Aralık 29, 2017 20:35 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümde batı ve islam düşüncelerinde insan haklarının temel farklılıklarından bahsettik ve dedik ki batı düşüncesinin temelini oluşturan bu farklılıklar, insan hakları evrensel bildirgesinin hazırlanması ve maddelerinin tedvininde her zaman ön planda tutulmuştur.

Söz konusu farklılıklar bazen çeşitli beldelerdeki halkların dini ve felsefi inanç ve kültürleri ile çelişmiştir.Bu nedenle dünyanın bir çok insanı bildirgede gelen tüm maddelerin cihanşümulluğuna itiraz etmiştir.Bilindiği üzere beşeri toplumlar çeşitli kültür, ideoloji ve çevrelere sahip olarak farklı mezhep, hukuk ve ahlak ile yönetiliyor. Bu yüzden insan hakları ve ona ait maddeler tüm insanlık camiasının birlikteliğini oluşturacak seviyede ele alınması gerekir  ayrıca bu bildirgeyi kabul eden milletler için maddelerin pratikte yürürlüğe girmesinin ciddi bir tezat ve ayrımcılık yaratmaması da çok önem arz ediyor. Bu yüzden insan hakları küresel bir hukuk niteliğini taşıyacaksa o zaman her hangi bir kültür ve mezhepten olursa olsun tüm haklar için bir takım hak ve gereklilikler tayin etmelidir.

Günümüz dünyasında tüm devletlerin başında gelecek bir küresel gücün bulunmadığı ve insanlar tek bir devletin vatandaşları sayılmadığı nedeniyle, halkı insan haklarının tüm maddelerine kayıtsız şartsız tâbi tutmak imkansız görünüyor.Bu nedenle insan hakları bildirgesinden ortaya çıkan farklı yorumlamalar ise doğaldır.

Bir toplumda insanlar kanun ve yönetmeliklere uydukları görülüyorsa sebebi şudur ki kanun koyucuların kendileri de o toplumun bir vatandaşı olarak o toplumun gerçek maslahatını isteyen kesim olduğununu herkes  bilincinde ve onlar açısından bundan başka bir hedefin de olması imkansızdır. Öte yandan her toplumun vatandaşları seçimler vasıtası ile kendi vekillerini belirleyip onlara güvenerek kanun çıkarma sorumluluğunu onlara bırakmış olurlar.

Günümüz dünyasında tüm insanların  bütün batılı yetkililerin kanun çıkarma yetkisini kabullendiklerini iddia etmek mümkün değildir. Nitekim tüm kavim ve milletlerin güvenini sağlayacak samimi bir ortam da söz konusu olmamıştır. Şimdi insan hakları maddelerinin daha da iyi anlaşılması için maddeleri tek tek incelemeye çalışarak islam mektebi ve batı düşüncesinde yer alan çeşitli yorumları beyan ediyor ve bu yolla ilâhi düşünce ile batının materiyalist görüşünü anlamaya çalışıyoruz.

En temel hak olarak bilinen yaşama hakkı insanoğlunun asıl sermayesi ve yüce Allah'ın  ona verdiği en büyük değerli hediyedir. Farklı din ve mezheplerde  insana verilen haklar arasında yaşama hakkı diğer hakların kaynağı olarak bilinmiştir. İnsan için verilen her hak ve onun kemâle ermesi insanın hayatı ve yaşamına bağlıdır. Onun için saadet ve kemalin yüce mevkilerine ermek ve İlâhi nimetlerden faydalanmak isteyen herkesin yaşaması lazım.

