Ekim 20, 2016 18:32 Europe/Istanbul

Geçen bölümde en son Suud istihbarat şefi Bender bin Sultan korsan İsrail’in dönem Başbakanı İhud Olmert’le Kudüs’te gizlice görüştükten ve siyonist Başbakan’dan İsrail’e verecekleri mali desteğin karşılığında Hizbullah’ı bitirmeden savaşı durdurmamalarını istedikten sonra Tel aviv’in ona verdiği bir görevle Kudüs’ten ayrıldığını anlattık.

Bender bin Sultan’a verilen görev ise Hizbullah’ın askeri komutanlarından İmad Muğniye hakkında bilgi toplamak ve böylece öldürülmesine yardımcı olmaktı.

Bender bin Sultan bu doğrultuda Saad Hariri ve Samir Caca gibi Suud rejiminin kuklası olan bir çok taraftan yardım aldı ve Muğniye hakkında toplatığı tüm bilgileri İsrail’e verdi ve İsrail de bu bilgilerin yardımıyla Suriye topraklarında Muğniye’ye suikast düzenledi.

Suud rejiminin bölgede terör örgütlerine verdiği destek aslında Amerika, korsan İsrail ve Avrupa ülkelerinin bölgeye yönelik stratejilerine hizmet ediyor. Öte yandan bölgede İslamî uyanış dalgasının yükselmeye başlamasının ardından tefirci ve Vahabi akımların faaliyetleri, Batı’nın  İslam ülkelerinde bu süreci saptırma planları çerçevesinde şiddetlenmeye başladı.  Bu alanda dış görünüşü radikal mezhepçilik olan ve gerçekte sapkın Vahabi tarikatının İslam ülkelerinde yürüttüğü şiddet operasyonları olan şiddet olayları artmaya da balşadı. Ancak bu süreçte Suriye, Irak, Yemen ve Afganistan gibi ülkelerde çok sayıda masum insan tekfirci teröristlerce ve şii müslümanları ve vahabilikten başka inancı olan herkesi öldürmeyi cennete girme anahtarı sanan canilerce en feci şekilde katliam edildi.

Arabistan rejimi Bahreyn’de halk kıyamı başladığı günün ta başından siyasi, askeri ve mali boyutlarda Halife rejiminin baskıcı tutumuna destek vermeye başladı ve böylece bu kıyamın ve İslamî uyanışın Arabistan’ın Şarkiye gibi bölgelerine sıçramasını engellemeye çalıştı. Bu çerçevede Suud askerlerinden oluşan 1500 kişilik bir birlik Ada kalkanı güçleri adı altında Bahreyn halkını bastırmak üzere bu ülkeye gönderildi, ki bu da Arabistan rejiminin Bahreyn’in içişlerine karıştığının en somut delillerinden biridir. bazı raporlarda Bahreyn’deki Suud asker sayısı 5 bin olarak ilan ediliyor.

Yine Bahreyn’in Arabistan’a ilhakı, Suud rejiminin Bahreyn’in inkılapçı halkının başlattığı kıyamı bastırma yönünde Riyad’ın bu ülkeye müdahalesi çerçevesinde değerlendiriliyor. Ancak ne var ki bu komplo, Ada kalkanı güçleridahi Bahreyn halkının inkılabını bastırmaktan aciz kaldığı bir sırada gündeme gelmişti.

Arabistan rejimi Suriye’de iç krizin tırmanmaya başlamasına paralel olarak bu ülkede terör örgütlerine verdiği desteği hızla arttırmaya başladı ve bu ögrütlere verdiği insan gücü, silah ve para desteği ile Suriye’de kaos ve kargaşayı körükledi ve öte yandan da Arap dünyasının Suriye’nin yasal yönetimine karşı muhalefetinin başına geçti. Bundan bir yıl önce Suud rejiminin selefi akımları arasında konu, Suriye’de muhaliflere nasıl yardım edilmesi gerektiği tartışılıyordu ve bu süreçte seçilen muhalifler ve çıkış noktalarının nereleri olduğu meselesi tesadüfi bir mesele değildi. Gerçekte nerede El-kaide teröristleri varsa orası Suud rejiminin yardımlarının aktığı noktaya dönüşüyordu.

Gerçekte Suriye’de bazı bölgeler, bazı kentler ve hatta bazı köyler Vahabi sapkınların açısından özel mekanlar ve simgeler sayılıyor, çünkü bazı selefi liderler bu bölgelere ait oldukları anlaşılıyor.

