Al İrfan; İslam dininde şehadet ve şehit - 11
(last modified Fri, 04 Sep 2020 15:27:09 GMT )
Eylül 04, 2020 18:27 Europe/Istanbul

Değerli dostlar, bugünkü sohbetimizde şehadet taleplik kültürü ile şiddet meselesi arasındaki ilişkiyi ele almak ve İslam dini bazı muhaliflerin bu dini kılıç ve şiddet dini olarak tanıtmaya çalışmalarının aksine bu semavi dinin rahmet, kardeşlik, sevgi, şefkat ve barış dini olduğunu ispat etmek istiyoruz; nitekim Kur'an'ı Kerim ayetleri, masum imamların -s- rivayetleri ve İslam tarihi başlı başına bu iddianın ispatıdır.

İslam Peygamberi’nin -s- döneminde gerçekleşen savaşlar genellikle savunma amaçlı ve düşmanların saldırılarını bertaraf etmek ve kumpaslarını boşa çıkarmaya yönelik olmuştur. Allah Resulü -s- özellikle kitap ehli olan kavimlere karşı hoşgörü yolunu izlemiş ve onları koruma altına almıştır. Bu durumun bir örneği o hazretin Medine Yahudileri ile yaptığı anlaşmaydı. Anlaşmanın bir maddesinde “Müslümanlar gerektiği takdirde Yahudileri destekleyecektir” deniliyordu.

İslam Peygamberi -s- Hicaz’da yaşayan Hristiyanlarla bir anlaşma yaparak onları koruma altına aldı ve dini merasimlerini özgürce yapmalarına müsaade etti. Yine Müslümanlar hiç bir zaman başkalarını zora başvurarak İslam’a davet etmedi ve her daim ilahi dinlerin mensupları ile barış ve huzur içinde yaşadı ve dini özgürlüklerine saygı gösterdi. Nitekim Müslümanların bu yönde sergiledikleri anlayış yüzünden bazı Hristiyan tarikatlar başka Hristiyan tarikatların egemenliği altında yaşamaktansa İslam hakimiyeti altında yaşamayı tercih ediyordu.

Evet, İslam Peygamberi -s- kitap ehli olanlar veya müşrikler Müslümanlara karşı herhangi bir ihanette veya saldırıda bulunmadığı müddetçe onlarla savaşa girmezdi. Nitekim Allah teala Kur'an'ı Kerim’in Tevbe suresinin üçüncü ayetinde yükümlülüklerine bağlı kalmayan müşriklerle savaş emri verdikten sonra aynı surenin dördüncü ayetinde peygamberine müşrikler verdikleri söze bağlı kaldıkları sürece onlarla savaşa girmemelerini buyuruyor. Ayetler şöyle buyurmakta:

Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! o kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!

Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.

Yine ilginçtir ki Müslümanların girdiği savaşlar her daim yiğitçe olmuş ve kadınlar, çocuklar, hastalar, yaşlı insanlar, esirler, beslenen hayvanlar, tarlalar, bahçeler ve yerleşim merkezleri her türlü tacizden veya zarardan korunmuştur. Gerçi İslam dini ve insan haklı komplocu düşmana karşı şiddet uygulanmasını caiz biliyor ve hatta İslami toprakların ve zenginliklerin savunulmasına emrediyor, ama yine de İslam tarihinde Allah Resulü’nün hatta güçlü konumda olduğu halde kendisinin ve Müslümanların bu kesin hakkına göz yumduğu ve düşmanlara karşı şefkatli davranarak zulüm ve cinayetlerini bağışladığı örneklere rastlıyoruz.

Güçlü konumdayken düşmanı bağışlamanın bir örneği Müslümanların müşriklere galip geldiği ve Mekke’yi fethettikleri sırada yaşandı. Müşrikler uzun yıllar İslam Peygamberi -s- ve Müslümanları taciz ve eziyet etmiş ve birçok Müslümanı çıkan savaşlarda şehit etmişti ve bu yüzden şimdi Müslümanların onlardan en ağır biçimde intikam almasını bekliyordu. Ancak ne var ki Mekke fethi sırasında müşrikler Resulullah efendimizin -s- rafet ve merhameti ile karşılaştı. Allah Resulü -s- müşriklere misilleme yapılması ve onlardan intikam alınması yerine Müslümanlara bugün hoşgörü ve bağışlama günüdür, diye seslendi. Mekkeli müşrikler şaşkınlık içinde Allah Resulü -s- onların geçmişte işledikleri tüm kötülükleri gözardı ettiğine ve hepsini bağışladığına şahit oldu.

Allah teala Fetih suresinin 29.ayetinde müminlerin ve kendisine inananların hakkında şiddet ve rahmet gibi iki zıt sıfattan söz ederek şöyle buyuruyor:

Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.

Bu ayet Allah Resulü -s- ve arkadaşlarının sıfatlarından söz ederek ilk sıfatlarını kafirlere karşı çetin ve birbirine karşı merhametli davranmaları şeklinde ifade ediyor. bu özellik, insanların birbirine karşı teamül biçiminin yanı sıra İslami toplumların başka toplamlarla ilişkilerine de ışık tutuyor. Bu ayete göre müminler şiddet ve rahmet gibi iki zıt sıfatı bir arada taşıdıklarını ve kafirlere karşı çetin ve birbirine karşı merhametli davrandıklarını vurguluyor.

