Ağustos 27, 2017 17:26 Europe/Istanbul

İslamofobi ve İslam düşmanlığı, batı ülkelerinde kurumsallaşmaya başlayan bir süreç haline gelmiştir.

Eğer batılı yetkililer arada bir İslam'ın barış, sevgi ve dostluk dini olduğunu söyleseler ve tekfirci ve terörist grupların eylemlerinin hatem-ul enbia hz. Muhammed –saa- öğretileri ile alakası olmadığını söyleseler de pratikte tekfirci ve terörist grupları destekleme doğrultusunda adım atarak siyaset izlemişlerdir.Aslında tekfirci ve terörist grupların mahiyetini ve adalet ve barış yanlısı İslam dini ile ilişkisini itiraf etmeleri, terörist ve aşırıcı grupları destekleme sorumluluğundan kurtulma politikasıdır. İngiltere başbakanı bayan Theresa May, ister başbakan ve ister içişleri bakanı olarak, defalarca tekfirci ve terörist IŞİD'in mahiyetine değinmiştir. Muhafazakar başbakan Theresa May, bundan 3 yıl önce ve İngiliz insan hakları aktivisti David Haines'in acı ölümü nedeni ile düzenlenen anma merasiminde yaptığı konuşmada, “Onlar kendilerine İslami hükümet adı veriyorlar, fakat bırakın sizlere gerçeği söyleyeyim; onlar ne hükümetler ne de İslami, bu nefret dolu ideolojinin, gerçek İslam ile hiçbir ilişkisi yoktur.” Dedi. 

May’in sözleri batılı siyaset adamlarının İslam’ın barış yanlısı ve adalet talep öğretilerini çok iyi bildiklerini, bu bilgiye rağmen tekfirci ve terör akımları ve bu akımları yaymaya çalışan hükümetleri destelediğini gösteriyor. Theresa May o konuşmada, kendisinin Kur'an-ı Kerim’i iyi bildiğini gösteren önemli diğer bazı noktalara da değindi. Eğer birisi bu konuşmayı yapanın kim olduğunu bilmese, Müslüman bir alimin konuştuğunu zannedebilir. May şöyle diyor:Kur’an, “Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi tanıyasınız” diyor. Kur’an “dinde hiçbir zorunluluk yok” diyor. Öyle ise izin verin bu salondan, aşırıcıların aramızda asla tefrika oluşturamayacakları mesajını duyuralım. Bırakın, İslam’ın barış dini olduğu ve bizim düşmanlarımızın ideolojisi ile hiçbir ilişkisi olmadığı mesajı buradan dışarı çıksın. Ve izin verin İngiliz Müslümanlarla omuz omuza duralım; onlar ki toplanarak şöyle diyorlar “benim adıma değil”. Biz bu ideolojiyi yenmek için elimizden geleni yapmalıyız ve genç İngiliz Müslümanların aşırıcı olmalarını engellemeliyiz. 

Batılı siyasetçilerin İslam dini mahiyetini çok iyi bildikleri halde, pratikte islamofobi ve İslam düşmanlığını ve reklamını engellemek veya hatta azaltma yönünde hiçbir adım atmadılar. Bunun tam tersi her terör olayı ardından İslam düşmanlığı, Müslümanlara, dini mekanlara ve cami ve mescit gibi Müslümanların toplandığı mekanlara saldırı dalgası yoğunlaştı. Britanya son aylarda Londra ve Manchester kentinde birkaç saldırıya sahne oldu. Olaylarda toplam 35 kişi hayatını kaybetti. Teröristlerin 4. ve 5. saldırılarının kurbanı ise camiden çıkmakta olan Müslümanlardı. İngiltere  basınından Independent gazetesi bu bağlamda yayınladığı son makalesinde şöyle yazdı: 

İslamofobi ile ilgili ırkçı veya mezhep ayrımcılığına dayalı suçlar, Britanya halkının AB’den ayrılma referandumu ardından görülmemiş bir şekilde arttı. Britanya polisinden edinilen bilgiye göre, bu ülkede nefrete dayalı suçlar, Brexit’ten geçen 11 ayda %23 oranında arttı, hatta İngiltere ve Galler’de bu oran %50’nin üstündedir.

İndependent’in raporuna göre bazı İslami kurumlar, Müslümanlara karşı nefretin arttığını, nisan ayından sonra toplu taşıma araçlarıyla Müslümanlara saldırı, batılı büyük ticari firmalarca işten çıkartmalar, öğrencilerin namaz kılmasını engellemek gibi Müslümanlara karşı saldırı ile ilgili 23 şikayetin yapıldığını belirttiler. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de Müslümanlara karşı ırkçı ve ayırımcı davranışlar oranında artış yaşandı. Bu artışın indekslerinden biri, ırkçı, İslam düşmanı, aşırı sağ eğilimlerin artmasıdır. Fakat batı ülkelerinin hiç biri İslamofobi ve İslam düşmanlığını azaltma bağlamında her hangi bir girişimde bulunmuyorlar. Onlar terörizmi, en önemli ve büyük güvenlik tehditlerinden biri olarak tanıtırken, pratikte izledikleri politikalarda terörizm ve aşırıcılığı yaymaya çalışıyorlar.

