Aralık 09, 2016 13:34 Europe/Istanbul

Direniş ekonomisinin başlangıç noktası, tüketim modelinin düzeltilmesi için bir siyaset koymaktır.

Tüketim yönetimi hem dini ve ahlaki inançlara dayalıdır, hem de bir sosyal ve ekonomik gereksinim olarak gündeme getirilebilir, özellikle, kriz ve ekonomik ambargo şartları altında daha fazla dikkate alınması gerekiyor.

Değerli dinleyiciler, "Direniş ekonomisi, İslami kalkınma ve ilerleme modeli" sohbetimizin bir yenisi ile sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Hatırlayacağınız üzere geçtiğimiz bölümde, direniş ekonomisinde kültür, eğitim ve terbiyenin ekonomi politikalarının yanında önemli ve kilit rol ifa ettiğini söylemiştik.

Direniş ekonomisi, asil dini ve ahlaki değerleri toplumda yerleştirmek suretiyle canlı ve dinamik bir ekonomiyi sağlamaya ve İslam'ın ideal toplumunun tahakkuku için zemin hazırlamaya çalışıyor.

Başka bir deyişle, direniş ekonomisi İslam toplumu başta olmak üzere toplumlarda ilerleme ve kalkınmanın önünü ancak İslam ideolojisi ve tevhidi dünya görüşünden kaynaklanan ekonomik faaliyetlerle ilgili kültür ve değerlerin toplumda yerleşmesi halinde açıp, işe yarayabilir.

Bu şartlarda, toplumun her bir ferdinin kendi üzerine düşenlerini yapması ve ekonomik alanda faaliyet yapmaları gerekiyor, sıradan insanlardan yetkililere kadar herkes, kendi üzerine düşeni  kendi gücü ölçüsünde yerine getirmeleri şarttır.

Direniş ekonomisi, bir taraftan İslam değerlerini yayıp, yerleştirmeye çalışırken, diğer yandan da, tüketimcilik ve israf gibi uygun olman kültürlerle mücadele veriyor. Bu yüzden, direniş ekonomisinde, akidevi ve ahlaki değerler ve kültür, ekonomi politikalarının uygulanması zemini sayılıyor.

Direniş ekonomisinin başlangıç noktası, tüketim modelinin düzeltilmesi için siyaset koymaktır. Tüketim, insanın doğal ve içgüdüsel ihtiyaçlarının karşılanması için alternatifsiz yöntemlerden biri görülebilir, bu olmadan, insanların maddi ve manevi hayatı, düzensiz ve perişan olacak.

Ekonomik açıdan tüketim, oldukça önemlidir öyleki, ekonomistler, üretim ve dağıtımın nihayi hedefinin tüketim olduğu gibi, onun üzerinde etkili faktörlerden olduğunu bildirmiştir. Buna göre, ekonomistler, "tüketici egemenliği" diye bir ilkeden söz etmişlerdir.Yani, üretim ve kaynakların nasıl üretilip, dağıtılmasına tüketici şekil veriyor.Örneğin, savaşın yaşandığı bir toplumda, bütün önceliklerin savaş ve savunmaya verildiğinde, üretim ve dağıtım da savaş rotasında yer alır.

Böylece, tüketimin üretim ve dağıtıma bağlı olduğu gibi, üretim ve dağıtım da tüketime bağlıdır ve üretimin nasıl yapılacağını konusunda önemli bir araç sayılır.

Tüketim, üretime yön verir ve bu iki birbirinin yanında, yatırımın yönünü belirliyor. Ancak, bazen tüketim doğal kalıbından çıkabilir, insanın hizmetinde bir hayati olgu olmaktan çıkarak, araç, hedef haline gelir ve insanın bütün maddi ve manevi gücü, doğru tüketimle gelişimini tamamlayıp en zirveye varmak yerine tüketimzedelikle, çöküşe yüz tutar. İşte burada, kültür ve dini inançların  tüketicinin davranışı üzerindeki rolü anlaşılır.