Yaşama hakkı etrafında iki farklı görüş ve yorum bulunmaktadır. bunlardan bir ilâhi dünya görüşü esası üzerine dayalıdır  ve öteki ise Liberalist bakış açısından konuları ele alıyor. Söz konusu her iki görüş ve bakış açıları İnsan hakları evrensel bildirgesi ve İslami insan hakları bildirgesinde detayları yansıtılmıştır. insan hakları evrensel bildirgesinin 3. maddesi her insanın yaşama, özgürlük ve kişisel güvene sahip olduğunu söylüyor. Ayrıca uluslararası medeni ve siyasi haklar sözleşmesinin 6. maddesinin birici fırkasında şöyle okuyoruz: Yaşama hakkı her insanın kişisel zâti haklarından sayılır. Bu hak kanunun himayesi altında tutulmalıdır ve hiç kimse yaşamından izinsiz mahrum edilemez.

Evet, ifade edildiği üzere  batı insan hakları filozofları açısından  İnsan yaşam hakkına sahiptir ve hiç kimsenin onu bu haktan mahrum etme hakkı yoktur. Bu yüzden idâm hükmü cinayetlerin en önemlisi olarak şiddet içerikli olduğu nedeniyle kınanmış ve yasak sayılmıştır. Öte yandan  yaşamak insanın zati hakkı olduğu için herkesin bu haktan vazgeçip intihar etme tercihi de bulunmaktadır. Bu iki hükmün temelinde liberalizmin ''Öz -Sahiplik'' düşüncesi yer alıyor. Bu görüşe göre her insanın yaşamı kişisel bir varlıktır ve Allah, toplum veya devlete bağlılığı bulunmayıp, her insan bu varlığı ile nasıl davranmakta serbest bırakılmıştır. Ancak ilâhi görüşe göre yüce Allah insanın yaratıcısı olduğu için insanın tüm varlığı da Allah'tan kaynaklanıyor. Hiç kimsenin birbirini veya kendisini öldürmeye hakkı yoktur çünkü yaşam ve hayat ilâhi bir hediyedir. Bu yüzden yaşama hakkı ne zaman diğer insanların ölümü veya toplumda fesat ve düzeni bozma gibi yollarda kullanılıyorsa, alınır.

Kuran-ı kerim'in insan için saydığı ilk hak, yaşama hakkıtır. İslami tanımlamada yaşamak maddi ve manevi olmak üzere iki bölümde ele alınır.Hiç kimsenin başkasının maddi veya manevi hayatını almaya izni yoktur. maddi hayatın alınması öldürmekle gerçekleşir. Kuran-ı kerim açısından doğru bir sebep olmadan bu eylemin gerçekleşmesi, tüm toplumu yok etmekle eşit tutulmuştur.  Yüce Allah Maide Suresinin 32. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.

Manevi hayatın alınması da yanlışlara yönlendirmekle gerçekleşir. Bu nedenle herkes başkalarını yanlış yollara yönlendirirse onların manevi hayatlarını ortadan kaldırmış olur. Manevi hayatın kaybolması saadet ve mutluluk yolunun kaybolması anlamına gelirken insan ruhunun zevalinin olmayacağının da altı hemen çizilmeli. bu nedenle Kuran-ı kerim küfrü manevi hayatın karşısında getiriyor. Buda şu anlama geliyor ki her kimse küfür yolundan giderse saadetini kaybeder ve manevi açıdan ölür. Bu karşılaşma Yasin suresinin 70.ayetinde şöyle anlatılır: (Bu Kur'an) diri olanları uyarıp-korkutmak ve küfredenlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir).

Görüldüğü gibi bu ayeti kerimede kâfir olmayanlar diri olarak adlanmış ve kâfirler yaşamdan yoksun bırakılmışlardır. Kur'an-ı kerim bakışında yaşama hakkı sadece yüce Allah tarafından insana verilmiştir ve Allah'tan başka hiç kimse bu hakkın alınmasına karışamaz. O zaman maddi ve manevi hayatın zevali sadece Allah'ın izni ile gerçekleşen bir mesele.Başka bir ifade ile yaşamak bir hak olmaktan ziyade bir sorumluluktur ve hiç kimse kendi iradesi ile bu sorumluluktan kendisini kurtaramaz.