Şubat 17, 2017 18:54 Europe/Istanbul

Geçen bölümde insanoğlunun insan haklarının belirlenmesi için uygun bir kaynak olmadığının altını çizdik ve dedik ki insan haklarının belirlenmesinde her şeyden önce insanı tanıma ve onun varlık alemiyle olan özel ilişkisini anlamak gerekir.

Ancak kim insanoğlunu bütün grift boyutlarıyla tanıdığını iddia edebilir? Bu arada dikkate şayan bir diğer husus  insanların unutkanlık ve cehaletten uzak olmadıkları gerçeğinin göze çarpmasıdır. Ayrıca nefsâni istek ve hevesler de beşeriyetin bilgin insanları önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Bilgin ve hukukçu kesimden hangileri tüm insanların coğrafi ve kültürel özelliklerine bakmadan onların çıkarlarını koruyacak genel bir kural çıkarabilir? Değerli dostlar anılan sorunların hiç biri ilâhi yasa ve kuralları ilgilendirmez bu yüzden biz de bugünkü sohbetimizde delil ve kanıtlarla bu iddiayı isbatlamaya çalışacağız.

insan haklarının belirlenip tedvin edilmesi için kullanılacak en uygun kaynak Yüce Allah'tır. Çünkü Allah'ın bilgisi üzerinde cehaletin yeri yoktur. Nitekim Kuran- ı Krim de Saba suresinin 3. ayeti kerimesinde Allah'ın ilmi konusunda şöyle buyruyor: ''Yer yüzünde ve göklerde hiç bir şey ondan saklı değildir.'' Diğer yandan ise Allah'ın ilmi ve bilimi çerçevesinde unutmak gibi sıfatların da yer almadığı önemli bir gerçektir ve Allah'ın bir şeyi unutması veya ona karşı cahil olması kesinlikle imkansız bir meseledir. Bu hususta da Kuran-ı kerim'de Meryem suresinin 64. ayeti şerifinde şöyle okumaktayız:'' Senin Allah'ın hiç bir şeyi unutmaz.''

Öte yandan kin ve sevgi duygularına kapılmak da Allah'ı ilgilendirmeyecek diğer bir özelliktir. İnsana hayat bağışlayıp onun yaratıcısı olan Allah her insanın çıkarlarının nerde olduğunu daha iyi bilir. Böylece  Allah kuralların çıkarılıp yasalaşmasında ve hukukî ceza ile ödüllerin hangi sınır ve çerçevede olursa olsun tayin etmeyi hak eder.

İlahî dinlerin görüşüne göre tüm insanlar birbirlerinin yanında dostluk ve barış içinde yaşamlarını sürdürebilirler. Buradan hareketle toplum fertleri arasında ortak ve kalıcı bir yönün bulunduğu anlaşılır. İşte bu yön ile beşeriyetin mutluluğu sağlanır ve gerçek refahı temin edilir. Kuran-ı Kerim bu ortak yönün ismini ruh olarak adlandırır ve onun ilâhi fıtrata sahip olduğunu anlatır. 

Şimdi  Acaba  fıtrat  batı bilgin ve düşünürlerin insan hakları temellerini tanımladığı doğa ve tabiat mıdır?, sorusu ortaya çıkabilir. Bunun cevabını şöyle izah etmek gerekir ki biz tüm şey ve varlıkların çeşitli özellikleri itibarı ile zâti özellikler tanımlıyoruz. Örneğin insan su ve toprağın bir cisim ve madde olduğunun farkındaydı ancak bunların her birisinde başkasında bulunmayan özel bir özelliğin farkına da varmış oldu. O zaman mecburen her cismin özünde özel bir özelliğin var olması ve onun başkasından farklı kılınmasının asıl sebebinin ismi doğa veya tabiat olarak tanımlandı. Doğa sözcüğünü bitkiler, hayvanlar ve insanlar üzerinde de kullanırız çünkü cansız varlıklar ile ortak bir benzerlik söz konusudur.

Image Caption

İnsanlar zâti ve doğal özelliklerinin yanısıra fıtrata da sahip bulunuyorlar.Fıtrat batı düşünürlerin görüşlerinde kaybolan kavramdır ancak ilahi dinler ona karşı çok özen gösterirler. Fıtrat insanın kemale erme ve harektliliğinin asıl kaynağıdır. Fıtri eğilim ve yeteneklerin çiçeklenişi ancak onların yolunda bulunan engellerin giderilmesi ile gerçekleşir. Örneğin bir bebek doğar doğmaz bilinçsiz olduğu halde kendi içinde insan olma yeteneğine sahip olduğu için yetiştirilecek fıtri eğilimleri kendisinde bulunduruyor. Bu eğilimlerin sonuca varması ve çiçeklenişi eğitim,terbiye ve bir çok çabaların yapılmasını gerektirir. İnsan bir tohum gibi saadet ve kemale varmak için bazı aşamalardan geçmesi gerekir. Fıtrat insanın ruhundan kaynaklanıp doğasının bir parçasıdır. Başka bir ifade ile ruh insanın doğasında fıtratın kabını oluştırmaktadır.

