Kasım 25, 2016 11:15 Europe/Istanbul

Kuşkusuz insan hakları beşeriyetin 20.yüzyılda en önemli ve hayati konularından biri olup 21.yüzyılda insani toplum için büyük önem arzetmiştir.

Nitekim günümüzde insan hakları ister istemez küresel düzeyin asıl tartışma konusunu oluşturmuştur. Pratikte ele alınan bir çok plan, tavır ve kararlar hepsi insan haklarını esas tutarak değerlendirilir ve bu haklara karşı olan muhalif kesim bile kendi görüşlerini ve eylemde yaptığı işleri insan haklarına aykırı göstermemeye çalışır. Buna ilaveten insan haklarından kaynaklanan tartışma konuları ülkelerin uyguladığı politikaları etkilediğinin yanı sıra çeşitli siyasi ve yargı sistemlerinin oluşması üzerinde belirleyici bir rol ifa ediyor. Bu nedenle BM veya insan haklarını koruyan kurumların bu çerçevede faaliyetlerini bir işlem göstergesi olarak görmek mümkün değil ve onların başarısızlıklarının isbatıyla insan haklarını değersiz ve boş bir kavram olarak görmek de yanlış yaklaşımdır. Zaman zaman insan hakları büyük güçler elinde bir alet olarak  onların yayılmacı politikalarının hayata geçmesi için ideolojik bir anlam ifade etmiştir ancak bu meseleden dolayı insan haklarından kaynaklanan kavramları tamamen silmek veya onlara karşı önemsiz davranmak asla doğru değil.

İnsan hakları çağımızdaki toplum fertleri için yeni bir konumda anlam sergilediği bir kavramdır.1948 yılında çıkan insan hakları evrensel bildirgesine göre Tüm halk ve milletlerin ortak ideal ölçüleri olan insan hakları, toplum üyeleri ve şahıslar tarafından dikkate alınması gerekir. Bu nedenle insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu dikkate alınmıştır.''

Aslında en temel ve ilk haklardan olan insan hakları, zati ve fıtri gereksinimleri nedeniyle her kişi ondan yararlanır.

İnsan tarih botunca her zaman adalet ve zulüm, eşitlik ve ayrımcılık, özgürlük ve istibdad, savaş ve barış ve ahlak ile ahlaka karşı bir takım kavramlarla karşı karşıya gelerek büyük sorunlar yaşamıştır ancak hala istenilen ve ideal bir duruma kavuşmamıştır.

Son kaç yüzyılda Avrupa'da ekonomi, kültür, siyaset, medeniyet ve düşünce gibi alanlarda yeni ve büyük gelişmeler ortaya çıkmış ki hepsi rönesans  dönemi ardından ve hristiyanlık dünyasında mezhebi reformculuğun sonucunda gelişmiştir. Hümanizm veya insancılık kavramı üzerinden oluşan modernizmin tartışma konuları, otoriter akıl, özgürlükçü, otoriter güce sahip olma gibi bileşenler hümanizmin karşısındaki dış etkenler içinde yer alıyor.

Yeni toplumsal ve hümanist gelişmeler bağlamında insanın konumu ve menzileti daha da yüksek bir derece kazandı ve bu yüzden insanoğlu için doğal haklar geçmişten daha çok önem ve itibar elde etti. Özellikle batılıların artan otoriter eğilimleri ve medeni insanın kültürel, ekonomik ve askeri malzemelerle donanması nedeniyle yıkıcı savaşlar ard arda vuku bulmuştur ki  bunların en bariz örneği birinci ve ikinci dünya savaşları idi.

Bu savaşlar, ayrımcılıklar ve adaletsizlikler geniş bir ölçüde yeni insancılık görüşü ekseninde kalarak  insan haklarına fazla özen gösterme zeminini hazırladı ve insani menziletin ihyası ve adalet ile özgürlük sayesinde insani kerametin sağlanması yolunda yeni çabaların yapılmasına vesile oldu. O dönemden 20.yüzyıla kadar uzun bir yol seyredilerek beşeriyetin acı deneyimleri, batılıları barış ve adaletin sağlanması ve insan haklarının hayata geçmesi için yeni tedbirler ele alamaya yönlendirdi taki 1948 yılında insan hakları evrensel bildirgesi onaylandı. Bu bildirge batı milletlerinin geçmişteki deneyimlerden sonuçlanan ve bir tarihi sürecin devamı olarak dünya insanlarının haklarının korunması için tedvin edilerek tüm ülkelerin imzasına sunuldu.

Bu evrensel bildirgenin 30 maddelik giriş kısımı onun şekillenme nedenini anlatır. Şimdi bu girişin içeriğini daha iyi anlamak için kullanılan cümleleri aktarıyoruz:

İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan onurun ve onların eşit ve vazgeçilmez haklarının tanınmasının dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olmasına,

İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana yönelten barbarca eylemlere yol açmış olmasına, korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş insanların söz ve inanç özgürlüklerine sahip olacakları bir dünyanın kurulmasının insanoğlunun en yüksek amacı olarak ilan edilmiş bulunmasına,

İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için insan haklarının hukuk düzeni ile korunmasının temel bir gereklilik olmasına,

Uluslararasında dostça ilişkilerin gelişmesine özendirmenin gerekli bulunmasına,

BM halklarının, andlaşmada,insanların temel haklarına,insan kişiliğinin onur ve değerine,erkeklerle kadınların hak eşitliğine olan inançlarını bir kere daha belirtmiş ve toplumsal gelişmeyi destekleyerek daha geniş bir özgürlük içinde daha iyi yaşama koşulları oluşturmaya karar verdikleriniaçıklamış olmalarına,

Üye devletlerin, BM kuruluşu ile işbirliği halinde insan haklarına ve temel özgürlüklerine bütün dünyada gerçekten saygı gösterilmesinin sağlanmasını üstlenmiş olmalarına,

Bu hak ve özgürlükler konusunda ortak bir anlayış oluşturmanın, sözü edilen yükümlülüğün tam olarak yerine getirilmesi bakımından son derece önemli bulunmasına göre,

Toplumun bütün bireyleri ile kuruluşlarının bu bildiriyi her zaman gözönünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası tedbirlerle  gerek üye devletler ve gerek onların yönetimleri altındaki ülkeler halkları arasında sözü edilen hak ve özgürlüklerin evrensel ölçüde ve etkin olarak tanınıp uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri  amacıyla halklar ve uluslar için erişilecek ortak ülküleri belirleyen bu insan hakları evrensel bildirisini ilan eder.

Günümüzde insan hakları adı altında ele alınan konunun temel bilgi ve kavramlarını İnsan hakları bildirgesi ve batı düşünürlerin görüşleri oluşturur. Bu düşünce sahibi kişiler, insan haklarını daha çok insanlığın din dışı görüş alanı ile ilgili bulup onu bağımsız bir şekilde ve dinden ayrı tutarak ele alıyorlar ve eğer her hangi bir tezatlık onda bulunursa, onu din çerçevesinde değil ilmi ve uygulama alanında bulunan kriterlerden faydalanarak halletmeye çalışırlar.

Ancak tarihi seyir içinde insan hakları tartışmalarının büyük payını ilahi dinlere vermek gerekir. Çünkü ilahi dinler her zaman güçlü gasıp ve insan haklarını ayaklayan zalimler döneminde zuhur etmiştir. Bu nedenle kuşkusuz insanlığın keramet, insan kimliği, özgürlük ve eşitlik gibi yüce insani kavramlar ilahi peygamberlerin öğreti ve tealimlerinde kök bulmuş ve dinler insan haklarının gelişmesi için büyük katkısı olmuştur.