Ağustos 27, 2017 13:17 Europe/Istanbul
  • İslam'da insan hakları 14

Hatırlanacağı üzere geçen bölümde insanların ortak bir huydan yaratıldığını anlatarak insan hakları adı altında ele alınan kavramın tüm insanlar üzerinde aynı olduğu gerçeğini de ispatlamaya çalıştık.

Geçen bölümde ayrıca İslam dininin küresel ailenin tüm fertleri için plan ve mesajları olduğunu anlattık.Günümüz dünyasında vahyin nâzil edilişinden yıllarca geçmesine rağmen islami düşünür ve fakihler zamanın gereksinimlerinden doğan ihtiyaçlara çeşitli alanlarda  akıl ve mantık mûhibeti ile ve fıkhî bilgiler sayesinde Hz. Muhammed'in -sa- sünneti ve mutahhar ehlibeytinin siyerinden hareketle gereken yanıt ve çözümleri bulmuşlardır. Bu bağlamda koordineli bir koleksiyon olan şeriat Allah tarafından  insan için belirtilmiş ve Kuran-ı kerim'de sözü geçmeyen bir konu kalmamıştır.

Batı insan hakları, insan haklarının küresel bildirgesi ve diğer uluslararası belgelerin en önemli sorunu bu belgelerin metinlerinde insan hakları genel felsefi temeller odaklı olması yerine daha çok batı kültüründen doğan bir şey olup, batı dünyasının kültür gelişiminde yetişerek o kültürün bir parçasını oluşturmuştur. Oysa kişilerin haklarının tanımındaki en önemli mesele insandan doğru anlayış ve onun hakkında yapılan doğru tanımdır. İnsan haklarının insanın dünyadaki konumu ve tanım temelleri ile sıkı ilişkisi bulunuyor. Onun için hukuk tüzüğü ve planlarının tedvini felsefi açıdan incelenmesi lazım. Bu konuda batı düşüncesi ile İlâhi düşünce arasında  bazı temel farklılıklar bulunmaktadır.

Batılılaşmış fikirler maddenin varlığından başka hiç bir şeyi resmiyete tanımıyor. Bu bakış tarzında  insan bir fenomendir ve mahiyet kavramına sahip değildir. Başka bir ifade ile bunların epistemolojik tanımlarında insanın doğa üstü özelliklerine bakmadan ve onun İlâhi yaratılışı dikkate alınmadan, maddi bir varlık olarak diğer maddi nesnelerin yanında yer aldığı tespitinden bahsediliyor.

Image Caption

Batı pencerinden bu konuya bakıldığında ontolojinin temeli sadece maddi varlıkta özetleniyor.Onlara göre madde ötesinde yer alan her şey efsane ve hurafeden ibarettir. bu nedenle hukukn değeri sadece onun maddi değerinde anlam buluyor. Oysa islami yaklaşımla ontolojinin çeşitli malzeme ve araçları mevcut bulunup sadece duyu ile deneyime bağlı değildir.Bunların en düşük konumu tecrübe ve deneyimden başlar ve mistik yaşama ve daha yüksek bir konumda vahiy ve peygamberler ve ehlibeytin yaşamına dek sürer.

İslami bakış açısında insan madde ötesi bir varlıktır.Onun için hukukun sadece maddi amaçlara ulaşmak için bir vesile haline gelmemesi lazım. İnsan sahip olduğu kendi dış mahiyeti  ruh ile cisimden oluşup, insanın gerçek kimliği ise hayvanî, insanî ve ilahî özelliğe sahiptir. Bu yüzden insan haklarının söz konusu bu karışık doğa ve üçlü gerçek özelliğe uyması gerekir.Şeriatçı bakışla yüce Allah dünya ve insanın yaratanı olduğu ve insanın konumu ve çıkarlarının farkındadır.Bu nedenle hukukun sağlanması ve insanın kendi haklarına ulaşabilmesi için insanın çıkarlarını kapsayan din isimli bir plan sunmuştur.

Batı anlayışında insanın hakkı insanın kendisi ile başlayıp onunla da son bulur. Hukukî alanlarda insanoğlunun aklından başka hiç bir hakem yoktur. Kişinin hakları mutlak bireyciliğin peşindedir ki bu da hukukun kaynağı, meşruiyeti ve kavramının sırf insana ait olduğu ve ondan öteye geçmediği anlamına geliyor. Başka bir ifade ile insanın hakkı bu bakışta seküler bir hukuktur, Allah ve vahiy ile hiç bir ilişkisi yoktur ve haklar sadece akıl üzerinden değerlendirilir. Oysa islami bakışta insan Allah'a bağlı olan bir varlık ve mahluk olarak tanımlanır ve ondan bağımsız değildir çünkü insan varlığının başlangıç noktası yüce Allah'tır onun için varlığının kökünü görmezden gelmek mümkün değil. Öte yandan insan ilâhi üstünlüğün altında bulunan bir mahluktur ve işlerin yönetilişi onu yaratanın tedbiri altındadır.

