazlası çocuklar ve kadınlardı.

Yemen halkı Suud rejiminin Yemen’de ateşkesi sürekli ihlal etmesi bu rejimin Yemen barış müzakerelerini çıkmaza sürüklemeye çalıştığını ortaya koyduğunu belirtiyor. Nitekim şimdiye kadar Yemenli tarafların arasında Kuveyt ve İsviçre gibi çeşitli ülkelerde düzenlenen ve barışın sağlanmasını amaçlayan müzakereler de sürekli Riyad rejiminin sabotajları yüzünden başarısızlıkla sonuçlandı ve Arabistan bu durumu suiistifade ederek Yemen’deki cinayetlerini sürdürdü

Arabistan’ın başını çektiği ve Yemen’e karşı kurduğu ittifak hiç bir zaman BM gözetiminde Yemen’de ilan edilen ateşkese uymadı ve bu ülkede tecavüzlelrini sürdürdü. Bu saldırılar Yemen barış müzakerelerini sürekli olumsuz etkiledi. Şimdi de Yemen barış müzakerelerinin yeni turu, bundan önce düzenlenen müzakerelerin hiç bir olumlu sonuca ulaşamadığı halde yeniden düzenlenmeye çalışılıyor.

Ancak Yemen barış müzakerelerinde onca engebeli süreçlere karşın gerçek şu ki Yemen’in acı çeken milleti barış istiyor, fakat Arabistan ve Amerika gibi ecnebi aktörler müzakereleri kendi amaçları yönünde sürdürmek ve savaşla elde edemediklerini müzakere yoluyla elde etmek istiyor. Kuşkusuz Yemen krizinin çözümü için en başta Arabistan ve müttefiklerinin Yemen’e dayattıkları savaş ve kuşatmanın son bulması gerekiyor.015