İngiltere hükümeti Amerika’nın yanında tekfirci ve terörist akımları güçlendirmek ve yaymakta öncü ülkelerden biridir. Suriye ve Irak’ta ordu ve gönüllü güçler son aylarda IŞİD’i geri püskürtmekte büyük başarılar kazandılar. Fakat tüm uzmanlar IŞİD’in yolun sonuna daha gelmediği kanaatindeler. Zira IŞİD’in mali ve fikri kaynakları faaliyete devam ettiği müddetçe, tekfirci ve terörist akımlar ve grupların tehlikesi tüm dünyayı tehdit etmeye devam edecektir. Tekfirci ve terörist akımların tehdidinin devam etemsi, batıda İslamofobi ve İslam düşmanlığının devam etmesi demektir. Zira tekfirci ve terörist gruplar, adalete ve barışa dayalı öğretileri olan İslam’ın çehresini tahrip etme ortamını oluşturarak, bunu başarıyorlar.

Şimdi sorulması gereken soru, batılı ülkelerin İslam düşmanı tekfirci ve terörist gruplara fikri açıdan nasıl yardım etmesidir.

Hamburg’da düzenlenen G20 zirvesinde gündeme gelen konuların biri, başta IŞİD olmak üzere tekfirci ve terörist grupların mali destek yollarını kapatmaktı. Katılımcı ülkelerin yaklaşık tümü, bu arada Suudi Arabistan, bu konuya destek verdiler. İşin gülünç tarafı da işte budur. Tekfirci ve terörist grupların mali ve düşünce ve fikri destek kaynağının hangi ülke olduğunu batıda bilmeyen yoktur. İngitere’de tekfirci grupların mali ve fikri destek kaynakları hakkında iki ayrı araştırma yapılmıştır. Bunlardan biri temmuz ayının ilk haftasında yayınlandı ve ikincisinin yayınlanması ise başbakan Theresa May tarafından engellendi.

İngiltere’de tekfirci ve terörist grupların mali kaynakları ile ilgili yayınlanan rapor, Henry Jackson düşünce evi tarafından gerçekleşti. Henry Jackson araştırma kurumu, ingiltere’de İslam adı ile faaliyet yapan aşırıcı gruplara en fazla desteği sağlayan ülke olarak, Suudi Arabistan’dan söz etti.

Yapılan araştırma Suudi Arabistan’ın son 50 yılda en az 76 milyar Euro harcadığını ortaya koydu.

Frankfurt İslam Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Susanne Schroeder, araştırma kurumu Jackson raporu hakkında yaptığı açıklamada, bu rakamların kendisini asla şaşırtmadığını belirterek, Arabistan'ın vahabilik ideolojisini ihraç etmeye çalıştığının belli olduğunu söyledi. Bayan Schroeder Suudi Arabistan'ın sadece para harcamakla yetinmediğini, ilgililere reklam kaynakları da sağladığını belirtti.

Arabistan bazı kişileri gözlemledikten sonra onlara cami, kültür ve eğitim merkezi gibi mekanlar kurmalarını ve inşa etmelerini istiyor. Bu merkezler hazırlandıktan sonra vahabi düşüncesini yaymaya çalışıyor.

Alman araştırmacı İslam inkılabının zaferi ardından vahabiliğin ihraç hızının arttığını belirtiyor. İran inkılabının Arabistan'ı şiddetle sarstığını söyleyen bayan Schroeder böylece Arabistan'a baskıların da arttığını belirtti. Frankfurt İslam Dünyası Araştırma Merkezi Başkanına göre Suudi Arabistan böylece Asya, Afrika ve Avrupa'nın bazı bölgelerinde bağlantılarının işbirliği ile vahabilik ideolojisini yaymaya başladı.

Vahabi ve tekfirci grupların fikri ve mali kaynakları ile ilgili ikinci araştırma ise eski başbakan David Cameron'un isteği ile gerçekleşti, fakat sonuçları May'in döneminde hazırlandı. Bu araştırmada da Suudi Arabistan, tekfirci ve terörist gruplara, ilk sıradan destek sağlayan ülke olarak belirlendi.

İngiltere hükümeti söz konusu raporların yayınlanması ile Londra ve Al-ı Suud yöneticileri arasındaki stratejik ilişkiler düzeyini olumsuz yönde etkileyebileceği ihtimali ile yayınlanmasını engelledi. Başta Amerika ve İngiltere olmak üzere batı hükümetlerinin Al-ı Suud ile geniş siyasi, askeri ve ekonomik bağları, terörist ve tekfiri gruplara karşı batılı ülkelerin pozlarını ciddiye almamak gerektiğini gösteriyor. Tekfirci ve terörist grupların düşüncesi ile kökten mücadele etmek gerekir, zira güvenlik sırf güvenlik önlemler ve istihbarat ile sağlanamaz. Fakat görünüşe göre mevcut kanıtlar, batılı hükümetlerin terörist grupların mali kaynaklarını kapatmak istemediği gibi hatta İslam düşmanlığı akımı ve tekfirci ve terörist grupları güçlendirmeye bile çalıştığını gösteriyor.