Aralık 04, 2016 06:44 Europe/Istanbul

Arabistan rejiminin küresel sulta düzeninin kuklası olarak rol ifa etmesini ele aldığımız sohbetimizin 2. ve son bölümünde sizlerle birlikteyiz.

Geçen bölümde Yalta konferansından üç gün sonra 14 Şubat 1945 tarihinde Amerika’nın  Süveyş kanalında seyreden USS Quinsy savaş gemisinin döşenen güvertesinde Amerika’nın dönem Başkanı Ruzvelt’le Arabistan kralı Abdulaziz bin Suud görüşmesi gerçekleştiğini anlattık ve dedik ki iki taraf aynı zamanda tüm danışmanlarını da beraberinde getirerek onların da tüm konuları görüşmesine imkan sağladı.

Öte yandan Başkan Ruzvelt İngiltere Başbakanı Churchil’e bir mesaj göndererek kral Abdulaziz bin Suud ile görüştükten sonra ona ve beraberindeki 48 kişilik heyeti bir savaş gemisi ile Arabistan’a ulaştırmaktan sorumlu olduğunu bildirdi. İngiltere Başbakanı Churchil, kral Abdulaziz bin Suud’un beraberinde 47 kişilik bir heyet getirdiğini ve bu görüşmenin maliyeti ne kadar ağır olacağını öğrenince çok bozulmuştu ve kral ile görüşmesi boyunca sürekli sigarasının dumanını kralın yüzüne üflüyordu. Ancak bu buluşmanın acı hatırası Arabistan ve İngiltere arasındaki ilişkilerin geleceği üzerinde büyük etkisi olacaktı.

Aslında hiç kimse büyük Ortadoğu’nun geleceği Süveyş kanalında ve Amerika’nın dönem Başkanı Ruzvelt ve Arabistan’ın dönem kralı Abdulaziz bin Suud’u taşıyan Amerikan savaş gemisinin güvertesinde belirlendiğini hayal bile edemezdi. 25 Şubat 1945 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı bülteni bu konuda yayımladığı raporda, bu müzakerelerin Amerika Başkanı Ruzvelt’in dünya liderleri her fırsatı değerlendirerek görüşmeleri ve birbirini yaşadıkları sorunlardan haberdar etmelerine yönelik düşüncesi çerçevesinde gerçekleştiğini ileri sürdü. Bu cümle Amerika yönetimi dünya kamuoyuna sunduğu tüm bilgiydi. Gerçi bu olaydan 25 yıl sonra bu görüşmenin sonunda yazılan ve tarafların üzerinde mutabakata vardığı kısa bir rapor da gizlilik özelliği kaldırıldıktan sonra kamuoyu ile paylaşıldı. Bu kısa rapor ve diğer bazı resmi olmayan yazılardan anlaşıldığı üzere Ruzvelt o sıralarda Abdulaziz bin Suud’un Arap İsrail davası ve geleceği hakkında nasıl düşündüğünü ve bu düşüncesinin gerekçelerini öğrenmek istiyordu.

Görünen o ki Ruzvelt ve Abdulaziz bin Suud görüşmede özel kalıp ve kalıpları kullandı, öyle ki sadece kendileri ne söylediklerini anlıyordu. Görüşmede hazır bulunan tek mütercim albay William Eddy 1954 yılında FDR bin Suud’la görüşüyor başlıklı 41 sayfalık bir kitap yayımladı. Bu kitap albay Eddy’nin diyalogları tercüme etmesine rağmen bazı bölümlerini tam olarak anlayamadığını gösteriyor, oysa diyaloğun aksamadan devam etmesi, taraflar için herhangi bir muğlak noktanın geride kalmadığını ortaya koyuyor. Ruzvelt’in tamamen farklı bir konuda verdiği tepki bu görüşü doğruluyor. Ruzvelt Abdulaziz bin Suud’u yeraltı su kaynaklarını arama ve sulama sistemleri kurmak ve tarımla ilgilenmek için teşvik etmek istediğinde, ben kendim bir çiftçiyim, diyor.

Aslında Ruzvelt’i tanıyanlar, hemen bu sözün doğru olmadığını anlamıştır. Zira Ruzvelt Newyork kentinde dünyaya geldi ve babası zengin bir işadamıydı. Ruzvelt hanedanı daha çok ünlü bankacılardandı ve Amerikalı sermaye çevrelerinde önemli yeri vardı. Üstelik Ruzvelt hakkında bulunan onca yazı ve kitapların hiç birinde Ruzvelt’in hatta çiftçiliğe ilgi duyduğuna işaret edilmiyor.