İslam öğretilerinden, doğru tüketim yönetimi için çok sayıda hüküm ifade edilmiştir. İsraf eden toplum hiç bir zaman başarılı olamayacağı gibi sürekli maddi ve kültürel yoksulluk tehdidine maruz kalır. Kur'an'ı Kerim’in israftan kaçınmaya vurgu yapması ile konunun önemini ortaya koyuyor. İslam dininde insanların refahına yeteri kadar özen gösterilmiş ve bazı rivayetlerde ailenin refahını arttırmak için çalışmanın ibadet sayıldığı vurgulanmıştır. Bunun yanında bu semavi din insanları Allah’tan ve ahiretten gafil edecek her türlü tüketimden men eder. Direniş ekonomisinde etkili olan etkenlerden biri ise tüketimde aşırı hırs ve aşırı talepten uzak durmaktır, çünkü tüketimde hırs, sanal talebi arttırır ve sonuçta arz talep dengesini bozarak enflasyona yol açar. İmam Ali –sa– hırs ve tamahkarlığın akıbetinin sonu hakkında şöyle buyurur: Dünyaya yönelik hırslı olan insan, yok olmaya mahkumdur. Genelde ekonomide dengeyi bozan etkenler zaruri olmayan tüketimlerdir. İşte bu yüzden İslam kültüründe eğer insan sırf gösteriş için tüketirse, tenkit edilir. Bu çerçevede İslam öğretilerinde sağlıklı direniş ekonomisinin gerçekleşmesi için üzerinde durulan bir başka ilke, kanaattir. Emirülmümin Ali –sa– insanların refahını temin eden en sağlıklı ekonomi ve geçim modeli, kanaat ilkesine dayanan ekonomi olduğunu beyan ederek şöyle buyurur: en güzel yaşam, kanaatle beraber olan yaşamdır. O hazret kanaatin gerçek manasını da şöyle tanımlıyor: Kim yeterli miktarla yetinirse, yaşamında huzur ve düzene kavuşur ve işlerinde açılış zemini hazırlanır ve refah içinde yaşar. Demek ki kanaat, yeterli miktarda tüketmektir. Örneğin beslenme biliminde bir insanın vücuduna gerekli olan kalori miktarı, bellidir ve insan vücudu fazla olan kaloriyi atar veya başka yerde yağ şeklinde depolar, ancak bu yağlar bazen kanda yağ ve şeker değerlerinin artması gibi hastalıklara yol açar.

Evet, tüketimde aşırıya kaçmanın çeşitli sıkıntılara yol açtığı anlaşılır. Biraz önce belirtildiği üzere kanaat, her şeyi gerektiği kadar tüketmektir. Eğer insan yaşamını bu ilkeye göre düzenler ve her şeyin tüketirken yeterli olma ilkesine uyarsa, hem bireysel yaşamında bir düzene kavuşur ve huzurlu ve mutlu yaşar, hem başkalarına hacet eli uzatmaktan kurtulur. İmam Sadık –sa– bu meseleyi şöyle beyan ediyor: Herkes kendine bakmalı ve ihtiyacı olan ölçüde tüketmelidir. Çünkü herkesin bu ölçüsü başkasından farklıdır. O zaman kendisi için yararlı olan miktara göre tüketmelidir. Vücudu sağlıklı tutam şey israf değil, malı yok eden ve vücuda zarar veren şeylerde israf etmektir. İmam Sadık –sa– ayrıca israfın işaretleri konusunda da şöyle diyor: şanında olmayan şeyleri almak, şanında olmayan şeyleri giymek ve şanında olmayan şeyleri yemek. Ayet ve rivayetlerde ise kanaat ve yeterli miktarda tüketmekten huzurlu yaşamın önemli ilkeleri şeklinde söz edilir. İmam Ali –sa– tüketimde aşırıya kaçmak ve insanların ürün ve hizmetleri tüketmekte hırslı davranmanın zararları konusunda şöyle buyuruyor: Hırslı insan iki özellikten mahrum kalırken, iki özelliğe de kavuşur. İlkin kanaat etmekten mahrumdur ve sonuçta huzuru kaçar. İkincisi Allah’ın takdirine razım olmaktan mahrumdur ki sonuçta Allah’a olan yakinden mahrum kalır.

