Aralık 23, 2016 10:41 Europe/Istanbul

Amerikan toplumu son iki asırda tamamen ırkçı bir eğilim üzerine şekillendi, öyle ke beyaz saray sözcüğünün başkanın kaldığı bina için seçilmesi de Amerika’nın siyasi camiasını inşa eden kişilerin ırkçı düşüncelerinin doruk noktasını yansıtıyordu.

Son iki asırda Amerika’da beyazların 10 milyon kadar kızılderiliyi katletmesi de bu ülkede tamamen ırkçı ve kendini üstün gören bir anlayışın hakim olduğunu ve bu düşünce her geçen gün daha da kurumsallaştığını gösteriyor.

Son haftalarda Amerika’da yine beyaz polis siyahi sanık oyunu sahnelendi ve yine bu kez Luisiana eyaletinde beyaz polis siyahi sanığı ateş açarak vurdu. Bu olaydan kısa bir süre sonra ve 1700 km uzakta Mine Suta eyaletinin Batonroj kentinde benzer bir  olay daha yaşandı ve bir başka Amerikalı siyahi vatandaş, aracını stop lambası bozuk olduğu gerekçesiyle durdurulan beyaz polis tarafından vurularak öldürüldü. Bu gelişmeler bir kez daha Amerika’da polis şiddetine karşı tepkilere tetikledi ve 7 Temmuz gününde Mine Suta ve Luisiana eyaletlerinde öldürülen iki siyahi vatandaş için Dallas kentinde düzenlenen protesto eylemi sırasında Afganistan’da görev yapan Amerikalı eski askeri Mika Janson, protesto eyleminde düzeni sağlamakla görevli olan polislere ateş açtı, olayda beş polis öldürüldü.

Amerika’da yaşanan son silahlı olay sırasında dini ve etnik azınlıklar hedef alındığından hiç kuşkusuz bu olaylar Amerika’da ırk ve ırkçılık sorununu bir kez daha ortaya koydu. Gerçekte Amerikan polis teşkilatı ve yargı kurumunda siyahilere ve renkli derililere yönelik kurumsallaşan ayrımcılık ve ırkçılık meseleleri, Amerika’da polis gücünün azınlıklara karşı nefretini ve bu toplumda suç olaylarına karşı farklı yaklaşımlar sergilediğini gündeme getirdi.

Amerika’da ayrımcılık aslında 17. Yüzyıllarda bu ülkede uygulanan kölelik düzenine dayanıyor. O yıllardan günümüze dek Amerika’da siyahlar ve diğer renkli derililer türlü şekillerde türlü kısıtlamalar ve mahrumiyetlerle karşı karşıyadır ve en ilkel insan hakları çiğnenmektedir.

1968 yılında ve Amerika’da ırkçılık ve renkli derililerin bastırılması ve ezilmeleri doruk noktasında seyrettiği bir sırada Amerikalı siyahi medeni aktivist ve bu ülkede medeni hareketin lideri Martin Luterking ateşli konuşmaları ve düzenlediği barışçıl protesto eylemleri ile Amerika’da ırkçılığa karşı kıyam etti ve sonunda suikaste uğrayarak öldürüldü. Luterking’in en ünlü konuşması “Bir rüyam var” başlıklı konuşmasıydı.

Gerçi Amerikalı yetkililer daha sonra Martin Luterking’in aydınlatıcı eylemlerini kendilerine mal etmek için her yıl Ocak ayının üçüncü Pazartesi gününü onun adıyla adlandırdı ve o tarihten beri Amerika’da bugün resmi tatil ilan edildi, fakat renkli derili vatandaşlar hala Luterking’in Amerika’da ırkçılığa son verme hayali için mücadelelerini sürdürüyor.