Aslında selefi Vahabi akım sürekli Suriye’nin şimdiki nizamını devirmeyi ve yerine selefi bir iktidarı getirmeyi hayal etmiştir. Çünkü özellikle Suriye yönetimi bölgede direniş ekseninin temel hamilerinden biridir. üstelik direniş ekseninin Batı sömürüsü ve siyonist rejimle mücadelesinin getirileri de her zaman Riyad’ın Batı istikbarına mutlak bağımlılığı yönündeki politikasını gün ışığına çıkarmıştır. Bu yüzden Suriye’de selefi akımın taraftarlarıl seyrek sayıda olmalarına karşın Suud rejiminin petrol dolarları ve El-kaide gibi terör maşaları sayesinde Suriye’yi savaşzede bir ülkeye çevirmeyi başardı. Bu doğrultusuda Arabistan içişleri Bakanı prens Ahmet bin Abdulaziz bir süre önce Suriye halkına destek iddiası ile milyonlarca dolar yardım toplandığını açıkladı. Ancak bu paralar Suriye milletini kırmak ve kan akıtmaktan başka işi olmayan tekfirci teröristlerin eline ulaşıyordu. Kral Abdullah da şahsen bu kampanyaya 5 milyon dolar bağışta bulundu. Yine o dönemde Arabistan veliaht prensi olan şimdiki kral Salman bin Abdulaziz de bir kaç milyon dolar bağışta bulundu.

Bugün Irak, Arabistan’ın Ortadoğu bölgesine yönelik müdahalelerinin ana merkezi sayılır. Irak yönetiminin de defalarca delillere ve belgelere dayanarak açıkladığı gibi, Suud rejimi Irak’ta düzenlenen kanlı intihar saldırıları ve diğer terör saldırılarının baş sorumlusudur. Bugün Arabistan’ın paraları ve El-kaide ve IŞİD gibi terör örgütleri Irak milletine acı günleri dayatmıştır.

Sunday Times geçtiğimiz yıllarda Arabistan’ın Irak’taki terör faaliyetleri hakkında yayımladığı bir yazısında, Irak’ta tutuklu bulunan teröristlerin yarısından fazlası Arabistan asıllı olduklarını ifşa etti. Dergi, elinde Arabistan yargısının üst düzey yetkililerinden Şeyh Salih Lahidan’ın Arabistanlı gençleri Irak’ta terör eylemleri yapmaya davet ettiğini içeren ses kaydı bulunduğunu da yazdı.

Irak’ta 9 Nisan 2003’te Saddam rejimi devrildikten sonra Vahabi selefi tarikatının elebaşıları yaptıkları açıklamalarla Irak’ta yeni dönemde hakimiyete karşı selefi bir cephe oluşturmaya başladı. Bu zümre Irak’ta ehli sünneti savunma bahanesi ile mezhepçilik ve etnikçilik yapan bir tavırla hareket etmeye başladı, öyle ki Suud medyası da bu zümrenin elinde bir alet oldu ve onların isteklerini yansıtmaya başladı.

Öte yandan Suud rejimi insan gücünü seferber etmeye ve tekfirci fetvalar yayınlamaya ve El-kaide terör örgütüne mali destek merkezlerini Irak’a taşımaya başladı ve böylece Irak’ta askerinden siviline ve kadınından erkeğine ve çocuğundan yaşlısına ve şiisinden sünnisine ve müslümanından hristiyanına kadar tüm kesimleri kapsayan katliamlar başladı ve okullar, caddeler, köprüler, hastaneler ve hatta kreşler Irak halkının mezabahası olmaya başladı

Iraklı düşünür ve yazar Abdulhalik Hüseyin Suud hanedanı ve terörizmi aynı madalyonun iki yüzü olarak tabir ediyor. Iraklı yazar Amerikalı bir yetkiliden naklen Suud rejimi son yirmi yılda dünyada Vahabi tarikatını yaygınlaştırmak için tam 87 milyar dolar harcadığını belirtiyor.

Amerika’nın Los Angeles Times gazetesi ise Suudilerin terörde rolü başlıklı bir araştırmasında, Arabistan’ın dünyaya dolar ve El-kaide savaşçısı ihraç eden ülke olduğunu, öyle ki bu örgüt hali hazırda Irak’ta bu ülkenin güvenliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturduğunu belirtti.

El Ceride gazetesi de bir makalesinde Irak’ta sivillere ve güvenlik güçlerini saldıran teröristlerin %45 kadarı Suud vatandaşı olduğunu yazdı.

