İslam Dünyasında Vahdet - 4
Bugünkü programımızda batılı sömürgecilerin İslam ülkelerine girmeleri konusunu ve 19.yüzyıla kadar İslam dünyasının durumunu incelemeye çalışacağız.
Geçen bölümde islam dünyasında şiddet içerikli bir dönemden sonra ve hilafetin çökmesi ardından, hicri 8.yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı ordusunun gücü ele almasıyla birlikte haçlılar karşısında Müslümanların büyük gücünün oluştuğunu söyledik.Müslümanlar Osmanlı halifesi sultan Muhammed’i İslam dünyasının kurtarıcı şahı, haçlıların yıpratma savaşlarının telafi edicisi ve Moğol saldırılarında ortaya çıkan yıkımları toparlayabilecek birisi olarak tanıdıkları nedeniyle, Sultan Muhammed’in gücü daha da artırmış oldu öyle ki İstanbul İslam dünyasının en güçlü hilafet ve liderlik merkezi olarak tanındı. Anadolu ve Balkan bölgelerinde Osmanlı imparatorluğun temelini iyice yerine oturtan Sultan Muhammed bu imparatorluğun 4 yüzyıl hayatta kalmasına vesile oldu.Bu tarihi sohbetimizin devamında iki ana başlığı ele almak istiyoruz:
İlkin Osmanlı ve Safavi imparatorluklarının yarışmaları etkisinde Müslümanlar arasında tefrikanın çıkması.
İkincisi batılı sömürgecilerin İslam ülkelerine girmeleri ve Müslümanlar arasında ayrımcılığı şiddetlendirme rolleri.
Şimdi sohbetimizin devamını hep birlikte dinleyelim.
Haçlı savaşlardan sonra ortaya çıkan kötü şartlar içinde Osmanlı devleti islam dünyasında otoriter bir merkezin oluşturmasını başardı, ancak Osmanlı devletinin güçlenmesiyle islam dünyasının birleşmesini de iddia etmek mümkün değil. Bu dönemde milliyetçi taasuplerin kaynaşması ve tevhidi değerlerin azalması nedeniyle özellikle İran ve Osmanlı imparatorluğu arasında islam ülkelerinin birbiri ile yarışması sağlandı. Bu arada Batı devletlerinin müslümanlar arasında çıkarmaya çalıştıkları zıtlık ve tefrikaları da göz ardı etmemek lazım.Tarihi kanıtlara göre iki büyük islami ülke olan İran ve Osmanlı 8. Yüzyıldan Osmanlı imparatorluğun çöküşüne dek ilişkiler yıkım ve kan dökme ile sürdürülmüştür.Bu gergin ilişkilerin oluşmasında Avrupalıların milliyetçi eğilimleri tahrik etmeleri ve önceki kinleri körüklemede önemli bir rol ifa etmiş olmalarını da söyleyebiliriz. Örneğin İran’da Gurkanlar hükümeti döneminde, Timur çöküşe giden doğu Rom imparatorluğu olan Veniz Cumhuriyeti ile Osmanlı sultanı aleyhine birleşti ve miladi 1425 yılında onu yenmeyi başardı.Akkoyunlular hükümeti döneminde ise Uzun Hasan Veniz Cumhuriyeti ile Osmalı imparatorluğu yıkmak için birleşti ve miladi 1497 yılında Osmanlı gücünü düşürmek amacıyla onlardan askeri yardım istedi.
İslam dünyasında tefrika ve İran ile Osmanlı arasındaki gerginlikler Safevilerin iş üstüne gelmeleri ile birlikte daha da şiddet kazanmış oldu ve iki imparatorluk arasında hicri 920 yılında savaşın ilk kıvılcımı oluştu. Bu yılda İran ve Osmanlı orduları Azerbaycan’ın kuzey batısında bulunan Çaldıran bölgesinde birbirleri ile karşı karşıya gerildiler. Bu savaşta Osmanlı’ların top ve tüfekleri olduğu için Safaviler yenildi.Birinci sultan Selim Tebrizi işgal ettiği dönemde 8 gün sonra ordusunun subayları kışın İranda kalmak istemedikleri için Safavi’nin başkenti Tebriz’i terk ettiler. Çaldıran savaşı islam dünyasında ihtilaf ve tefrikanın bir simgesiydi ve iki islam kutbu arasında tefrika yaratmaktan ziyade İran’da şiddetin oluşmasına da neden oldu. Çünkü bu savaştan sonra şah İsmail inzivaya çekilerek, kızılbaş örgütleri arasında güce varma çabaları, iç savaşla sonuçlandı.
İslam dünyasında tefrikanın son aşaması batılı sömürgecilerin islam ülkelerine girmeleri ile şekillendi. Avrupa’da Ortaçağı sonlandıran entelektüel gelişmeler,yeni felsefi yaşam ve hareketliliği ortaya koydu ki hepsi sömürgeciliğin oluşmasında önemli bir rol ifa etti. Hümanizm adı olan bu hareketlilik ilk aşamada felsefi ve edebi özellikleri ile kendini hissettirdi ve insanı her şeyin merkezinde görerek çevreyi insana tabi tutmayı düşünüyordu. Ancak bu düşünce tarzı dünyanın ele geçirilmesine ve müslüman halkın batılı sömürgeciler tarafından sömürülmesine neden olduğu gerçeğe kavuştu.Nitekim bu dönemden önce de batı ülkeleri her zaman islam ülkelerinde ihtilaf ve çekişme oluşturmakta büyük rol ifa etmişlerdir. Ortaçağ döneminde islam dünyası güçlü bulunduğu halde batı ülkeleri nisbi geri kalınmış bir durumla baş başa bulunuyordu. Rönesans döneminin başlaması ve batının aydınlanma çağına girmesi ardından ekonomik, siyasi,askeri ve kültürel alanlarda gelişmeler hızlı bir şekilde ilerledi ve gittikçe batılı ülkelerin islam ülkelerine musallat olmalarına sebep oldu.