Amerika’da yapılan en yeni araştırma, cari yılın ilk yarısında 491 kişinin Amerikan polisi tarafından vurularak öldürüldüğünü, bu rakam bir önceki yılın aynı dönemine oranla 26 kişi daha fazla olduğunu ortaya koydu. Amerika’da yayımlanan Washington Post gazetesinde sonuçları yayımlanan araştırmalara göre ise cari yılda daha çok sayıda polis subayı da halk tarafından öldürüldüğünü ve yine daha çok sayıda polis subayı zanlılara haksız yere ateş açma suçundan yargılandığını gösteriyor. Bu rapora göre siyahiler beyazlara kıyasla 2.5 kat daha fazla polis tarafından hedef alındığı anlaşılıyor. Yine öldürülenlerin %10’undan daha azı silahlı olduğu ve dörtte biri de psikolojik rahatsızlığı olan insanlar olduğu belirtildi.

En dakik raporlara göre Amerika’da her 28 saatte bir siyahi Amerikan polisi tarafından vurularak öldürülüyor, ki bu da dünya genelinde siyahilerin katliamı ile ilgili en yüksek rakamı oluşturuyor.

Öte yandan Amerika’da siyahi katliamı ve ırkçılık konusu bu kez BM genel sekreteri Ban Ki Moon’u bile isyan ettirdiği anlaşılıyor. BM genel sekreteri Moon bir açıklama yaparak Luisiana ve Mine Suta eyaletlerinde iki siyahi vatandaşın polis tarafından vurgularak öldürülmesine işaretle Amerika yönetiminden bu ülkede ırkçılık ve ayrımcılık meselesi ile ilgilenmesini ve ırkçılık ve ayrımcılık yapanların hakkında yasal süreç başlatılmasını istedi. Moon, bu tür şiddet olayları asla haklı gösterilemeyeceğini ve Amerikan yönetimi Ferguson, Missuri, Newyork, Baltimore ve Şikago gibi kentlerde beyaz polisleri siyahilere yönelik cinayetleri ve özellikle son iki cinayetin doğurduğu acılardan ve siyahilerin polis teşkilatını poretesto etmeye başlamasından sorumlu olduğunu vurguladı.

BM genel sekreteri Ban Ki Moon’dan başka, BM Afrika kökenli insanların üzerinde çalışan uzman heyeti Başkanı Rikardo Songa da BM resmi sitesinde bir bildiri yayımlayarak şu ifadelere yer verdi: BM Afrika kökenli insanların üzerinde çalışan uzman heyetin çalışma grubu, Amerikan polisinin Afrika kökenli iki Amerikalı vatandaşı öldürmesinden şiddetle öfkelendiğini ve bu girişimi şiddetle kınadığını belirtmek istiyor. İki siyahi vatandaşın Mine Suta ve Luisiana eyaletlerinde polis subayları tarafından öldürülmesi gözardı edilebilecek bir durum değildir. Biz derhal bağımsız soruşturma başlatılmasını ve suçluların yargılanarak cezlandırılmalarından emin olmak istiyoruz.

BM’ye bağlı söz konusu çalışma grubu ayrıca Amerika’da Afrika kökenli Amerikalı vatandaşlara yönelik polis teşkilatının orantısız güç kullanması bu ülkede sıradan bir meseleyi dönüştüğünü, Amerika’da siyahi vatandaşların hedef alınma ihtimali beyazlara kıyasla iki kat fazla olduğunu vurguladı. Gerçekte bu tür katliamlar Amerika’da şiddetli ırkçılık ve ayrımcılık uygulandığını gösteriyor. Nitekim Amerika devleti tüm vatandaşlarına aynı gözle bakmıyor ve eşit hakları tanımıyor.

Amerikalı siyahilerin öfkesini ve bu ülkenin yargı kurumuna güvensizliğini körükleyen bir başka etken, siyahi vatandaşları katleden beyaz polislerin genellikle mahkemelerde delil yetersizliği yüzünden beraat etmeleridir. Amerika’nın Teksas eyaletinde Şubat 2015’de düzenlenen mahkemenin jüri heyeti bir kez daha silahsız bir siyahi genci öldüren beyaz polisi delil yetersizliği yüzünden aklayarak beraatine karar verdi. Jüri heyeti 26 yaşındaki siyahi genci katleden beyaz polis Castro’yu suçsuz bulduğuna karar verdi. Beyaz polis Castro geçen Ocak ayında mağazaların vitrinini seyreden Afrika kökenli Amerikalı siyahi genç Jordon Baker’i silahla vurarak öldürmüştü.

