Aralık 23, 2016 10:31 Europe/Istanbul

Amerika’da yetkililer bu ülkede düzenlenen seçimleri demokratik bir süreç gibi göstermeye çalışırken, seçimlerle ilgili sıkı yasalar pratikte dini ve etnik azınlıkları ve yoksul kesimleri oy kullanma hakkından nerdeyse mahrum bıraktığı gözleniyor.

Bu yasalar Amerika’da sosyal adaleti baltalıyor ve Amerikalı politikacıların sürekli iddia ettiği demokratik ilkeleri çiğneyerek yok ediyor.

Gerçi son haftalarda Amerika’da seçim kampanyaları adayların sansasyonel açıklamaları ve kopardıkları gürüntülerle iyice ısınmıştı, ama sonunda ve yaklaşık iki süren sıkı bir rekabetin ardından Amerika halkı bu rekabetlerde ülkelerinin 45. Başkanı olmak isteyen demokrat Hillary Clinton ve cumhuriyetçi Donald Trump arasında 8 Kasım seçimlerinde yaptığı seçimle Trump’ı beyaz saraya yolladı.

Bu seçimlerde yayımlanan verilere göre 218 milyon 959 seçmen oy kullanma hakkına sahip olduğu belirtildi, ancak bu sayıdan sadece 146 milyon 311 seçmen oy kullanmak üzere kayıt yaptırdı. Bunun anlamı ise Amerika’da başkanlık seçimlerine 72 milyon 650 bin seçmenin katılmadığı gerçeğidir. Nitekim eğer Amerika’da her zaman olduğu gibi katılım oranı %60 ila %65 arasında olduğunu varsayacak olursak, yaklaşık 120 ila 130 milyon seçmen Amerika’nın yeni başkanını seçmiş oldu.

Bundan başka Amerika’da yapılan anketlerin sonuçları, 2016 yılında başkanlık için adaylığını koyan demokrat ve cumhuriyetçi adayların Amerikan seçim tarihinin en menfur adayları olduğunu ortaya koydu.

Gerçekte seçimler her ülkede halkın siyaset ve hakimiyet durumlarına katılım simgesi sayılır ve yine demokratik nizamların en temel erkanlarından biridir. nitekim bir nizamın demokratik olduğunu söylemek, halkın siyaset ve hakimiyet işlerine katılmaksızın anlamsızdır. Gerçekte hükümetin yetkililerini seçme hakkı kendi kaderimizi belirleme hakkını güvence altına almanın en bariz bileşenidir. Bir başka ifade ile seçme hakkı kendi kaderini belirleme hakkıdır. Buna göre insanlar isteklerini ve ihtiyaçlarını gözetleyen insanlara oy vererek kendi kaderini belirlemiş olur. Bu yüzden oy hakkı toplumun tüm bireyleri arasında eşit bir hak olarak gözetilmesi gerekir.

Evrensel insan hakları bildirgesinin birinci maddesinde oy hakkı şöye açıklanıyor:

Her insan kendi ülkesinin hükümetine ister doğrudan veya ister hür bir şekilde seçilen temsilcileri aracılığı ile katılma hakkında sahiptir.

Aynı bildirgenin ücüncü maddesinde de şöyle deniliyor: halkın iradesi hükümetin gücü temelini oluşturmalıdır. Bu irade ise dönemsel ve sağlıklı seçimlerin üzerinden sergilenmeli ve herkesin eşit oy hakkı ile gizli oylama veya özgür oylama yöntemleri ile gerçekleşmesi gerekir.

Dolaysıyla oy hakkı insanın hürriyeti ve bağımsızlığı ile ilgili olup demokratik bir toplumun olmazsa olmaz şartlarından biridir. nitekim oy hakkı ile insanların sorumlu olduğu anlaşılır, zira onlar kendilerince şayeste buldukları insanları bilinçli olarak seçmiştir.

