Aralık 23, 2016 04:21 Europe/Istanbul

Geçen bölümde rönesans hareketinin ne kadar batı halkının düşüncelerinde büyük gelişmelere yol açtığı meselesini masaya yatırdık ve dedik ki Fransa toplumu ABD'de özgürlükçü görüşlerin oluşması için zemin hazırladı.

18. Yüzyılda Amerika'nın büyüme ve zihinsel gelişimi ardından bu ülkenin 13 kolonisi birleşip beraberlik sayesinde özgürlük ve bağımsızlık yolunda adım atmaya başladılar.           

4 Temmuz 1776 tarihinde Boston eyaletindeki genel kongre 13 koloniyi temsilen gerçekleştirdiği İngiliz sultacılığına karşı toplantısında  oybirliği ile bağımsızlık bildirgesini onaylamayı başardı. Bu bildirge uyarınca koloni ülkeler kendi aralarında birleşerek İngiltere ile ilişkilerini kesmeye karar verip böylece insani menzilete ve demokrasiye karşı kendi duygu ve isteklerini göstermiş olacaklar.

Bağımsızlık bildirgesi sırf beşeriyetin inkar edilemez hukukunu ve insani topluluğuna layık görüldüğü eşitlik, yaşam hakkı, özgürlük ve mutluluğu arama peşindedir. Ancak  bu hakların sağlanması için sömürgecilikten kurtulmak esas şartlardan birini oluşturuyordu. Amerika'nın Bağımsızlık bildirgesi ilk 12 eyaletin ve daha sonra ABD'nin diğer eyaletlerinin anayasa kanunlarının ilham kaynağına dönüşmüştür.

Fransa 18.yüzyılda kibarlar, din adamları ve üçüncü sınıf insanlar başta olmak üzere sınıfsal ayrımlara sahne olan bir ülkeydi. Bu ülkede birinci ve ikinci sınıfta bulunan azınlıklar, tüm saraylar ve muhteşem binalar başta olmak üzere Fransa topraklarının yarısından fazla bir yüzölçümünü ellerinde bulundurup çeşitli imtiyazlardan yararlanıyorlardı. işçiler, çiftçiler, köylüler ve yoksul rahiplerden oluşan toplumun büyük bölümü ise bu sınıfın sulta ve istismarı altında hayatlarını sürdürüyorlardı.

Böyle kötü bir durumda özgürlükçü görüşlerin kraliyet isitibdadı ve zenginlere karşı baş göstermiş olması, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri üzerinden devrim zeminini de hazırladı. Fransa'da  aşağılayıcı bir tutum sergileyen Saltanat düzeyi ile sınıfsal sistemin terk edilmesi barışçıl yolla mümkün değildi. Bu arada felsefi görüşler etkisinde aydınlanan bazı avukatlar, tabipler, bankacılar ve yazarlar kalkışma ve devrimi istibdad ile mücadelenin tek yolu olarak görüyorlardı. Genel olarak Fransa'da alt sınıf toplumunun bilinçlenmesi ve zenginlerin bu ülkede istismar ve zulümlerinin artması sonucunda devrimin zemini de hızla oluşmaya başladı.

Böyle kritik bir dönemde 175 yıl askıya alınan sınıfsal meclisin yeniden işe başlaması 16. Luii tarafından onaylandı. Bu meclisin 661 milletvekili toplumun üçüncü sınıfından, 326 milletvekili din adamlarından ve 326 milletvekili ise zenginlerin sınıfından oluşuyordu. Yeni bir düşünce ve fikri gelişime şahit olan toplumun üçüncü sınıf milletvekilleri aydınların görüşlerinden etkilenip mecliste bir araya gelerek mutluluğun tüm sosyal için sağlanması ve sadece belli bir grubun elinde bulunmaması gerektiğine vurgu yaptılar.

Bir takım merhalelerin geçişi ardından 17 Haziran 1789 tarihinde toplumun üçüncü sınıf milletvekilleri 490 oyla milli meclisin kurulmasını önerip iki gün sonra dini kesim de onlara katıldı. 23 Haziran'da 16. Luii milli meclisin fesh edilme fermanını verdi, ancak bu konu meclis milletvekillerinin ve din adamlarının muhalefetleri ile karşılaşıp kendi yasal işlerine mecliste devam edeceklerini bildirmelerine neden oldu. Daha sonra  milletvekilerinin dokunulmazlığı da gündeme gelip nihayet 27 Haziran'da kral meclisin birleşmesi konusunu mecburen kabul etmek zorunda kalıp aynı yılın 9 Temmuz ayında Milli meclis, ''Kurucular Meclisi'' adı altında faaliyetlerini sürdürdü.

Söz konusu meclis 4 Ağustos tarihinde saltanat sistemine karşı kendi kurucularının tekliflerini üstün tutarak kraliyet sistemi ve sınıfsal ayrımlara son verdi. Kurucular meclisi Fransa'nın insan hakları bildirgesini hazırlama ve onaylama görevini üstlendi ve 1789 yılının 4 ve 11 Ağustos tarihlerindeki toplantılarında  bildirgenin tasarısının hazırlanması için özel bir komisyonu görevlendirdi. Bu Tasarı Abi Siyes tarafından hazırlanıp özel komisyonun da onayı alındıktan sonra bir takım değişikliklerle insan hakları metninin temeli 26 Ağustos 1789 yılında kurucular meclisinin onayından geçti.