Bu ayete göre müminler kendi kardeşleri, dostları ve aynı dine inananlara karşı sevgi ve şefkatle davranıyor, fakat düşmanlara karşı en sert ve en çetin biçimde tavır sergiliyor. Gerçekte müminlerin duyguları bu iki sıfatta özetleniyor, fakat aynı zamanda bu iki zıt sıfat birbirini etkilemediği anlaşılıyor; yani müminlerin düşmanlara karşı şiddeti dostlarına karşı şefkatini etkilemiyor ve hak ve adalet yolundan uzaklaşmalarına sebebiyet vermiyor.

Fedakarlık ve şehadet taleplik ruhu ile yetişen insan cahillere karşı da şefkatli davranıyor. Nitekim Allah teala Kur'an'ı Kerim’in Furkan suresinin 63. ayetinde şöyle buyurmakta:

Rahmân'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler).

Evet, hakiki mümin hatta çirkin sözler sarf eden ve kötü davranışlarda bulunan canilere karşı bile barışçıl davranıyor.

Bundan başka, tarihin de şahitlik ettiği üzere Ehl-i Beyt -s- fertleri şehadet taleplik ruhu ve cihat ve şehadet aşkına karşın en sıkı ve en acımasız düşmanlarına karşı tepkide rahmet ve şefkatli davranışları ile onları utandırmıştır. Örneğin İslam Peygamberi -s- Mekke fethi sırasında sergilediği tavır veya İmam Ali’nin -s- Cemel, Saffeyn ve Nehrivan savaşlarında düşmanlarını hidayete erdirme çabası veya İmam Hüseyin’in -s- Kerbela çölünde gerçekleşen savaş sırasında ve birçok arkadaşı düşman askerleri tarafından şehit düşmesine rağmen onları gittikleri yanlış yoldan kurtarma çabası bu iddianın en somut ispatıdır. Yine Ehl-i Beyt’in -s- Malik Eşter gibi has sahabelerinin cahillerin edepsizliğine karşı sergiledikleri edepli davranışların birçok örneğine rastlamak mümkün.

İmam Hüseyin -s- kendisi ve arkadaşları şehit düşeceğini bilmesine karşın şehadet talepliğini dedesinin ümmetini ıslah etmeyi amaçlayan yapıcı bir hareket olarak açıklıyor. Buna göre müminlerin şehadet talepliği gerçekte tüm insanlara karşı rahmet ve sevgi ifadesidir; zira mümin insan kanı pahasına insanları sapkınlıktan ve cahillikten kurtarmak ister. Nitekim Erbain ziyaretnamesinde şöyle okumaktayız:

Ey yüce Rabbim, İmam Hüseyin -s- kalbindeki kanı, kullarını cehalet karanlığı ve sapkınlık şaşkınlığından kurtarmak üzere senin yolunda bağışlayan kulundur.

Demek ki şehadet taleplik kültürü toplumda fesat ve şiddete yol açmadığı gibi, toplumu yaratılışın nihai gayesine doğru ilerleten ve geliştiren bir etkendir. Şehadet ve şehadet taleplik kültürü sadece düşmanı saldırmaktan caydırmak üzere mağlup etmek için değildir ve tüm mantıkların üstünde güçlü bir mantığı söz konusudur. Şehadet taleplik mantığı fedakarlık, aşk, savunma, gayret, yapıcılık, terbiye ve tek kelime ile nur ve hidayet mantığıdır. Dolayısıyla böyle bir kültürü yaygınlaştırmak şiddeti yaygınlaştırma şeklinde algılanmamalıdır.

İslam dini açısında şehadet ve şehadet taleplik kültürü ile şiddet kültürü bir akımın iki zıt kutbudur; şöyle ki şehadet, yüzü beyaz ve arkası kara bir yaprak gibidir. Bu yaprağın beyaz yüzü melekuti bir akım ve beşeri bir hamasettir ve insaniyeti, mertliği, fedakarlığı ve izzeti nefsi temsil eder; ayrıca yapıcılık, kurtuluş ve ebedi saadet gibi sonuçları söz konusudur. Yaprağın kara yüzü ise cinayet ve şiddet içerikli gibi gözükür, fakat bu görece şiddet, adalet doğrultusunda mazlumların hakkını zalimlerin elinden kurtarır ve zalimlere de hakettikleri cezayı verir.

Dolayısıyla şehadet taleplik kültürü ve bu kültürü yaygınlaştırmak toplumu ıslah etmek ve terbiye etmek gibi getirileri olur ve toplum bireyleri arasında barış, fedakarlık ve sevgi gibi özellikleri yaygınlaştırır. İslam dinini şiddet dini olmakla suçlamak, düşmanların İslam ve Müslümanlara karşı kin ve hıncını yansıtır ve en çok da şehadet taleplik kültürünün düşmanları İslam ve Müslümanlara darbe indirmekte hüsrana uğrattığını ortaya koyar. Buna göre düşmanların şehadet taleplik kültürünü zayıflatma çabaları bu kültürün dini ve dini değerleri korumakta başarılı olduğunu ispat eder.