Miladi 18 ve 19.yüzyıllarında sömürgeci batılı devletlerin Müslüman Osmanlı, İran ve Mısır imparatorluğu ile gerçekleştirdiği çeşitli savaşlar neticesinde bu ülkelerin büyük bir kısmı kontrolden çıkarak, siyasi egemenliği yıkıldı veya sömürgeci güçlerin işgal ve zorbalık alanına dönüştü.Öyle ki sadece Ruslar 6 savaşta Osmanlı devletini yendiler ve bu başarının ardından Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmasıyla, Rus tezarının açıkça Osmanlı imparatorluğu üzerinde yayılmacı emelleri gerçekleşti ve Kırım yarımadası Osmanlı topraklarından ayrıldı ve Rusya’ya ait oldu. Ruslar ayrıca Baku ve Derbend bölgelerini İran’dan ayırdılar ve miladi 1723 yılında Safevi’nin son şahı ve Şah sultan Hüseyin’in oğlu olan ikinci Tahmasb ile bir anlaşma imzalayarak, Hazar denizinde İran’ın kontrolü altındaki bölgeler Rusya’ya devredildi. Bunun karşısında Ruslar Muhammed ve Eşref Afgan liderliğinde, İsfahan gibi İran’ın bir çok kentini işgal eden Afganları İran’dan dışlamakta yardım edeceklerini bildirdiler.
Böylece islam dünyasının bir gücü olan İran 19.yüzyılda iki Avrupa gücü olan Rusya ve İngiltere’nin istilasına sahne oldu ve her iki ülke farklı motivasyonları ile İran’ın iç işlerinde müdahaleci girişimlerde bulundular. İran’ın medeni ve kültürel geçmişi nedeniyle bu ülke hiçbir zaman diğer islam ülkeleri gibi sömürülmedi. Ancak bu dönemde iki sömürgeci ülke olarak bilinen Rusya ve İngiltere islam dünyasında bulunan şidetler vasıtasıyla bütün islam ülkelerinin iç işlerine müdahale edip, bir çoğunu kendi sömürüsü haline getirdiler.Aslında islam ülkeleri hükümdarlarının yolsuzluk, bencillik ve kibir gibi özellikleri müslümanlar arasında büyük ihtilaflara neden oldu ve bu yüzden islam dünyası 18 ve 19. Yüzyıllarda batılı sömürgecilerin bu ülkeler içinde genişlemelerine fırsat oluşturdu. Bu dönemde bazı hükümdarların otoriter tavırları müslümanlar arasında büyük ayrımcılıklara vesile oldu öyle ki batı sömürüsü karşısında islam dünyasının birlik ve beraberlik içinde hareket edebileceğine hiç kimse inanmıyordu.Irksal ve etnik değerlerin islam dünyasına sızması nedeniyle, islam ülkelerinde bazı yöneticilerin ittihad haykırışları diğer islami ve komşu ülkelerde duyulmadı.
Belki de yarışmalar ve düşmanlıkların geçmişi nedeniyle,artık islam ülkelerinde ve ümmet içinde oluşturulacak ittihad için hiçbir güven kalmamıştır. Örneğin islam ittihadı çağrılarını yapan Nadir şah Afşar, Osmanlı imparatorluğu tarafından hiç bir karşılık almadı. Çünkü Osmanlı halifesi henüz güçlü islami bir devlet olduğuna inanıyordu ve kendini islam dünyasının siyasi , manevi ve dini bir lideri olarak uygun bir konumda görüyordu.Osmanlı devletinin son yıllarında, Sultan ikinci Abdulhamid seyit Cemal gibi reformcularla danışarak islami ittihadi oluşturma yolunda tüm müslümanların halifeyi desteklemesi gereken siyaseti ülke içinde ve diğer islami beldelerde propaganda yapmaya başladı ama ne var ki beklediği cevabı islami beldelerden özellikle İran’dan alamadı. Çünkü islami ülkeler açısından Abdulhamid islam dünyasının liderliği için gereken yeterliliğe ve yetkinliğe sahip değildi ve Osmanlı devletleri çelişkili tutumlarını diğer müslüman ülkelerine karşı sürdürmeye devam ediyordu.
Sömürgeciliğin islam dünyasına girmesi tefrika ve şiddeti islam dünyasında artırdı ve bu konuda birleştirici olumlu tepkileri ardından getirdi ki o da siyasi ve toplumsal alanda dünyada müslümanların yurt içi zorbalık ve dış sömürgeciliğin karşısına geçmesine sebep oldu. Müslümanlar seyit Cemalledin Esad Abadi, Abdurrahman Kevakibi ve İkbal Lahuri gibi düşünürlerin gösterdiği yolda anladılar ki geride kalmanın kökü tefrikadır ve islam dünyasında ayrımcılık, hükümdarların istibdatları ve sömürgecilerin yağmalamaları neticesinde ortaya çıkmıştır. İstikbar karşısında islami uyanış, islam ümmetinin tam vahdeti ve birliğine neden olmasa da siyasi ve sosyal alanlarda kendini iyice hissettirmiştir.017 015