Mısır’da gerçekleştirilen inkılap ve Mısır diktatörünün bir aydan daha az bir sürede devrilmesi, gerçe bölgede özgürlük ve demokrasi adına iyi bir gelişmeydi, ancak Arabistan gibi despot rejimler için korkunç bir kabus oldu. Bu bağlamda Arabistan inkılaptan hemen sonra harekete geçerek bu inkılaba sahiplenmeye çalıştı. Arabistan Mısır inkılabının başından itibaren milyarlarca dolar harcayarak İslamî hakimiyet ve dinden uydurma ve radikal tanımını Mısır halkına yutturmaya çalıştı, ancak bu çabalar selefilerin Mısır seçimlerinde başarısızlığı ile duvara tosladı.

Gerçekte Arabistan Mısır’da gerçekleşen inkılaba doğrudan karşı çıkmak yerine iktisadi araç gereçlerini kullandı ve Vahabi akımın devreye soktu ve bu açıdan Batı ile ittifak kurdu. Arabistan böylece sadece Mısır inkılabını değil aynı zamanda bölgede Libya ve Yemen ve Bahreyn gibi Arap ülkelerinde yaşanan inkılapları da saptırmak istedi. Çünkü Suud rejimi Arap inkılaplarının ivmesinin çok yüksek olduğunu ve pek yakında Arabistan’a da sıçrayacağını anlamıştı. Yine Arabistan Mısır inkılabı ile İran İslam inkılabının sıkı ilişki kurmasından duyduğu kaygı yüzünden apar topar diplomatlarını Kahire’ye göndermeye başladı. Arabistan Dışişleri eski Bakanı Suud Faysal’ın Kahire’ye sık sık ziyaretini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Suud Faysal Mısır inkılabından sonra dört kez bu ülkeyi ziyaret etti. Faysal bu ziyaretlerinde Mısırlı askeri yetkililerle görüştü ve Mübarek’in yargılanmaması karşılığnıda bu ülkeye 6 milyar dolar yardım sözü verdi. Öte yandan Arabistan’ın Mısır’da bazı medeni örgütlerin giderlerini karşılamaya ve Vahabi düşüncesini benimseyen işbirlikçilerini takviye etmeye başlayarak Mısır’da iç ihtilafları ve fitne ateşini körüklemeye çalıştı ve esas amacı eski rejimin kalıntılarını yeniden işbaşına getirmekti. Yine Mısır’da selefi akımlar da Arabistan’dan 25 milyar dolar mali yardım karşılığında Arabistan lehine propaganda ağı kurdu. Bu ağda 36 uydu kanalı, 20 bin cami ve 20 bin hayır kurumundan oluşuyordu.

Arabistan rejimi Kafkasya, Azerbaycan Cumhuriyeti ve orta Asya bölgelerinde de faaliyet yürütüyor ve Çeçen bölgesinde düzenlenen suikastlerde önemli rol ifa ediyor. Bu komplolar genellikle Pakistan ve Afganistan’da tasarlanıyor ve Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hint yarımadası ve diğer bölgelerde uygulanıyor.

Şimdi ise Arabistan’ın 11 Eylül 2001 terör saldırılarına karıştığını ispat eden 28 sayfalık gizli belge uzun bir süre gizli tutulduktan sonra yayımlandı. Suud rejimi hemen Amerika’yı bu ülkede milyarlarca dolarlık hisse senetlerini satışa çıkarmakla tehdit etti.

Geçtiğimiz günlerde Amerika yönetimi bu belgenin yayımlanmasını önlemek için büyük çaba harcadı ve bu süreçte Arabistan’ın tehditleri de devam etti, öyle ki Amerika yönetimi senatörleri belgeyi yayımladıkları takdirde Amerika’de iktisadi deprem olacağı konusunda uyardı.

Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Cubeyr, belge yayımlandığı takdirde Arabistan Amerika’daki 750 milyar dolar değerindeki mal varlığını da Amerikan mahkemeleri bloke etmeden önce çıkaracakları konusunda uyarıda bulundu.

Fakat ekonomi uzmanlar bu durum Adil Cubeyr’in söylediği kadar kolay bir iş olmadığını ve yapıldığı takdirde de en başta Arabistan ekonomisi felçe uğrayacağını belirtiyor. Ancak her halükarda Cubeyr’in tehditleri Riyad ve Washington hattında gerginliklerin iyice tırmanmaya başladığını gösteriyor.015