Şubat 26, 2017 15:20 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde çeşitli sebeplerle İnsan haklarının belirlenmesinin bir tek yüce Allah'a ait olduğu ve düşünür ve bilgin insanların düşüncesinin tüm insanlar için insan haklarını belirlemede yetersiz kaldığını isbatlamaya çalıştık.

insan, insan haklarının konusunu oluşturduğu nedeniyle bugünkü sohbetimizde islam'ın ilâhi düşüncesinde insanoğlunun konumuna bakmak istiyoruz.Bu mevzuatın gündeme gelmesi insan haklarının itikadi temellerini belirleyip batı insan haklarındaki bulunan farklılıkları ortaya koyduğu açısından önemlidir.

Her insan madde ve görünüme bağlı olan bir doğaya sahip olup aynı zamanda ilâhi ruhtan kaynaklanan bir fıtratı da içinde bulunduruyor. İnsanın tüm fazilet ve iyilikleri fıtratı ve  kötülükleri ise onun doğası ile ilgilidir. Bu iki husus arasında her zaman kalıcı bir savaş söz konusu olmuş ve fıtrat insanın heveslerine galip geldiği takdirde Cihâd-i Ekber olarak adlanır. Bu savaşta fıtratın üstün gelmesiyle tüm melekler insanın önünde  secdeye otururlar ve doğanın bu savaşta yenmesi insanı hayvanlardan bile daha düşük bir konuma sevk ettirir.

Kurân-ı kerim müfessiri ve değerli filozof Allame Tabatabai insanın doğasına dikkat çekerek  insanın zaten uygar ve düzenli olmadığı, râm olmamış ve itaatten kaçınan  bir mahluk olduğuna inanır. Bu alim ayrıca uygarlığın zorla insana kabul ettirilmesine ve insanın hayvanî özelliğinde bulunmayı tercih ediyor olmasının da altını çiziyor.Allame Tabatabai'ye göre  Herkes belirli bir sınır çerçevesinde mütecaviz sayılır ve diğer insanların bunu gördükleri için kurallar düzenleyerek bu tecavüzü sınırlar içinde kontrol etmeye çalıştığını ifade ediyor.Bu sebepten dolayı insan eğer kanunun hükmetmesini istiyora, bu genel tecavüzü düzen içine sokmak istediğinden kaynaklanır.

İnsanın doğasından öteye onun ruhu gelişim ve yücelmeye hazırdır.Kurân-ı  kerim Asra suresinin 70. ayeti kerimesinde şöyle buyruyor:

Biz Ademoğullarını şan ve şeref sahibi kıldık. Onları kırda ve denizde taşıdık, temiz besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.

İnsanın kerâmeti onun varlık açısından ne kadar hakiki bir özelliğe sahip olduğu gerçeğini anlatır. Başka bir deyişle insanın kerâmeti dünyada tüm mahluklar arasında onun yüce ve üstün bir konuma sahip olduğunu anlatır. Bu nedenle Yüce Allah Sad suresinin 75. ayeti kerimesinde İblise hitaben şöyle buyuruyor:

İki elimle yarattığımın önünde niçin secde etmedin?

Bu ayeti şerifeden anlaşıldığı üzere insanın yüce Allah'ın iki eliyle yaratılmış olması insanın değerli bir inci olduğunun göstergesidir. İşte bu kerâmetin nedeniyle  tüm ahlakî ve hukukî öğretiler de bu teori ilkesi ile uyuşarak ayarlanmalıdır. İnsanın değerli bir inci ve varlık olduğunu kabullendiğimiz zaman ister istemez özgürlük ve güvenliğin de onun hakkı olduğu ve onun kerâmeti ile uyumlu bir şekilde ele alınması gerektiğini anlıyoruz.

 insan Allah'ı arayan bir varlık olup onun Allah ile ilişkisi fakirlik ve ihtiyaca benziyor. Yüce Allah Fâtır Suresinin 15. ayeti kerimesinde şöyle buyruyor:

Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız

Bu ayetten iki gerçek  belirlenir.ilkin şu ki insan bağımsız bir yapıya sahip değil ve ikincisi ise onun ilişkisi sadece Allah iledir ve diğer bir varlığa bağlı değildir. Bu nedenle her türlü hukukî düzen de bu insanın Allah'ı arayan ruhu ile uyumlu olmalıdır. Kuşkusuz İnsan için özgür varlık mahiyeti tanıyan hukukî tealimler  veya onu Allah'tan başka diğer bir varlığa bağlı olduğunu söyleyen hukukî öğretiler haktan kaynaklanmıyor desek yeridir.

Kuran- ı kerim insanı ebedî ve kalıcı bir varlık olarak tanıtıyor. Bu bağlamda İnşikak suresinin 6.ayeti kerimesinde şöyle okumaktayız:

Ey insan, şüphe yok ki sen, Rabbine ulaşmak için meşakkatler içinde didinir durursun da sonunda ona kavuşursun.