Hümanizm düşüncesinin temel ve altyapıları insanın istek,zevk ve dilekleri üzerinde kuruludur ve eğer geçerli bir din de varsa sadece insanların arzu ve istekleri çerçevesinde uyumlu ilerlemesi söz konusudur. Bu yüzden  böyle bir düşüncede insan yüce Allah'ın yerine geçer ve tüm değerlerin ana eksenini oluşturur. Burada hukuk ve kanun diye tanımlanan şey insanın kendi istekleri üzerinde ele alınır ve onun için hümanizmin yolu liberalizme doğru yön değiştirir.

Image Caption

Liberalizm ilkelerine göre hukukta temel ilkeler insanların mutlak özgürlüğü üzerinde kurulur ancak her kişinin ne yapmak istediği istek ve iradesi üzerinden davrandığı takdirde diğer insanlar için hak ihlali ve toplumda kaosun meydana gelmesi için zemin hazırlamış olması kesindir.O zaman sadece diğer insanların haklarına uymak icabı zarureti esasında hareket ederek  her kişinin özgürlüğünün başkasının haklarına zarar vermeyecek bir şekilde ele alınması dikkate alınır.

Değerlin göreliliği üzerinde insanın isteklerinin özgünlük kazanması durumunda ahlaki konularda yapılan en kötü işleri savunmak, insanın doğal ve kutsal haklarını savunmak anlamına geliyor. Örneğin insan haklarını belirleyen şahıslara göre eşcinsellik savunulacak  kutsal bir insan hakkı olarak tanımlanıyor  ancak tesettürlü olmayı bir suç olarak görüyor. Bu yüzden kürtajın yasaklanması konusunda dini öğretiler , cinsel ilişkinin sınırlanması  ve aile ile ahlak bağlamında ele alınan dini hükümleri kadınlara doğru bir haksızlık ve onları yok etme hedefinde bir girişim olarak nitelendiği söyleniyor.

Batı anlayışında hukukun hedefi her kişinin hakkını sadece devlet karşısında savunmaktır.Onlara göre toplum  çıkarları için değil hukuk sadece  kişiye aittir. Ancak İslami bakış açısında hukukun hedefi fert ile toplumun paralel bir şekilde çıkarlarının sağlanması  ve adaletin yürürlükte bulunması sayesinde insan ruhunun maneviyata doğru hareket etmesini sağlamaktır. İslami anlayışta toplum ve insanların özgünlüğü insanlığın yüksek sıfatları sayesinde anlam buluyor.

Batı insan haklarında insana doğru bir liberal varlık olarak tek yönlü bakış  ve özgürlükten olan anlamın sadece liberal bir bakış tarzında ele alınması bu haklara yönelik gelen eleştirilerin en önemlisini oluşturmaktadır.İnsan haklarının kavramına bakarak renk, mezhep ve etnik özelliklerinden öteye insanın kendi zatı ve mahiyetine önem vermesi gerekir. bu yüzden insan haklarının kapsayıcı bir özelliğe sahip olması şarttır. Ancak batı insan haklarında iddia ettiğine rağmen hiç bir zaman kapsayıcı bir özelliği elinde bulunduramamıştır. Çünkü insanın özüne önem vermemiş ve materyalisti bir araç olarak görmüştür. Batılı insanın yaşamı sadece dünyevi yaşam kalıbında değerlendirilir ve onun için bir ahiret tanımlanmıyor.Bu nedenle dünyevi yaşam ve ondan doğan zevklerden başka batı insanı için hiç bir değer tanınmıyor. Oysa tevhidi görüş tarzında insanın yaşamı sadece dünyevi hayatı ile sınırlı değil dünya, ahirete varmak için bir araçtır.

Aslında batı dünyasında insan haklarının oluşma sebepleri sosyal ihtiyaçlar, çeşitli devrimler ve halkın despot yönetimlere karşı isyanlarının sonucudur ve geniş bir anlamda birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra zaruret icabı ortaya çıkan bir meseledir.