İnsanlar arasında ortak bir gerçek olan Fıtrat, Kuran-ı kerim açısından 3 özelliği vardır.Birincisi sadece Allah'ı isteyip talep etmesi, ikincisi şu ki tüm insanlara bağışlanan bir nimettir ve üçüncü özelliği ise her türlü değişiklik ve dönüşüm karşısında sabit bir konumu vardır. Rum suresinin 30. Ayeti kerimesinde konuyla ilgili şöyle okumaktayız:

''İlahi Fıtrata uygun davran ki Allah insanları onun üzerinde yaratmıştır.Allaın'ın yaratılışı değişmeyendir.

Şimdi burdan hareketle tüm insanlar arasında ortak bir temel olarak kabul edilecek ilahi Fıtrat,aydın bir gerçektir. Bu yüzden insan haklarının belirlenmesi ve tedvininde bundan başka bir kaynağa dayanmak da yanlış olur. Bu gerçeğin kabullendiği zaman insan haklarını belirleyen Allah'ın yarattığı fıtrat, bir varlık olarak tanındığı da, gün yüzüne çıkmış olur.

Image Caption

Sohbetimizin burasına kadar  Kuran-ı Kerim'in tüm insanlar arasında fıtratı ortak bir özellik olarak belirlediğini anlatmaya çalıştık Ancak Vahiy fıtrattan daha değerli ve üstün olduğu için Kuran -ı kerim tüm ilahi peygamberlere kendilerinden her hangi bir kural çıkarmamaları ve vahiy kaynağına tabi tutulmaları emrini veriyor. İşte peygamberler hakkında durum buysa diğer elit ve bilgin insanlar ile ilgili durum bellidir. İslam peygamberi Hz. Muhammed -sa- tüm doğal muhibetlerden yararlandığı ve vahyin temel kaynağı ile irtibatta olduğuna rağmen yine halk için yasa koyma hakkı yoktu. Kuran'da Kıyamet suresinde peygamber efendimize hitaben şöyle deniliyor: ''Vahiy ezberlemek için dilini acele kıpırdatma.Şüphesiz onu kalbinde toplamak ve sana okutturmak bize aittir.'' Kuran-ı Kerimin bu ifadeleri peygamberin vahiy almadan konuşmaması gerektiği anlamını taşıyor. Nitekim İslam peygamberi Hz Muhammed -sa- de aynı  yöntemle davranıyordu.Kuran-ı kerim Necm suresinde o hazreti şöyle vasf ediyor:'' O kendi istek ve arzularına göre konuşmaz. O söyledikleri ancak vahiy olunmakta olan vahiydir.''

İnsan haklarında yasama hakkı bir tek yüce Allah'a aittir. Çünkü insan kendi varlığı ile sıkı ilişkilerde bulunur bu ilişki sadece insanın yaratılışı ile sınırlı olmayıp yaratılışından sonra da her daim bu ilişkiler ekseninde yaşar. Bu nedenle insan kendi tekâmül yolunu ilerletmek için Allah ile ilişkide olmaya muhtaçtır ve kendisi tek başına bu yolda ilerleyemez. Netice itibari ile bu olgunlaşma ve tekâmül yolunda bir adım olarak bilinen insan haklarının belirlenmesi de varlık aleminin kaynağı tarafından yapılmalıdır. İnsan haklarının belirlenmesinde ilk adım onun ihtiyaçlarını tanımaktır. Bu ihtiyaçların tanınması insan hayatının çeşitli boyutlarında bilgi elde etmeyi gerektirir. Kuşkusuz bir tek Allah söz konusu boyutları bilir. Allah'ın bilimi şimdiki zaman ile sınırlı değildir insanın geçmişi ve geleceği de yüce Allah'ın bilgisi dahilindedir.Allah insanı yaratmış ve herkesten daha iyi onun özelliklerini tanır.Bu yüzden bir tek Allah insan haklarının belirlenmesini yapar.

Hukukun felsefe bölümünde tevhidî dünya görüşü özel bir düzene sahiptir. Bu fikri düzen esasında sadece Allah mükemmel bir varlık olup her türlü sorundan uzak tanınır. Hakkı belirleyen mutlak hak sadece O'dur. Konuyla ilgili Kuran-ı kerim A'li İmran suresinde şöyle buyurur: '' Hak senin Rabbindendir.''  Diğer yandan her birisi bir takım sorunları içinde bulunduran tüm Kaainat, bu mutlak varlığın denetimi altında bulunuyorlar.