Bir başka ifade ile tüketimde hırs, insanın huzurunu kaçırdığı gibi, psikolojik bakımdan da Allah’ın sunduğu rızkın teminatı bakımından da insani kuşkuya düşürür. O zaman tüketimde hırsın etki alanı sadece maddi alanlarla sınırlı değildir ve aynı zamanda manevi açıdan da bireyi olumsuz etkiler ve sağlıklı ve dengeli bir insan olmaktan çıkarır dengesiz ve hasta yapar. Hırs aslında insanla iki yumuşak ve sert savaş alanlarında karşısına çıkan bir düşmandır ve insanı tehdit eder. Bu yüzden İmam Ali hırstan şiddetle mücadele edilmesi gereken bir düşman şeklinde söz eder ve şöyle buyurur: Hırstan kanaat yaparak intikam alın, kısasla düşmandan intikam aldığınız gibi. İçinde kanaat ruhu geliştirilen ve bu onura nail olan bir toplum, başkalarından bağımsız olur ve hiç kimseye hacet eli uzatmaz ve kendi sorunlarını kendi çözer. Böylece direniş ekonomisi şekillenir ve bu toplum başkalarının baskı ve yaptırımları karşısında dize gelmez ve kendi ayağı üzerinde durmayı başarır. Başta tüketim olmak üzere bir toplumun çeşitli iktisadi erkanlarını etkileyen önemli ilkelerden biri, mal ve servet biriktirmekten kaçınmak ve mal ve gelir dağılımını doğru biçimde yönetmektir.

Yüce Allah Tevbe suresinin 34 ve 35. Ayetlerinde mal ve servet biriktirmeyi şiddetle men ediyor ve bunun ilahi azaba yol açacağını buyuruyor. Mal ve sermaye biriktirmek ve üretim alanına yatırmamak ülkenin ekonomik gelişmesini ve büyümesini olumsuz etkiler. Bu yüzden direniş ekonomisinde serveti üretime yatırmak, İslamî toplumun öncelikli ihtiyaçlarından biri sayılır. Dolasıyla tüketici gelir ve sermayesi durgun hale gelmez ve bunu şer’i ilkelere göre üretime yatırması gerekir. Bu durumda servetler durgun olmaktan kurtulduğu gibi çeşitli ekonomik kurumların faaliyeti ile gelişir. Lüks yaşama özenmek de doğru tüketim modeli yolunda ciddi engellerden biridir. Lüks yaşama özen göstermek, ateşe odun atmak gibidir ve sonucu ekonomi ve üretimi gelişmekten alıkoymaktan başka bir şey değildir. Kur'an'ı Kerim doğru tüketme kültürünü geliştirmek için gerekli olan kültürü yaratmak ve Müslümanları lüks yaşam tuzağına düşmekten kurtarmak için müslümanlara gözlerini eşraf ve zenginlerin malına dikmemelerini, çünkü bundan etkilenerek onlar da gereksiz lüks yaşam hevesine sürüklenebileceğini buyurur. Bu bağlamda Taha suresinin 131. Ayetinde şöyle okumaktayız: Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.

Günümüzde lüks yaşam ve moda özentisi temeli üzerine inşa edilen toplumlarda güçlü ekonomisi olmayan aileler daha kendilerini idare etmekten acizdir, çünkü dünyaperest insan asla doymaz ve dünyevi zevkler de son bulmaz. Bu tür toplumlarda maddi refaha aşırı düşkünlük yüzünden direniş ekonomisi asla uygulanamaz. Özetle direniş ekonomisinde tüketimi yönetmekten önce insanların ve toplumun sosyal ve iktisadi tavırları ve inançlarını değiştirmek ve bunun için gerekli olan kültürü oluşturmak gerekir. Bu ise ancak cihadi bir hareket ve halk kitlelerini bilinçlendirmek ve seferber etmekle mümkündür. Nitekim İslam inkılabı rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei bu konuda şöyle buyurur: Tüketimi yönetme meselesi, direniş ekonomisinin temel erkanlarından biridir, yani tüketimde dengeli olmak ve israftan kaçınmak. Bunu hem devlet erkanları, hem halk kitleleri, hem aileler göz önündü bulundurmalı ve bu, gerçekten bir cihattır. Bugün israftan kaçınmak, tüketimde dengeli olmaya özen göstermek, hiç kuşkusuz düşman karşısında cihadi bir harekettir ve insan bu cihadın Allah tarafından mükafatlandırılacağını söyleyebilir.