Ruzvelt Harvard ve Colombia üniversitelerinde tarih ve hukuk okudu. Franklin Ruzvelt Amerika tarihinde üç kez Başkan seçilen tek politikacıdır. Öte yandan Abdulaziz bin Suud’un verdiği cevap da kesinlikle iki lider arasında geçen diyaloğun şifreli olduğu tezini doğruluyor. Suud kralı Ruzvelt’e verdiği cevapta artık yaşlandığını ve asla çiftçiliğe ilgi duymadığını, üstelik emeğinin sonucu yahudilerin eline geçmesini istemediğini belirtiyor. Arabistan’da bir tek yahudi bile yaşamadığını bilen mütercim Albay Eddy çok şaşırıyor, fakat Ruzvelt ve Abdulaziz bin Suud hiç duraksamadan sohbete devam ediyor.

Bir kaç hafta sonra Ruzvelt beyaz sarayda yaptığı açıklamada, Abdulaziz bin Suud’un Arap İsrail meselesi ile ilgili beş dakikalik izahatı, uzmanların kendisi için hazırladığı onlarca rapordan daha eğitici olduğunu belirtti.

İkinci dünya savaşından sonra Amerika ve Arabistan arasındaki ilişkilerin gelişerek devam etmesi sürecinde Suud rejiminin cahilliği ve fikri açıdan geri kalmışlığı üzerinde ısrar etmesinin imtiyazlarından biri kamuoyunu kandırmaktır ve bu mesele gayet net ve açık bir şekilde ortadadır, çünkü küresel sulta düzeni de bu vesile ile Arabistan’ın büyük Ortadoğu gelişmelerinde anahtar ve esas rol ifa ettiğini kolayca başkalarının gözünden saklamayı başarmıştır.

Bugün artık Arabistan ile korsan İsrail arasında sıkı ve koordineli ilişkilerin bulunduğunu herkes bilmektedir. Aslında Arabistan rejiminin Arap İsrail savaşlarında ifa ettiği sinsi ve hilekar rolü dikkatle incelendiğinde, Suud rejiminin mazlum Filistin milletini destekleme vaatlerinin yalanlığı ve siyonist karşıtı olduğu yaftası da bir iddiadan öteye gitmediği açıkça anlaşılır.

Bugün artık Abdulaziz bin Suud’un Araplarla Avrupa yahudileri arasındaki ihtilafın sebebini Avrupalıların maharet ve kültür bakımından üstünlükleri şeklinde açıklarken ne demek istediği ve neden Ruzvelt’e müslümanlarla yahudilerin arasındaki ihtilafın aynen korunması ve sürdürülmesi için çaba harcamayı tavsiye ettiği daha iyi anlaşılır.

Suud rejiminin irticai ve geri kalmış imajını korumasının temel nedenlerinden biri de Vahabi tarikatının insanlık dışı ideolojisi doğrultusunda her türlü korkunç cinayeti her türlü ayak bağından bağımsız bir şekilde işleme hazırlığıdır. Zira Suud rejiminin aleni bir şekilde irticai ve geri kalmış bir rejim ilan edilmesinden sonra artık bu rejimin insaniyet ilkelerine bağlı kalma yönünde hiç bir yükümlülük üstlenmesi gerekmediği kesindir.

Abdulaziz bin Suud, şiddet uygulamalarında pek de deneyimli olmayan Avrupalı radikal siyonistlerin arasından çeşitli terör örgütlerini yetiştirdi. Siyonist teröristlerin eğitim kampları Arabistan’ın Dahran yöresinde ıssız çöllerdi. Burada Vahabi hocalar deneyimsiz göçmen siyonistlere en son şiddet uygulama yöntemlerini öğretiyordu. Yoksa Amerika’nın bu çölün tam ortasında havaalanı inşa etmesi, siyonist teröristlerin ilk kuşağını burada eğitmesinden başka sebebi olabilir mi? O ıssız çölün ortasında siyonist teröristler hatta hangi ülkede olduklarını ve eğitmenleri kimler olduğunu bile bilmiyordu.