Bu sözün muhatabı bir tek mümin insanlar olmayıp tüm insanları kapsıyor.Çünkü bu ayetten sonra yüce Allah kendi kitabında ''kıyamet gününde sağ elinde bulunan amel karnesi mümindir sol elinde bulunan amel karnesi ise kafirdir'' diye bir tanımlama yapıyor. 

o zaman Kur'an açısından insan ebedî ve kalıcı bir varlıktır ve insanın yaşamı ölümle son bulmuyor. Ölümden sonra insanın ruhu cisimden ayrılarak kalıcı yaşamını likaullah'a dek sürdürür. Bu nedenle insan bu uzun yolda Allah tarafından belirlenen kuralara muhtaçtır.

Kur'an insanı kalıcı bir varlık olarak niteliyor. Bu nedenle dünyanın müdebbiri olan Allah,  insanın yaşam planlarını ebedi hayatının tüm merhalelerinde çizmiş ve yaşamının her bölümünde gelenek ve görenekleri sağlamıştır. İnsanın kişisel ve toplumsal yaşamı ahirette de devam edecektir elbette, ancak ahiret ile dünya arasındaki toplumsal düzen arasında bayağı fark vardır.

Bu farklılığı şöyle izah etmek gerekir ki insan dünyada tek başına tüm ihtiyaçlarını karşılayamaz.Tüm hayvanların aksine insan hiç bir araç elinde bulunmaksızın  dünya yaşamına başlar.Yüce Allah Nisa suresinin 28. ayetinde insanın zaafı hakkında şöyle buyurur: 

Allah sizden (ağır teklifleri ve yükünüzü) hafifletmek ister. (Çünkü) insan zayıf yaratılmıştır.

İşte bu yüzden dünya yaşamında insan kendi ihtiyaçlarını gidermek için başkalarına muhtaçtır ve bu nedenle toplumsal yaşama doğru yönelir ancak ahirette böyle değil.Çünkü ahiret yaşamında rızıkla dolu bir sofra açılmış ve her kes kendi rızkını bulmak için çabalamaya ihtiyacı yoktur. Ahirette herkes dünyada elde ettiği sofranın misafiri olur.

Cennette hiç kimse yaşamını sürdermek için çalışmaya ihtiyacı yoktur.Çünkü her an ne istediğini hazır bulur. Bunun yanısıra cennet, toplumsal yaşam ve bundan kaynaklanan bir neşeye de sahiptir. cennette bir aile fertlerinin bir arada toplanması vasfedilmeyecek  bir mutluluk hissettirir ancak bu kimlik birbirlerinin işlerini yapmak için değil sadece zevk alma amacıyla yaşanır.

Aynı zamanda cehennemde insan her neden  korktuysa kendisine karşı uygulanmak için hazırdır ve şer ile kötülükten doğan bir azap söz konusudur. Cehennemin genel özelliklerinden biri şudur ki her kimsesden nefret eden cahennem ehli onunla birlikte bir arada azaplanır.Meryem suresinin 68. ayeti kerimesinde şöyle okumaktayız:

Rabbine andolsun ki Biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz sonra onları cehennemin etrafında diz üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız.

İslami düşüncede insan haklarının itikadi temellerinden biri insanın dünya ile özel ilişkisi ve onun  Allah'ın nimetlerine karşı sorumluluğudur. Dünya nimetlerinin azalıp çoğalmasında etkili bir rol oynayan insanın iyi ve kötü amelleri  söz konusu islami düşüncenin ana eksenini oluşturmaktadır. İnsan her türlü coğrafi ve iklim şartları altında kendi amelleri ile dünyayı düzenleyip varlık aleminin nimet bolluğunu sağlayabilir.

örneğin Kuran-ı kerim Hicaz bölgesi hakkında şöyle diyor: Coğrafi ve toplumsal şartları açısından iyi bir konumda bulunmayan Hicaz bölgesi Kabe'nin orada bulunması nedeniyle sağlam bir ekonomi ve güvenlikten yararlanmıştır.

Bu hususu dikkate alarak insanın hukukî sorumluluklarını belirlemek için insanın dünya ile ilişkisi ve varlık aleminin nimetleri karşısındaki sorumluluğunu tanımak gerekir.

Demek ki Kuran-i kerim, nimetleri kullanmada doğru yolu seçme ve kurtulmanın işaretini veriyor.Değerli dostlar sohbetimizin burasına kadar Kur'an açısından insanın Keramete sahip olduğu, Allah'ı arayan, kalıcılık özelliğini taşıyan, kişisel ve toplumsal kimliğine sahip olduğu özelliklerini anlatmaya çalıştık.  İnsan için varlık aleminde hidayete erme yolunda tüm imkan ve nimetler sağlanmış ve yüce Allah gönderdiği peygamberleri ve ilâhi kitaplar vasıtası ile bu kuralları insan için açıklamıştır. Nitekim insan Allah yolundan giderek Halifetullah konumuna bile yükselir veya heves yollarını tercih ederek hayvanlardan daha düşük bir konumda kalabilir.