Amerikalı beyaz polis Castro hakkında verilen bu karar, bir süre önce benzer cinayeti işleyen iki polis hakkında verilen beraat kararının ardından Amerikan halkı ve insan hakları aktivistlerinin öfkesine yol açtı. Bundan önce 18 yaşındaki siyahi genç Michael Brown’un ölümünden sorumlu olan beyaz polis Varon Wilson ve Newyork’ta Erik Garner’in boğulmasına sebebiyet veren beyaz polis Danial Pantaleo mahkeme duruşmalarında beraat etmişti.

BM Afrika kökenli insanların üzerinde çalışan uzman heyetinin çalışma grubu yayımladığı bildiride şu ifadelere yer verdi:

Bu sorunun kökleri, bu tür katliamları işleyen polislerin onca belge ve kanıt ve hatta video kayıtlarına rağmen beraat etmelerine uzanır. Şimdi artık Amerika yönetimi büyük bir ciddiyetle siyahi vatandaşların hayatına önem verdiğini ve gelecekte her türlü benzer cinayeti önlemek milli önceliği olacağını ilan etme zamanı gelmiştir.

Amerika’nın ilk renkli derili Başkanı Barack Obama, başkanlık seçim kampanyaları sırasında defalarca Martin Luterking’in Amerika’da ırkçılığa son verme hayalini takdirle karşıladığını ileri sürdü ve seçim kampanyalarında Luterking’in posterlerinden yararlandı. Obama Başkan seçildiği takdirde Amerika’da renkli derili vatandaşların insan hakları durumunu iyileştireceği vadinde bulundu, fakat Obama’nın 8 yıllık başkanlığı sırasında yaşanan olaylar, siyahi başkanın pratikte Amerika’da ırkçılığa son verme yönünde hiç bir etkili adım atamadığını ortaya koydu.

Son yıllarda Amerikan polisi hiç bir yasal veya haklı gerekçesi bulunmaksızın başta siyahi vatandaşlar olmak üzere renkli derililerin üzerine ateş açıyor, Amerikan yargısı da bu cinayetlere hiç bir ciddi tepki vermiyor.

Aslında Amerikan toplumu son iki asırda ırkçı söylemlerin üzerinde inşa edilen bir toplumdur ve Beyaz saray sözcüğünün de seçilmesi bu toplumda ırkçı anlayışının ne durumda olduğunu ortaya koymaktadır. Son iki asırda Amerika’da beyazların 10 milyon kadar kızılderiliyi katletmesi de bu ülkede tamamen ırkçı ve kendini üstün gören bir anlayışın hakim olduğunu ve bu düşünce her geçen gün daha da kurumsallaştığını gösteriyor.

Amerika’da renkli derili vatandaşların durumu incelendiğinde bu ülkenin çok tehlikeli bir sosyal fay hattı üzerinde yer aldığı ve bu fay hattı Amerika’nın uyumsuz toplumunu yeni bir ayrışma savaşına sevk edebileceğini gösteriyor.

Amerika’da ırkçılığın en belirgin simgesi Beyaz saray tabiridir, çünkü Amerikalı elitler bu binaya siyahilerin asla girme hakkına sahip olamayacağını düşünüyordu.

Amerika’da siyahilerin ırkçılık karşıtı geniş çaplı protesto eylemleri ise bu şom anlayışa yönelik ilk ciddi tepki sayılıyor ve gelecekte daha da şiddetle karışarak devam edeceği anlaşılıyor. Aslında son iki asırda Amerika’da sürekli siyahileri katletme meselesine karşı bir dizi muhalefetler sergilendi, ancak son protesto eylemleri siyasi boyut kazandı. gerçi Amerika devleti başta siyahi vatandaşlar olmak üzere renkli derili vatandaşlara ırkçılık karşıtı bir teşekkül kurmalarına izin vermedi, fakat sanal ortamın siyahileri bu yönde yapılanmalarına fırsat sağladığı anlaşılıyor.