Ancak Amerika’da düzenlenen bu son sçimde üzerinde durulması gereken nokta, vatandaşların büyük bir bölümünün oy hakkından mahrum bırakılmasıdır. Raporlara göre Amerika’da seçim kampanyalarında milyarlarca dolar para harcanmasına karşın 6 milyon Amerikalı vatandaş oy hakkından mahrum bırakılmıştır. Gerçekte Amerika’da ortalama her 40 kişiden bir kişi herhangi bir suçu işlemek ve bir yıldan fazla hapis yatmak gibi durumlardan ötürü başkanlık seçimlerinde oy kullanma hakkından mahrum bırakıldı. Çünkü Amerika’da 12 eyalette hapse atılan ama şimdi serbest olan insanların oy hakkı daimi olarak ellerinden alınmaktadır.

Gerçi bazı ülkelerde sabıkalı olmak insanı siyasi bazı faaliyetlere katılmaktan mahrum bırakır, fakat Amerika’da önemli olan nokta, seçimlerde oy kullanmaktan mahrum kalan insanların büyük bölümünün renkli derili vatandaşlardan oluşmasıdır. Bunun anlamı ise Amerikan toplumunda yoğun bir kitle sırf ırkçılık ve ayrımcılık yüzünden hapse atıldıkları ve bu yüzden ülkelerinin yönetimine katılımdan mahrum bırakıldıklarıdır.

Amerika’nın dört eyaletinde her beş Afrika kökenli Amerikalı vatandaştan biri sabıkalı olduğu için oy kullanma hakkından mahrumdu. Örneğin bir tek Florida eyaletinde 1.5 milyon insan vergi ödemek zorunda oldukları halde oy kullanamıyordu. Bu bağlamda BM insan hakları konseyinin raporu ve Amerika’da Afrika ve İspanya kökenli vatandaşların oy hakkı ile ilgili eleştirisi düşündürücüdür. Raporda 2010 yılına kadar 5 milyon 850 bin Amerikalı vatandaşın mahkumiyet yüzünden oy hakkından mahrum bırakıldığı ve iki milyon Afrika kökenli vatandaşın da kimlik sorunu yüzünden oy hakkını kullanma konusunda kısıtlamalarla karşılaştığı ve bazıları da esasen bu haktan mahrum bırakıldığı belirtiliyor.

Amerika’da oy hakkından mahrum kalanlar sadece suç işleyen vatandaşlar değildir ve sayıları yarım milyondan fazla olan evsiz barksız vatandaşlar da başkanlık seçimlerinde oy kullanmak için kayıt yaptıramadı. Bundan başka Amerika’da kimlik kartı olmayan vatandaşlar da oy kullanma hakkı yoktur. bu yıl Amerika’da düzenlenen başkanlık seçimlerinde 50 eyaletten 33’ünde seçmenlerin fotoğraflı kimlik kartı bulundurma şartı uygulandı. Ancak yapılan tahminlere göre Amerika’da her on seçmenden en az biri böyle bir kartı yoktur ki bu da yine Amerika seçimlerinde seçmenler listesinden bir başke kesimin silinmesi denektir.

Amerika’da araştırmalar bu ülkede yaşayan Afrika kökenli azınlıklar başta olmak üzere bir çok azınlığı bu tür yasaların yüzünden oy kullanma ve diğer haklarından mahrum kaldığını gösteriyor. Yine Amerika’nın sultası altında bulunan Porto Rico, Goam, Kuzey Mariana adaları, Virjin adaları ve Samoa adalarından yaşayan yaklaşık 4 milyon vatandaş da Amerika’nın seçimlerinde oy kullanamıyor. Oysa bu adalarda yaşayan insanların %98 kadar dini ve etnik azınlıklardan oluşuyor. Bu insanlar Amerika toprakları sayılan bu alanlarda yaşıyor fakat bu ülkenin vatandaşlığından mahrum bırakılıyor.