Suud hanedanının 1744  ila 1818 yılları arasında süren ilk hilafet dönemi sürekli Muhammed bin Abdulvahab ve torunlarınca desteklendi. Abdulaziz de bu hanedanın üyesidir. Abdulaziz 1802 yılında 10 askerlik ordusu ile Kerbela topraklarına saldırdı ve burada iki bin masum kadını, çocuğu ve erkeği en barbar biçimde katliam etti. Suud ordusu kenti yıktı ve burada bulunan altın kubbeyi parçalayarak halkın yağmalanan malları ile birlikte binlerce deveye yükleyerek götürdü ve buna Vahabi zaferi adını verdi.

Burada vahabilerin hakkında herkesin çok kolay benimseyeceği bir kaç sade hakikate işaret etmek gerekir.

Evvela Vahabi tarikatı şom hayatı boyunca sürekli barbarlık yaptı ve müslümanları kırdı. İkincisi siyonist karşıtlığı iddialarına rağmen bu tarikatın İsrail’e karşı en ufak adım attığı ne duyulmuş ne de görülmüştür, bilakis Vahabi tarikatı ile İsrail birbirini tamamlayan iki güç olarak sistematik bir şekilde Arapları kırmaya devam ediyor.

Üçüncüsü, Hicaz’da yaşayan bedevi aşiretlerin barındığı çöllerde ne okul varken, ne de kimse okuma yazma bilirken, Muhammed bin Abdulvahab nasıl böyle bir ortamda din adamı ve alimi olmuştur? Buna göre Muhammed bin Abdulvahab’ın aslında Avrupalı yahudiler, yani Eşkinazi yahudilerinden olduğu ve Arapları kırmak için bu bölgeye gönderildiğine inanmak daha kolaydı.

Bir çokları Suud hanedanı üyeleri ayyaş, lıyakatsız ve tembel insanlar olduğuna ve ciddi işlerin sorumluluğunu üstlenemeyeceklerine inanır, oysa halk arasında yaygın olan bu algılama doğru değildir, zira Suud hanedanının tüm üyeleri ayyaş ve lıyakatsız değildir. Bu düşünceyi küresel sulta düzeni dünya kamuoyunu kandırmak için yaymıştır. Gerçekte küresel sulta düzeni büyük Ortadoğu ile ilgili çoğu projelerini ve programlarını 1945 yılından beri Arabistan’da planlıyor ve oradan yönetiyor ve Suud hanedanının bir çok üyesi bu hain programlara hizmet ediyor.

Suud rejimi dünyanın çeşitli ülkelerinde 40 yılı aşkın bir süredir binlerce medrese açtı ve milyonlarca terörist yetiştirmek için yüz milyarlarca dolar para harcadı. Bundan başka, ikinci dünya savaşından beri de titiz bir plan çerçevesinde yüklü paralar harcamak ve hiç bir özel hassasiyet uyandırmaksızın bir çok Ortadoğu ülkesine nüfuz etmeyi de başardı. Vahabi tarikatı Amerikalı ve Avrupalı müttefikleri ile el ele ve İran İslam inkılabının yayılmasını önlemek bahanesi ile 37 yılı aşkın bir süredir hızlı bir şekilde Ortadoğu bölgesini militarize etmiştir.

Bugün Arabistan sayesinde Ortadoğu bölgesi silah deposuna dönmüştür. Bugün bölge ordularının saflaşmaları Ortadoğu bölgesini devasa bir barut fıçısı haline getirmiştir. Tüm bunlara beşeri tarihin en karmaşık cinayet makinesi olan tekfirci IŞİD terör örgütünü de eklemek gerekir.

Kuşkusuz Suud rejimi dünyanın ve beşeriyetin en tehlikeli ve en büyük düşmanıdır. bugün suud rejimin davranışları, sapkın Vahabi tarikatının Avrasya ve Kuzey Afrika bölgelerini savaşa ve yıkıma sürüklemek istediğini göstermektedir.

Suud hanedanı Arap soyundan olmayan yaklaşık 15 bin nüfusu vardır. Suud hanedanı son 70 yılda Ortadoğu bölgesinde yaşanan bir çok facia ve cinayetten sorumludur. Örneğin mazlum Filistin halkının Sabra ve Şatila kamplarında katliam edilmesi Suud rejiminin sapkın Vahabi tarikatının işiydi, çünkü onlar şii müslümanları Arap İsrail savaşına çekmek istiyordu.015