Daha sonra Fransa anayasasının mukaddimesi olarak kabul edilen Fransa yurttaş ve insan hakları bildirisi, insan hakları bağlamında kanun karşısında ifade ve düşünce özgürlüğünün eşitliği ve beraberliği konusuna vurgu yapan ilk tarihi kanıtlardan biridir. Bu senede göre kişilerin kuralsız bir şekilde suçlanıp tutuklanmaları yasaktır. Ayrıca yurttaş ve insan hakları bildirisi vergiler, devlet kurumları , kamu maliyesi ve mülkiyet hakkı gibi konuları içerir.

Mutlak saltanatın çökmesi ve milli hakimiyetin istikrarı ile Fransa'nın ilk anayasası 3 eylül 1791 tarihinde milli meclisin onayını kazandı ve bu kanunun mukaddimesi bölümünde kişilerin doğal haklarına dikkat çekildi ve insan hakları bildirisi Fransa anayasasının başında yer aldı.24 Haziran 1793 anayasasında 1 ila 35. maddeler Fransa yurttaş ve insan hakları bildirisi ile ilgili çeşitli kanunları içeriyordu. Fransa beşinci cumhuriyet anayasasının mukaddimesine göre bildiride yer alan ilkeler yasal bir değer taşıyor.Bu arada bir çok kanunun söz konusu ilkelere uymadığı takdirde reddedilme ihtimali var ve bu iş anayasa şurasının nezareti altında yapılmalıdır. Birinci insan hakları bildirisinin onaylanmasından 20.yüzyılın ortalarına dek bir çok ülkenin anayasası bu usul çerçevesinde tedvin edilip miladi 1948 yılında BM genel kurulunun onayından geçmiştir. daha sonra  insan hakları küresel bildirisi bu bildirinin tamamlayıcı nüshasını oluşturdu.

İnsan hakları meselesi ikinci dünya savaşından önce uluslararası camianın siyasi gündeminde oturmadı.çünkü insan hakları bir hükümetin kendi sınırları içinde vatandaşları ile nasıl davrandığı anlamına geldiği ve tamamen iç siyasi bir konu olduğu için diğer ülkeler bunun ilkelerine karışmaktan çekindiler.

20.yüzyıl ve özellikle birinci ve ikinci dünya savaşlarının maceracı dönemi ve ardından gelen politik tartışmalar, uluslararası düzeyde ve ülkeler içinde  insan haklarının kaderi konusunda bayağı etki bıraktı. Bu asırda Avrupa, tartışmalı düşüncelerin mirasçısı oldu ki onda bir taraftan kişisel özgünlüğü ile toplum özgünlüğü karşı karşıya geldi, diğer yandan da geleneksel otoriter zihniyeti ortak siyasi ve hukuki düşünceleri kullanarak Nazism, Faşizm ve Marksizm gibi otoriter nizamların tesis ve istikrarına yol açtı.

İkinci dünya  savaşında Almanlar tarafından milyonlarca suçsuz sivilin organize edilmiş katliamları ardından, insan haklarından etkin savunmanın uluslararası gelişim ve barışa kavuşmanın temel şartlarından olduğu görüşü ortaya çıktı.Nitekim bu genel inancın oluşması defalarca çeşitli bildiri ve beyannameler biçiminde yansımıştır.

ABD başkanı Franklin Roosvelt Ocak 1941'de kongereye hitaben bir mesajında dörtlü özgürlüklerden söz etti. Aynı yılın Ağustos ayında İngiltere başbakanı Winiston Churchil ile Roosvelt ortak bildiri çerçevesinde Atlantik tüzüğünü tedvin edip barış ve huzurun sağlanması ardından, dünya halkı her türlü endişe ve korkudan uzak bir ortamda yaşasın diye bu tüzükte bulunan siyasetlerin uygulanması gündeme geldi. Bu kavramlar dört yıl sonra BM tüzüğünde yer alması gereken temaları da içermiş oldu.

26 Haziran 1945 tarihinde BM tüzüğü Sanfransisko'da imzalandı ve aynı yılın 24 Ekim tarihinde yürürlüğe girmesi gerektiği tesbit edildi. Söz konusu bu tüzüğe göre BM, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması için yapılan eylemlerin organize merkezi olarak tanındı ve dostluk ilişkilerinin gelişmesi ve insan haklarına saygı amacıyla kuruldu. BM'nin birinci genel kurulu 51 üye ile 10 Ocak 1946 tarihinde Londra'da düzenlendi. Ondan sonra insanlığın haysiyeti ve onurunu korumak için insan hakları küresel bildirisi BM'nin genel kurulu tarafından bir mukaddime ve 30 madde ile 10 Aralık 1948 tarihinde 56 üyenin 48 olumlu ve 8 çekimser oyu ile onaylandı.