Amerika’da yetkililer bu ülkede düzenlenen seçimleri demokratik bir süreç gibi göstermeye çalışırken, seçimlerle ilgili sıkı yasalar pratikte dini ve etnik azınlıkları ve yoksul kesimleri oy kullanma hakkından nerdeyse mahrum bıraktığı gözleniyor. Bu yasalar Amerika’da sosyal adaleti baltalıyor ve Amerikalı politikacıların sürekli iddia ettiği demokratik ilkeleri çiğneyerek yok ediyor.

Öte yandan Amerika’da seçim sistemi de üzerinde durulması gereken tartışmalardan biridir, öyle ki bir çokları bu sistemin demokratik olmadığına inanıyor.

Amerika’da başkanlık seçimleri sistemi, Kolej Elektral sistemine dayanıyor. Bu sistem diğer demokratik sistemlere kıyasla çok farklıdır ve Amerika’da başkanın iki aşamada belirlenmesiyle sonuçlanır. Gerçekte Amerika’da başkanlık seçimlerinin iki aşamalı olması ve her eyalette elektral heyetlerin varlığının seçimleri kazanan tarafın demokrat veya cumhuriyetçi oluşunu belerlemesi Amerika’da seçim sürecinin çok karmaşık olduğunu gösteriyor. Bu süreçte Amerika’da çeşitli partilerden onlarca aday eşit olmayan şartlarda rekabet ediyor ve genellikle demokrat veya cumhuriyetçi adaylar bu rekabetten zaferle çıkıyor.

Amerika’da bir çok ülkede başkanın halkın doğrudan oyları ile seçilmesinin aksine bu ülkenin Başkanı siyahi partilerin temsilcilerinin oyları ile belli oluyor. Elektral seçim sistemi bu ülkede başkanlık seçimlerine tamamen “sıfır - bir” gözüyle bakıyor, yani Başkan ya demokrat veya cumhuriyetçi olmalı ve başka hiç bir partiden olmamalıdır. Amerikan halkı seçim sandıklarının başına gidiyor ve gözetlediği adaya oy veriyor, fakat bu oylar Başkanı belirlemiyor ve bunun yerine her eyalette zafer kazanan partinin adayı o eyaletin elektral oy sayısına göre bazı temsilcileri Başkanı seçmek üzere belirliyor. Sonuçta  halkın zafer kazanmayan adaya verdikleri tüm oylar da zafer kazanan adayın hesabına yazılıyor. Her halükarda elektral sistemi bir çok zayıf ve eksik yönü bulunan bir sistemdir. Oysa Amerikan halkı hangi aday daha fazla oy kazandıysa Başkan olması gerektiğini savunuyor. Çünkü doğrudan seçim demokrasi ilkelerine daha yakındır, fakat kolej elektral sistemi böyle değildir.

Amerika’da seçim kampanyalarında harcanan paralar ve TV kanalları tüm adaylara bedava propaganda hakkı tanımaması da bu seçimlere sermaye çevrelerine bağlı olmayan veya kendisinden sermayesi bulunmayanların Amerika’nın karar mekanizmalarında yer almalarını engelliyor. Aslında seçim kampanyalarının bedeli ağır olduğundan hiç bir aday herhangi bir güç ve sermaye merkezine bağlı olmadığı takdirde bu seçimlere katılamıyor. Buna göre Amerika’nın yasaları ancak sermaye çevrelerine bağlı olan adayların seçimlere katılmasına imkan tanıyacak şekilde düzenlenmiştir.

Amerika’da başkanlık seçim kampanyaları için milyonlarca dolar gerekiyor. Üstelik medya da bu seçimlerin üzerinde mutlak sultası bulunuyor. Amerika’da demokrasi ve seçim demek, para ve dolar demektir. Bu yüzden halktan olan adayların bu seçimleri kazanması imkansızdır. Bu sürece bir de siyonist lobilerin nüfuzunu ve Amerika’da bir çok önemli medya organını kontrol etmelerini de eklemek gerekir.